...İstanbul’a
ilk geldiğim günlerin birinde sabah sis vardı , Üsküdar'dan karşıya geçiyorum , ne
Sarayburnu ne Eminönü görünmüyordu , Ayasofya, Sultanahmet minareleri
kaybolmuştu, , böyle de güzeldi İstanbul, sis altında kalan şehrin grileşen
rengi insanı dinlediği masallara götürüyor heyecanlandırıyordu .Sis ve İstanbul
bu kadar mı etkileyici olur ,sisler içine daldıkça sesler ve silüetler insan
ruhunu titretiyor adeta ,yakınlaştıkça önce minareleri sonrasında birden
beliriveren o görkemli mabedlerin ,kulelerin ve tarihi binaların karşımıza
çıkıyor olması ne dehşet ürkütücü hayranlık bırakıyordu. Bu müthiş manzaranın
ancak İstanbul için geçerli olduğunu söylemeliyim .Çok etkilendim Topkapı
Sarayı'nın silüetinin ardından Yeni Camiinin egzotik en nihayet Süleymaniye'nin
muhteşem gururu, tarihi yarımadanın bu emsalsiz dokusu içimi titretiyordu
.Kısacası sis ve İstanbul harikaydı bu sabah , Beyazıt Kulesinin tarih içinden
gelen sedasına Galata kulesinin deniz savaşlarını ve korsanlık serüvenlerini
dile getiren tarihsel yolculuğu aniden dikilir karşısına insanın .Sanki
uzaklardan sisler içinde çıkıp gelen Osmanlı Donanmasının Kaptan-ı Derya
gemisinin sancak direğini andırıyordu kız kulesinin belli belirsiz zerafeti
.Ürküten mi yoksa büyüleyen bir tablo muydu gördüğüm, uzun süre bakındım
çevremde , uyanan bir dev gibi ortaya birden çıkan binalar , masum bir kar
beyaz örtüden ibaret gibi duran sis , şehri büyüleyici şekilde örtüyordu ,içinde
yol almak başka bir gizem. Bu büyüleyici manzarayı vapur düdükleri motor
sesleri satıcı çığlıkları arabaların sesi kornalar bozuyordu , araba farları sis
içinde bilinmez yaratık gözleri gibiydi , sis aralandıkça yabancı turist
gemilerini görüyordum Karaköy rıhtımında iğreti duruyorlardı, lüksün
teknolojinin araçları İstanbulun nostalji renkleri yanında maketleşiyordu . Durdum
ve düşlerimi bu SİSLİ tablo karşısında zaman yolculuğuna çıkardım , şimdi Topkapı
sarayın tarihine uçuyorum ,yüzyılların sır perdesi aralandı , çepeçevre
yüksekçe çevrili duvarların ardındaki dünyayı merak ederek , bütün bir ömrü bu
merakla geçiren ve yine bin bir merakla sarayda ömrünü geçiren insanları merak
ettim , mesela H ü r r e m sultanı aradım , hepsi geldi geçtiler kendi
tarihlerinde tarih oldular .Haremin çiçekleri kadınlar vardı ,görüyorum onları
sarayın düzeyli sosyal hayatı içinde toplumsal değerler ve bilgi ve görgü
zenginliği içinde yetişiyorlar adap ve edep notalarından geçerek bilgili
kültürlü kadınlar oluyorlardı .Topkapı Sarayı boğazın girişinde gözetliyor her
şeyi , H ü r r e m Sultanın gözlerini hissediyorsunuz üzerinizde neredeyse adı
en çok ezberlenen İstanbul kadar gizemli Hürrem, Kanuni kadar güçlüydü , zekası
,esir pazarlarından Saraylara, saraydan güce , kuvvete, kudrete geçişin adıydı .Topkapı
Sarayı kim bilir ne büyük tutkuların, ölümüne aşkların, kölelikten sultanlığa
tırmanan kimi kadınların saltanat sürdüğü belki de tek bir kişi için kurulmuş
gizemli bir dünyaydı. Topkapı Sarayı görkemli ve hazin yaşamların gergefiydi ,gözleri
