Baba,
sen eskiden böyle değildin.
Ya da ben seni geç tanıdım.
Bir zamanlar beni sevdiğini sandım.
Yanımda olduğuna, beni koruduğuna inandım.
Meğer bu sadece benim uydurduğum bir hikâyeymiş.
Sonra yavaş yavaş yok oldun.
Beni unuttun.
Yerime başkalarını koydun.
Hayatımı kötülüklerle dolduran kişi oldun.
Baba,
sevebiliyormuşsun.
Ama beni seçmedin.
Benden sonraki hayatında
bir başkasına emek verdin,
onun için elinden geleni yaptın.
Bana ise suskunluğu, korkuyu ve yalnızlığı bıraktın.
Ben senin yokluğunda
defalarca yere düştüm.
Ağladım.
Ezildim.
Ölümle göz göze geldim.
Sen bunların hiçbirinde yoktun.
Zamanla şunu anladım:
beni yaralayan şey terk ediliş değildi sadece,
senin bu terk edişi
hayatımın doğal bir parçasıymış gibi sürdürmendi.
Baba,
seni tanıyamıyorum artık.
Çünkü karşımda duran kişi bir insan değil.
Hayatımı elimden alan,
beni acının eşiğine sürükleyen,
yaşamakla ölmek arasına sıkıştıran
bir canavara dönüştün.
Çocukluğuma dokunan şey sevgi değilmiş, acılarmış, kayıplarmış,
yetimliğin sessiz çığlıklarıymış.
Şiddetmiş dokunan,
korkuymuş kalan,
acıymış büyüyen.
Ve en çok da
yalnızlıkmış.