Tanzimat Kafası
BU tabir nereden çıktı bilmiyorum. Adı üstünde düzenleme olan Tanzimat kelimesi
her ne kadar düzeltmeyi, düzenleme, bozuk, dağınık olanı düzenlemeyi
kastetmekte. Ancak anlamının tam tersi bir işlev gördü.
Bu kafa Osmanlı’yı son yenilgilerle dağılmış, bozulmuş olan Osmanlı sistemini
düzeltmeyi amaçladı. Bu düzeltme hareketi doğru dürüst ön çalışma yapılmamış
bir hareketti. Öz kaynaklardan değil yabancı yönlendirmelerden alıyordu gücünü
ve ilhamını. Hatta maksatlı ve planlı çalışmaların eseriydi. Düşmanların hain
planlarının maskelenmiş çalışmalarıydı.
Kuruluş reçetesi olarak sunulan Tanzimat fermanı da aslında batırma planıydı.
Kamu maliyesi bozuktu. Akçenin değeri sürekli düşüyordu. Kanuni döneminde
başlayan bozulmalar son haddine varmıştı. Yeniçerilik bozulmuştu. Askerlikle
alakası olmayan binlerce kişi yeniçeri ocağına yazılmış, devletten maaş
alıyordu. Savaşa gitmeyen, gitse de zafer kazanamayan koskoca hantal ordu
devletin tüm kaynaklarını sömürüyordu.
Devlet adamları bu durma çare bulamıyorlardı. Koçi Bey risale yazarak meselenin
nirengi noktasını ortaya koymuş, çareyi terk edilen, rafa kaldırılan Şer-i
Şerif’e dönmekte bulduğunu söylemişti. Herkes bunu kabul ediyor ama bu dönüşümü
yapacak kudreti kimse kendisinde bulamıyordu.
Medreseler beşik ulemaları yüzünden eğitim ocakları olmaktan çıkmış, beleş
karın doyurulan, serseri yuvaları olmuştu. Her türlü keyif verici maddelerin
içildiği, masrafları vakıflar tarafından karşılanan bu müesseseler de yıkımın
ikinci odağı haline gelmişlerdi.
Koca devletin savaşacak askeri, yazışmaları yapacak katibi bulunmuyordu. Hele
yabancı dil bilip, yabancılarla yapılacak yazışmaları ayarlayacak kişi bulmak
imkansız hale gelmişti. Bütün bu olumsuz gelişmeler, rüşvet ve iltimasın her
alanda kol gezdiği, adaletin rafa kalktığı bir devlet gemisinin yüzdürülmesine
imkan kalmamıştı.
Bu fırsatı değerlendiren batılı güçler devletin en mahrem meselelerine el
atıyorlar, pusulasız giden gemiyi kendi emelleri doğrultusunda kayalıklara
saplamak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlardı.
Tam bu hengamede kendisine büyük sıfatı takılmış Mustafa Reşit Paşa batılı
dostlarının güdümünde bir diğer adı Tanzimat fermanı olan Gülhane Hattı
Hümayununu ilan ediyor, zaten filen ortada olmayan şeri şerif hükümlerini
resmen ortadan kaldırmanın ilk adımını atıyordu. Halk bu durumu veciz bir
cümleyle izah ediyordu. ‘Artık gavura gavur denilmeyecek.’
Bu ferman filen kopmuş olduğumuz İslam Medeniyet dairesinden ayrılımızı
resmileştiriyor, batı Medeniyet dairesine eklendiğimizi ilan ediyordu. Batılı
dostlarımızın amacı biz güya Batılılaştırmak ve medenileştirmekti. Aslında
onların gayesi Osmanlıyı parçalamak, bölerek yok etmekti, ama aydınlarımızın
bundan haberi yoktu.
İşte yüzyılların yanılgısı böyle başladı. Evet, Osmanlı hasta adamdı. Ama
batılı dostlarımızın reçetesi onu diriltmeye değil öldürmeye yönelikti.
İçimizdeki gafiller de onlara inanmıştılar. Oysa halk ne güzel ifade ediyordu:
’Ayıdan post gavurdan dost olmazdı’. Onlar bunu bilmiyorlardı. Biliyorlardı da
belki de denize düşen yılana sarılır misali başka seçenekleri olmadığını
sanıyorlardı.
Bu Tanzimatçılar Koçi Bey Risalesini okumamışlar mıydı bilmiyoruz. Ama
okumamışlarsa büyük ayıp içindeydiler. Devleti kurtarmak, cahil halkı eğitmek
için yola çıkmış olan bu allame adamların onu okumamaları, bilmemeleri
imkansızdı. Okudularsa ona rağmen çareyi batıda aramaları ne büyük gafletti.
Tanzimatçıların hamisi ve reisi Mustafa Reşit Paşa’nın büyük bir yanılgı içinde
olduğu bu gün apaçık ortada. Ancak geri dönüşsüz bir yola gelindiği,
Batılaşmanın son raddesinde büyük bir uçurumun kenarına geldiğimizi görüyor, bu
gün bu uçurum kenarından geri dönmek için çareler aramaktayız.
Belki de uçurumdan yuvarlanmış bir koca devletin parçalarını toplayıp onlardan
yeni bir yapı inşa etmek gibi hayati bir görevimiz var. Bu görev günümüz
aydınına düşmekte, yüzlerce yıllık büyük yanılgının sona ermesi için umutlar
taşımaktayız.
Ahmet Kemal
Ahmet Kemal