I
Karakuz fıkır fıkır komitacı dolu
gece demez,gündüz demez
ayın ayazı ,öğleyin karanlığı demez
dere tepe, çalı çırpı kaltaban kesilir
kesilir kesilir kesilir de
Karakuz ormanında
kesilir durur Silistre'nin kervan yolu...
Doru atlar yorulur
buğday yüklü arabalar soyulur
isyanı çağrıştırır çanları buhur tütsülü kiliselerin
şu Dobruca ki
bir diyar-ı yediemin
han odalarında Bulgaristan'a ilhakı konuşulur
şu Dobruca ki
Oğuz'dan kalma bir ezeli yurt
salâ sesleriyle ağlayan yorgun sükût
muhacirliğe zorlanır Türk boyları
Köstenceler'den,Varnalar'dan kalkar
kalkar durur umudun göç vapurları...
II
Bir tutam pelin otu Dobruca bozkırından
bir yudum su Kıdırşık çeşmesinden öğle vakti
içer durur Bosna köylü Hüsnü Efendi
içer de kendinden geçer ecdadın efkar burcunda...
Acı acı gülümser Baltacı Yeniköylü Ali Rıza Hoca
gülümsemeleri kamenin turuncu
oynaşıp durur kırçıl palabıyığının ucunda...
Eyyy gidi o eski günler!
Hamdullah Suphi Tanrıöver Beyler
teşrif eder Silistre'yi Bükreş'e gider
hoş gelir,hoş gider
can feda
can kurban
eli kınalı,gözü sürmeli, güzel Anadolu'dan
Bucak'da açılan Gagoğuz mekteplerine
kucak kucak alfabe gider...
Ey gidi Ali Rıza Hoca!
Ey gidi Hüsnü Efendi!
Bin dokuz yüz kırkta
Ruslar bastı da sizi o Gagoğuz bucağında
bir köy okulunda anadilli
anılarınız gözüyaşlı ağarmakta orada
anılarınız hep daha gözü yolda o Türk ocağında...
III
Bir tutam pelin otu Dobruca bozkırından
bir yudum su Hotulca pınarlarından
bir cuma akşamı Nasuf Usta
iki eli Mushaf'ta
yemin eder
param,altınım yoktur der...
Komitacılar basmış evini
ak sakalından iner bir ince kan seli
kızıl kor koymuşlar kuşağına
yakarlar
yakarlar
yakalanırlar
davaları görülür Hacıoğlu Pazarcık'da
Hacıoğlu Pazarcık şehrinde can pazarda
davacı değilim der Nasuf Usta
gözyaşlar sel olur ak sakalında...
Eyyy gidi Nasuf Usta!
Eyyy gidi o eski günler!
Ecdat diyarı Dobruca haram mı oldu sana ?
Ve kalkar durur göç kervanları Hotulca'dan
buruk buruk bakar Köstence limanı
umuda yüzen göç vapurları ardından...
IV
Bir tutam pelin otu Dobruca bozkırından
bir yudum su Kıdırşık çeşmesinden velvele vakti
yoldan gelmiş
yorgun gelmiş Nazım Hikmet içer
içer de yudum yudum kendinden geçer
"İslâyım ba
çok islâyım aranızda
diliniz dilim
soydaşlarım benim,
ama adlarınızdaki bu ef'ler, bu of'lar
Anadolu'ya bu göç de neyin nesidir?"
der..
Koca Nazım bilemez
Dobruca'nın köylerinde
Bulgar komitacıları gezer geceleri
muhacirliğe zorlanır Türk boyları
Köstenceler'den,Varnalar'dan kalkar
kalkar durur umudun göç vapurları...
Galip Sertel