Hürrem'in gözleriydi boğazı bekleyen kız kulesinin , sisler arasında
beliriveren unutulmaz gözlere benziyordu ,gecenin huzur veren bakışlarıydı
bakışı ,sis ve gözler, hepsi istanbul'un büyüleyici duygularıydı ,masum
duruşuna hayrandım sisli bir sabah istanbul'un ve İstanbul kadar güzel Topkapı
sarayının dokusu vardı , mahcup ve yapayalnız .Sis ve hatıralar bu kısa zaman
düş dünyamda arka arkaya sıralandı vapurun iskeleye yanaşma sarsıntısı ile
kendi gerçeğime dönüyordum ,vapurdan iniyorum her şey berraklaştı ,ne öncelere
gidebilirim artık , ne de Hürrem'min İstanbul'a hakim gözlerine ulaşabilirim,
yorgunum , ayaklarım mecalsizdi. Sis iyice dağılmış , denizin ,şehrin mavi yüzü
kendini göstermeye başlamıştı . Bu doyumsuz tablonun karşısında derin derin
havayı teneffüs ediyordum , bir yandan da açan havaya çıkan güneşe içerledim sisi
dağıtmıştı , bu güzel ,tarihsel estetiği yüksek medeniyet şehrine ,çirkinleştirici
özelliği olan modern dayatmacı soğuk binaların iğreti sırıtışları ortaya
çıkmıştı çünkü .Maalesef şehri kullanan insanlarımızın da oraya buraya
gelişigüzel attığı ,savurduğu çöplerin kirlettiği ortam bu şehre yapılan en
büyük haksızlıktı, gelişigüzel terk edilmiş virane yıkık binaların da
ilgisizlik sürecinde terk edilmişliği bir kasaba görünümü veriyor oluşu üzüyor
insanı, betonlaşan kimi yerde modern görünüşlü kirletilmişlikleri de ilave
edersek ,metalden çelikten yükselen kuleler gibi kendini gösteren yeni
şehirleşme zihniyeti bu dünya şehrini katlediyordu ,içimi kaplayan hüznü
anlatamam dünyanın en güzel mavi şehrin bu arka yüzü derinden beni parçalıyordu
,çağ açıp kapayan bir kentin tarihini düşündüm sessizce, sosyal-kültürel-ve
tarihsel medeniyet izlerini en güzel şekilde taşıyan bu sevgi ve barış şehrinin
dejenere edilmesine kim üzülmez .Şu güzelliği bakar mısınız ,sessizce seyrediyor
Topkapı sarayı İstanbul Boğazını , Marmara'dan Karadeniz'e Karadeniz'den
Marmara'ya esen her rüzgar ruhunuzda geziniyor ,ve martılar süslüyor boğazı . Bugün
mü zor geliyor bize , yoksa tarihe yolculuk mu ? ya da iki farklı dünya
arasındaki derin uçurumlar mı ? tarihsel çizgilerden uzak teknoloji ve
modernitenin sıkıştırdığı bir metropol
insanı olmak ne kadar dinlendirici olabiliyor diye düşünmeden edemedim .
İstanbul'a daha yeni gelmiştim daha çok meraklarım olacaktı ,ilk günlerimin bende
yaşattığı bu duygularla İstanbul’u sevmek güzeldi , hem tarihte bir yolculuk yapmış
,hem sadece filimlerde ve fotoğraflarda gördüğüm İstanbul’un bizzat kendisiyle iç
içeydim . Eminönünde otobüs durakları ve ben 126-C otobüsüne binmem gerekti
,otobüs durağa yanaşmıştı , bineceğim otobüs cevizlibağ-güngören hattına aitti
ve daha yolum uzaktı , yol boyunca surların yıkık hallerine bakına bakına ,yıkılmaya
yüz tutmuş zamana dirençsizleşen o çetin surlarında hayallerim dolaşa dolaşa
yol alıyordum , sabahın erken saatleriydi fakat şehir hareketli ve yoğun , meğer
bu saatler İstanbul için hayatın kalbi en işlek zamanlarıymış .
Mustafa
kaya
Üsküdar/2020