Saat 7:00. On kişilik evdeki tek telefonun alarmı çalıyor. Aniden
uyanıyoruz; argo nidalar yükseliyor, homurdanmalar duyuluyor. Yanımdaki ıslak
ve yırtık kartondan yapılmış yer yatağında Eyüp abi, bana “kalkma” diye kaş-göz
yapıyor.
Tilki var, asıl adı Ercan, ama kimse öyle çağırmaz. Eyüp abinin çocukluk
arkadaşıdır. Birkaç hafta önce Eyüp abi, aramızdaki en küçük ve en hasta olan
Mehmet’i hastaneye götürmek isteyince yönetimden atıldı. Fitili ateşleyen
Tilki’ydi. Yönetimdeki ilk oy onundu.
Bize attılar Eyüp abi’yi. Onun işleri hep daha büyüktü, daha riskliydi.
Mehmet devlet hastanesinin oradaki ışıklarda su satardı, ben kağıt toplardım.
Eyüp abinin ne iş yaptığını bizden kimse bilmezdi, ama en erken o çıkar, en geç
o dönerdi. Her geldiğinde de, “Bu çocukları buradan kurtarmamız lazım,” derdi.
Duyduğumuzda hep içimizde bir umut olurdu, ama burada hayal kurmak yasaktı.
Sadece birbirimize tutunurduk. Hepimiz 4-5 yaşımızdan beri buradayız. Annemiz,
babamız, evimiz, yatağımız, hatta topumuz bile hiç olmadı. En çok bildiğimiz
şey, sokaklar…
Eyüp abi her gün kendini Tilki’ye karşı kuruyordu. Ama yönetimin gözü her an
bizim üstümüzdeydi. Biz gelir kapısıyız sonuçta, ama Eyüp abi bizden çok büyük
balıktı. Ona dokunamıyorlardı. Canları sıkıldıkça aramızdan birini alıp
döverlerdi, yüzümüze bakmadan. Kaçmaya yeltenirsek başımıza geleceklere dair
bir uyarıydı bu.
Günlerden bir gün, Eyüp abi gece gelmedi. Kötü bir şey olduğunu hepimiz
hissettik, ama kimse ağzını açmadı. Sessizce bekledik, her saniye biraz daha
ağırlaştı. Sabah oldu, Tilki de ortalarda yoktu. Yönetimden birkaç kişi geldi;
bize bakmadan etrafa emirler yağdırdılar. Sessizliğin içinde Eyüp abinin
yatağının boşluğu, gözlerimizin önünde bir yara gibi duruyordu.
O an hepimiz anladık: Eyüp abi artık dönmeyecekti. Onu bir daha
göremeyeceğimizi, buradan bizi kurtarmak için her şeyini feda ettiğini…
Kalbimize ağır, sessiz ve tarifsiz bir acı çöktü.
Uyumaya çalıştım. Mehmet yanı başımdaydı, ona sıkıca sarıldım; başını omzuma
yasladı. O çocukların en küçüğü, en masumu… Ama birden fark ettim ki soğuktu
başı. Mehmet de gitmişti. Meğer uzun zamandır hasta olduğunu bilsek de içimizde
bir umut varmış. O an her şey bitti.
Eyüp abinin yatağında bir not bulduk: “Bu çocukları buradan kurtarın.”
Sanki Eyüp abinin yerine biz sorumlu kalmıştık. Ellerimiz titreyerek notu
birbirimize gösterdik, gözlerimizde yaşlarla. Eyüp abi bizi korumaya
çalışmıştı. Artık ne onu kurtarabilirdik, ne de birbirimizi.
O gün hepimiz en çok bildiğimiz şeye, sokaklara bir kez daha çıktık. Ama bu
sefer farklıydı; Eyüp abinin yokluğunda her şey biraz daha karanlık, biraz daha
sessizdi.
Birbirimizle göz göze gelmemeye çalışarak herkes kendi yoluna dağıldı.
Sokaklarda yalnız kalmıştık, en çok hissettiğimiz şeyse Eyüp abinin ardında
bıraktığı boşluktu. Geriye sadece Eyüp abinin sesi kalmıştı: Bu çocukları
buradan kurtarın.
Yazarın
Önceki Yazısı