Yabancılaşmaya giden yol ve öteki
Tober’e göre: “İçinde yaşadığımız toplumu, doğa olaylarını,
bireysel davranış ve düşünce sistemimizi daha iyi anlama çabasına girdiğimizde
(tüm bu çabayı gösteren insanlar gibi) kendimizi taraf olarak görme eğilimimiz
artar. Çünkü bugün kesinlikle anlaşıldığı gibi, doğada yansızlık yoktur;
bilerek ya da bilmeyerek olaylar içinde taraf olunur, bu kaçınılmaz bir
zorunluluktur. Bu zorunluluğu gerçekleştirmenin ön koşulu ise, kişinin kendini
tanımasından geçer.Bu sistem bize; “hayatın adil
olmadığını, bu düzende öne geçmenin birbirimizi ezmekle mümkün olduğunu bir
yerlere, bir gruba ait olmanın gerekliliğini” aşılamaya çalışır. Bu düzen
kurmacası içinde birey önce kendine ama
özelliklede diğer bireylere karşı yabancılaşır. Böylece yaşamın nesnel
koşullarına yabancılaşan insan, yaşama diyalektik ilgisini ve birliğini
yitirerek üretim süreci içinde edilgen bir varlık durumuna gelir. Bencilliği
artar. Bencillik artıkça kendi gelişimine yönelik hırsı aklının önüne geçer ve
kendi dışında herkesi her şeyi ötekileştirir. Böyle ötekileştirdikçe öteki
olacağı bilgisinde yoksun olarak, yalnızlaşır ve yoksullaşır.
Peki öteki ne demektir. TDK (2005)’nun sözlüğünde ‘Öteki’
kavramı şu şekilde açıklanmaktadır: “ Sözü edilen veya benzer iki nesneden önem
ve konum bakımından uzakta olan” İnsan, çevresindeki insanları ötekileştirdiği
sürece yalnızlaşır, yalnızlaştıkça sorunlara çözüm üretme süreci yavaşlar,
sorunların çözümünde değil, sorunun parçası olu kalır. Sonuçta öyle bir noktaya
gelinir ki, o insan artık varoluşunu sorun yaratarak gerçekleştirmeye
başlar. Tıpkı Albert Camu’nu yabancı adlı romanındakı Meursault, bir simge
kahraman değildir, adı olmayan bir Yabancıdır; bu eksik kimlik, gerçeklikten
algıladığı şeyi yapılandıramayan, yeniden örgütleyemeyen, ama gerçekliğin yankılarını
yakalamaya çalışan bir boş bilincin imgesidir. Onun kayıtsızlığı ve
edilgenliği, işte bu boş bilincin ürünüdür. Yabancı, büyüleyici gücünü, içinde
barındırdığı trajedi duygusuna borçlu: Bir türlü ele geçirilemeyen anlamın
sürekli aranması, bilinç ile toplumsal dünya arasındaki çatışma...şiddet ve
sonrası boşluk..Ya da tam tersi içsel yaşanan boşluğun yarattığı değersizlik ve
değersizliğinin yarattığı boşluğu şiddet
ile doldurarak değer yaratma cabası. Bu bilinçli bir açıklama elbet. Ancak eylem bu
bilinçle yapılmıyor elbet. Bu bilinçe ulaşamak için öncelikle ezbere dayalı
eğitim sisteminde kurtulmalıyız.Oysa ataerkilliği dayatan eğitim sisteminde
erkek işten eve geldiğinde kanepeye uzanıp televizyona seyre dalarken,kadının mutfakla kuçaklaşmasını
destekleyen ders kitapları sayesind3 , değişime dirençli ataerkil düzende şiddet hak olarak görülür.
Nedime Köşgeroglu
Şiddet ayrı bir başlıkta yer alacaktır.
Yazarın