
Çok zaman sonra nazlı bir Mayıs sabahının limon çiçekleri kokusunun da
bir kahvaltı masasında açtım gözlerimi. Dudaklarımın çoraklığı incecik
parmaklarımın hatlarını asayişini bitirdikten sonra geçmiş günlerin
yorgunluğundan ve gelmeyecek olan ümitli günlerin mecalsizliğinde masada duran
ince belli yalnızlığa uzanır iken ilişti bakışlarım ahudan ürkek olan
bakışlara. Sükût avazının asırlık rıhtımında kelebekler göç ederken kalbimiz
sıratında evvel ruhumu harladım dudaklarının yangınında sonra cesedime el
uzatıp sırtladım cümle gam ve elemini.
Usul usul ayrılır iken masadan
derme çatma zihnimde gam elem ve nedamet hançer kesiği baharının ilk günlerinde
sararan yapraklar ve sislenen gün zevcinde vakit ilerledikçe irkildim bir sala
sesinden. Bahçede doğranmış binlerce gelincik çiçeği son nefesini verirken katre
katre kan ağlayan binlerce mor kanatlı kelebek hıçkırıkları mateme bürüyordu su
izan bahçesini. İç çekiş ve genzimde yerleşke kurmuş cümleler ile bir köşeden
sessizce izler iken bir ağır yükseldi topraktan arşa sevda öldü vefa öldü
bilendi hasret diye. Dizüstü çöktüğüm yerden dizlerimin titreyişleri doğruldum birkaç
adım attıktan sonra o esrarlı bakışlar düşler âleminde ellerinde bir demet
limon çiçeği ile karşıladı beni sendeledim evvel sonra gönlüm üzerine düştüm
yere. Aralıksız bakışmalar ve yangınlardan sonra tanımadığım şehrin kumsalında
sevda üzeri adımlar atar iken irkildim. Avuçlarıma sinen yana yana hasretliğin
ateşi çehremde imbat yelleri serinliğinin tadına hazmeder iken parmaklarım ile
parmaklarına sevda masallarını okuduğumu fark ettim. Toplaşan bulutların
uğultusunda çehremden tebessümleri hüznümü silip bak burası Saidia kumsalı bu
topraklar sömürülmüş Cezayir. Sükut buhranında katı yakıtlar ile çalışan
makinelerin heyecanı gibi seslenen kalbimi teskin etmek için peki ya Kasbah şehri neresi? Diye sula ettim.
Pamuktan narin elleri ile uzamış saçlarımı sağ tarafa düzelterek sakalların
içinde menekşe kokusu arar gibi bir telaş ile orası gönül akdimizin kıyıldığı
Fas şehirlerinden. Gözbebeklerinde uzun saatler geçirdikten sonra bazen fransızca
bazen Arapça bazen de İspanyolca kelimeler ile hasbihal ettik. Mevzu şiirler
olunca daima Osmanlıca lügatini kullandık. Avuçlarımdan tutup gözlerime bakıp
hatırlıyor musun bana bu mısrayı Kasbah şehrinde il kez saçlarımı örer iken
okumuştun.
İsmin
çınlamaları uzaklaşmıyor gönlüm eşiğinden
İşitmez
cürmüm hasretin gayrısını
Ne refik
diler ne de tesir...
Elem
dokuyuşlarım münzevi barınağında bahtiyar
Sahir
yokluğun dizlerimde uykulu
Göğsümde
müflis harekeler cezp ve melal
Mecruh
dudaklarımda farz sevişlerinden helak
Mahşer
kuruldukça dimağıma
Avazı kurudu
sürurumun
Ey lü’betü’l-
ayn..!
Sensiz
berzaha bürünür seher vaktim
Berzah
v'aktim şimal titreyişlerinde enkaz...
Gönlüm
sızılarına deva olan bu sesin sahibini bile hatırlayamadığım ve şiirler ile
aramda fersah mesafelerin olduğunu anlatamaya cesaret edemeden başımı göğsüne
yasladım buran buram yasemin çiçekleri kokusunda ettiği her bir kelamı önce
kalbime sonra aklıma paslı hançer ile kazımaya koyuldum.
Kaç zaman geçtiğini bilmeden bir
tüfeğin keskin süngüsü sığınmışlığında kulaklarımızda Tekbir sesi Süveyş Kanalı
cephesinde çeşit çeşit evcilleştirilmiş canavarları çarpışır iken binlerce
şehit ve leş arasında dolunayın gözbebeklerinde yükseldiğini gördüm. Sonra işgale
uğramış son umutlarımız olan Filistin' de kanlı bir Cuma sabahında Gazze
şehrinde' de Abdülhamid Han camisinde ellerimizde kuru ekmek ve tuz üzerine
sevda ahdi ederken tebessümleri ile yaralarımı sarıp sarmaladığını. Aklım
gelgitlerinde tesirinde 22 Aralık 1914' te üstümüzde incecik yazlık bir askeri
elbise ile yürüyoruz Sarıkamış' tan Allah-u Ekber dağlarına. Soğuktan
ellerimize yapışmış tüfekler, dilimizde ayeti sevda hava ölüm kadar soğuk. Dişlerimiz
ecel kemirgenliği üşüyor ölüm adımlarımızda bakışlarımızda bembeyaz bir perde avuçlarında
avuçlarım soluğu nabzımda kirpiklerini örtüyor üzerime rüyalara dalıyorum
ateşler içinde. Dilimde devridaim eden yek sözcükle geçmen vaktin kapılarından geçerek
açıyorum gözlerimi Süleymâniye Dârüşşifâ Hasta hanesinde pencere kenarında
üşüyorum Haziran güneşinde. Kulaklarımda bir makamlı Osmanlı musikisi ile.
Serce adımlarla ellerinde bir iğneli şırıngalı ile bana yürüyorsun gözlerinde
görüyorum dilsiz acımsı bakışlarını. Zatürreye yakalanmış yüreğime hitap
ediyorsun yalın ayak bir hasretle. Nakşediyorsun sevdaya dâhil her ne varsa
bakışlarım cezbine.
Sonra da kollarımdan tutuyorsun
kaldırıyorsun beni. Hiç bir ses seda etmeden yaslanıyorum yüreğine taş bir avluya
çıkıyor gönül kapılarımız. Sen narin ellerin marifeti ile yüreğime medeniyetler
kuruyorsun. Ben ise sana sükut masalları okuyorum sessizce.
Sığınıyoruz birbirimize
Sen başını yaslıyorsun göğsüme.
Ben ise kayboluyorum
parmaklarımı dolaştırırken saçlarının her bir telinde
Hiç bitmesin diyorum sessizce
Ve uyanıyorum
Mayıs ayının son gününde.
20251016
1044