Rol kesmek, rol oynamak, rol yapmak, rolünü oynamak…
Nedir rol? Birilerinin gözleri önünde olmadığı bir kimliğe bürünmek mi? Yoksa birden çok kimliğini, uygun sahnelerde ayrı ayrı sergilemek mi? Ya da bir şeylerden kaçmak için her gün kimlik değiştirmek mi? Veyahut gerçek kimliğini ele vermemek için her gün değişik maskeler takınmak mı?
Rol, bir kişiliği canlandıran oyuncunun söylemesi ve yapması gereken hareketlere verilen isim; bir işte bir kimse veya bir şeyin üzerine düşen görev; bireyin toplumsal işbölümü gereği yerine getirdiği işlev demektir. Kısaca rol, sadece sahnede değil, yaşamın tüm alanlarında üstlendiğimiz kimliklerdir.
Hayatta hangi rolleri üstlendiğimizin farkında mıyız? Bu rolleri ne kadar hakkıyla yerine getirebiliyor ve oyunumuzu ne kadar ustalıkla sahneye koyabiliyoruz?
Örneğin evde eş rolünü, anne ve baba rollerini gereği gibi oynayabiliyor muyuz? Bu rolleri icra ederken, eşimizin ya da çocuklarımızın saygısını, sempatisini, sevgisini kazanabiliyor muyuz? Onların gurur kaynağı olabiliyor muyuz? Çocuklarımızın, model olarak bizim rollerimizi örnek alması konusunda içimiz rahat mı? Onların örnek alacağı iyi bir rol model miyiz? Eşimizle, anne baba rolünü ne kadar uyum içerisinde oynuyoruz? Çevremizdekiler, rollerimizi oynadığımız bu aile sahnesini başarılı buluyor mu? Sahnelediğimiz oyunla, çevremizin alkış ve takdirini mi topluyoruz; yoksa sıkıcı, rahatsız edici, hatalarla dolu bir oyun mu sergiliyoruz? Onları da oyunun içine katabiliyor muyuz; yoksa tek başımıza mı oynamayı tercih ediyoruz rollerimizi? İzleyicilerin yapıcı eleştirilerine kulak kabartıyor muyuz; yoksa “ben oyunumu oynarım, izleyici ister beğenir, ister beğenmez; beğenmeyen izlemez; kimsenin oyunumu izlemesine ve eleştirmesine ihtiyacım yok” mu diyoruz? Yoksa bunun bir oyun olmadığını ve bizim de oyuncu olmadığımızı mı düşünüyoruz?
İşyerimizdeki rollerimizde ne kadar başarılıyız. Sahneyi paylaştığınız rol arkadaşlarımızla uyum içerisinde miyiz? Yöneticilerimiz, pay sahipleri, müşterilerimiz ve tedarikçilerimiz oyunumuzu ilgi ve takdirle izliyor mu? Onlarla birlikte paylaştığımız rollerde iyi bir ritim yakaladığımızı düşünüyor muyuz? Oyun arkadaşlarımız hata yaptığında, oyunu aksatmadan ve düzenini bozmadan yürütebiliyor muyuz? İyi bir ekip çalışması çıkardığımıza inanıyor muyuz? Oyun süresince, hem izleyiciler, hem de kendimiz zevk alıyor muyuz? Oyunu her gün doğaçlama mı oynuyoruz, yoksa planladığımız bir rol mü oynadığımız? Oyunu vaktinde bitirebiliyor muyuz? Oyun süresince sahneyi dolduracak bir oyun sergileyebiliyor muyuz; yoksa oyunun süresini doldurmak için, sahnede oynuyormuş gibi mi görünüyoruz? Oyun bitip sahneden inince, ertesi gün sahneye koyacağımız oyunu iple çekiyor muyuz, yoksa her oyun bir öncekinden daha tatsız, daha zevksiz ve bıktırıcı mı geliyor bize? Oyunu daha renkli ve ilginç kılmak için araştırma yapmak ve kendimizi geliştirmek ihtiyacı duyuyor muyuz? Sahneye daha farklı bir oyun koyabilmek için yeni fikirler üretebiliyor muyuz? Her yeni oyunda kendimizi daha bir enerjik hissediyor muyuz? Oyunun biz olmadan da oynanacağına mı inanıyoruz, yoksa üstlendiğimiz rolü en iyi bizim oynadığımızdan emin miyiz? Üstlendiğimiz role kendi kimliğimizden bir şeyler veya kendi tarzımızı katabiliyor muyuz? Rolünüzü kendimizle bütünleştirdiğimiz oluyor mu?
