Her inanış bir kayıpmıdır?
Her umut bir karanlıkla sonlanırken, her güven bir sancıyla sarsılırken, her inanış bir kayıptır bence.
Çünkü inanmak; umut, güven, sevgi, aşk, sadakat, hayal ve birçok kavramı kapsar.
İnanış, bu kavramlara körü körüne bağlanmak ve bu kavramlarla bir nevi kör ebe oynamaktır.
Önce hâlâ hissettiğine inanırsın; en güzel evrelerin başlangıcıdır. Kelebekler var olur, hem de rengarenk...
Sonra umut etmeye başlarsın olacağına, ilerisine dair. Bu sefer renk, kavramın siyahtan arındırır seni. Sonra seversin, evet kendini sevmediğin kadar. Hayatta belki de hiçbir önemi olmayan, senin önemli bir sevilme şekliyle sevilirsin ve seversin. Bileklerini indirir, teslim olursun...
Sonrasında “aşkı buldum” dersin; budur işte. Ne öncesi, ne sonrası; tam da şu an. Kara bulutlar yokken, masmavi bulutların üstündeki kocaman bembeyaz bir kelebek olarak uçarsın; istemediğin kadar özgür, istediğin kadar yalnızlıktan arınmış. En son lokmanı yersin o sofrada hayaller...
Tüm bunları borç olarak algılarsın; en güzel hayallerinin arasına değil, merkezine koyarsın borç vereni... son hayallerindir, belki de tıpkı son inanışın gibi.
Tek hamle, tek gidiş, tek terk edişte ise; alışılagelmiş o bulutlar, o renkler, o konfor birden simsiyah olur. Buz gibi, yapayalnız, yine siyaha gebe kalmış kör bir şekilde cenin pozisyonunda bulursun kendini. Eski yerin çok yabancı gelir, ama oraya ait olduğunun da en büyük bilincindesindir. O kör ebe seni tekrardan siyahlara gömer ve her siyahta daha çok kör olursun...