Topluma karşı üstlendiğimiz rollere bir zorunluluk olarak mı bakıyoruz, yoksa toplumsal bir sorumluluk olarak mı görüyoruz? Rollerimizi aktif oynuyor muyuz; yoksa sahnede verilen görevleri yerine getirmekle mi yetiniyoruz? Rollerimizi oynarken bir takım değerler, gelenekler ve alışkanlıkların etkisinde kalarak mı oynuyoruz rolümüzü; yoksa yeni, çağdaş ve evrensel yaklaşımlar mı getirmeye çalışıyoruz? Oyunumuzda özgün bir bakış açısı mı sergiliyoruz; yoksa basmakalıp ve birbirinin benzeri senaryoları farklı maskelerle mi oyuna koyuyoruz? Sıramız geldiğinde çıkıp rolümüzü oynamakla mı yetiniyoruz; yoksa oyunda yeni roller alma çabalarımız oluyor mu? Bazen oyunun belli bölümlerini de kendimiz yazıp oynamak arzumuz ve çabamız oluyor mu? Oyun arkadaşlarımızı tamamlamayı, gerektiğinde eğitici bir rol üstlenmeyi, oyunu daha kaliteli hale getirmeyi; seyirci oyuncu farkını kaldırıp, herkesi oyunun içine dahil ederek, birlikte bir oyun çıkarmayı daha doğru ve eğlenceli buluyor muyuz?
Devlete karşı iyi bir vatandaş; vergi idarelerine karşı iyi bir mükellef; seçim kuruluna karşı iyi bir seçmen; bir parti, dernek veya kulübe iyi bir üye, bir takıma iyi bir taraftar rolünde olduğumuza yürekten inanıyor muyuz? Trafikte sürücü rolündeyken, diğer oyuncuları zor duruma sokmadan, hata yapan sürücülerin hatalarını telafi ederek, oyunu sonuna kadar zevkli ve akıcı kılacak biçimde bir rol mü oynuyoruz? Komşularımıza, yakınlarımıza, dostlarımıza karşı rollerimizi iyi oynuyor muyuz? Onlarla birlikte eğlenceli oyunlar çıkarıyor muyuz?
Bazen huzurevlerine gidip oradaki kimi yaşlılara evlat; bazen de çocuk yuvalarına gidip oradaki kimi çocuklara anne baba rolü oynuyor muyuz? Engellilerin faaliyetlerine katılıp hiç onlarla arkadaş rolü oynadık mı? Afetzedelerin, felaketzedelerin yaralarını saran, acılarını paylaşan bir role büründük mü hayatımızda? Bizimle aynı meslekte olanlarla nasıl bir meslektaş rolü üstlendik? Mesleğimizin etik kuralları, sıkıntıları ve geleceği hususunda bir senaryomuz ve oyun kurgumuz veya katkımız var mı? Bir gazetenin veya köşe yazarının iyi bir okuyucusu rolünde bulunduk mu? Bir yayına abonelik rolümüz oldu mu? Okuma bilmeyenlere, görmeyenlere okuyan; çocuklara masal anlatan, şarkılar söyleyen rolümüz var mı?
Hayatta kendi rolümüzün olmadığını düşünüyorsak, o zaman iyi bir izleyici miyiz? İzlediklerimizi eleştiriyor ve yorumlayabiliyor muyuz? İzlenimlerimizi başka izleyicilerle paylaşıyor muyuz? Hayatı, olayları sorguluyor muyuz? Yoksa gördüklerimizi görmezden mi geliyoruz? “Bildiğim bana yeter” deyip, etrafımıza bakmıyor muyuz yoksa? Ya da “Bana ne?” deyip sorumsuzluğa mı yatıyoruz? Ya da “Başkalarının yorumladıkları bize yeteli” deyip de kendimiz kafamızı yormuyor muyuz?
Yeri gelince izleyici, yeri gelince oyuncu olmayı biliyor muyuz? İzlerken oyuncunun, oynarken izleyicinin yerine koyuyor muyuz kendimizi? Peki, kendi oyunculuğumuza not vermeye kalktığımızda, samimi olarak geçer not alabiliyor muyuz kendimizden? Ya da seyirciliğimize not vermeye kalksak, kendimize ne not verirdik, hiç düşündük mü?
Taraftarı olduğumuz takımın sahadaki bütün oyuncularının tek tek performanslarını, oyun içindeki etkinliklerini, hatalarını eleştirebiliyor, attığı ve yediği gollerin hesabını sorabiliyor, oyunun neden beklenen sonucu vermediğini en ince ayrıntısına kadar yorumlayabiliyor; yönetim hatalarını, hakem hatalarını hatta seyirci hatalarını birer birer dillendirebiliyor; iyi oynadığında alkışladığımız gibi, kötü oynadığında en ağır biçimde eleştirebiliyorsak; kendi hayatımızı ilgilendiren bütün olaylarda aynı analizleri yapmakta neden aciz kaldığımızı sorgulamıyor; büyük bir duyarsızlık içinde olduğumuzu kabul etmiyorsak; kalemize neden sık sık gol atıldığını durup düşünmek gerek.
Bunları şimdiye kadar düşünememişsek, bundan sonra düşünebilmek umuduyla…
Mehmet Demir