YAŞAMAK MI?
“ Nice sultanlar gördü bu cihan,
bir kefene
sarılıp da gitti Süleyman!”
Taş çatlasın bin sene sürecek misafirliğimiz dünyada. Taş da çatlayacak belki, fakat bir çift çorap bile götürülemeyecek öte dünyaya. Ecel ne yaşa bakıyor ne sıraya. Seksen yaşına gelmiş dede ve nineler belini bükerek dolaşırken daha ilkokul çağında bir çocuk can pazarında. Kimi zaman doğumla dünyaya veda eden bebeler, bazen de dünyaya yeni bir can kazandırırken can veren anneler! İnkâr edilemeyecek bir gerçek ölüm! Ve ölümden sonrası için bildiğimiz sonsuz hayatın karşısında bu dünya hayatı samanlıkta iğne kadar küçük. Hatta insan hayatı o kadar kısa ki bir örnek vermek isterim:
“ Hz. Lut zamanında insan ömrü bin sene
kadar imiş. Hz. Lut bir mecliste gelecekte bir zaman insan ömrü yetmiş yıl
kadar olacak dediğinde oradakiler şaşkınlık içinde peki ev yapmaya zamanları
olacak mı diye sormuşlar”
Göz açıp kapama arasında bir hayat. Su
gibi akıp geçen zaman içinde kısacık ömürler. Ve sultan Süleyman’a dahi
kalmayan bu dünya. Peki, bunca gerçeği bildiğimiz halde yalnızca bu dünya için
çaba göstermek ne kadar doğru. Hiç ölmeyecek gibi bu dünya için çalışırken
yarın ölecekmiş gibi ahiret içinde çalışıp çaba göstermemiz gerekmiyor mu?
Yalnızca bu dünya için yaşarken “ben” duygusunun kölesi olmak, menfaatler
uğruna güçlü duygulardan uzakta yaşamak.
Bakınız ne bedbaht bir dünyada
yaşıyoruz. Cinayetlerin savaşların ardı arkası kesilmiyor. Hırsızlık, tecavüz,
gasp almış başını yürümüş. Cennet anaların ayağı altındayken evlatlar
annelerini hiç olmaz sebepler için öldürüyorlar. Babalar kızlarına tecavüz
ediyor, üç kuruşluk menfaatler için canlar alınıyor, canlar veriliyor. Dünyanın
ve nefsin öyle kölesi olduk ki sanki hiç ölmeyecek gibi hırs içinde yaşayıp,
inançları, hisleri ideolojileri adeta yok sayıyoruz. Oysa misafiriz şu dünyada.
Oysa ölüm her an yanı başımızda ve insanın yarına çıkmaya senedi yok. Dün
uğruna canlar verilen topraklar bugün yok pahasına satılıyor. Eğitimsizlik,
cehalet ve inanç ile ahlaktan uzakta eriyoruz. Batıdan ilim, fen, teknoloji
yerine kokmuş kültürünü alıyoruz. Görsel medya adeta fuhuşun, mafyacılığın
üzerine beğendirici özendirici objelerle yaklaşıyor. Genç kızlar TV
kanallarında partner ararken ebeveynleri bu hazin tabloyu alkışlıyorlar. Adam
öldürmek, mafya olmak, haraç yemek, racon kesmek erkeklik nişanesi gibi
gösteriliyor. Erkek çocukları bunlarla büyüyor. Mafya babalarına ve vergi
rekortmeni oluyor diye fuhuş patronlarına saygın sıfatlar yükleniyor.
İşte halimiz ortada. Boşa geçen dünün
hesabını yapmayıp, bugünün farkına varmayıp, yarınlardan kayıtsız yaşıyoruz.
İnançlarımız, ahlak ve kültürümüzün körleştirildiği gibi ne yazık gençlerimiz
inanç, ahlak, kültür üçgeninin dışında yetiştiriliyor. Yasal anlamda bu amiyane
yaşama dur deme ve çözüm üretip uygulama yetkisine sahip insanlar ne yazık
kendi ceplerinin, yat ve katlarını artırmanın hesabındalar.
Değişime kendinden başlamalı herkes.
Yaşamın içine kayda değer, etik değerler kazandırılmalı. Hiç ölmeyecekmiş gibi
yaşamak ve dünyevi maddi menfaatlerle körleşmekten vazgeçip birazda değerlere
önem vermeli insan.
Oysa:
“ Nice sultanlar gördü bu cihaN
Yalnızca bir kefene sarılıp ta gitti
Süleyman”
İbretlerle dolu şu dünya hayatından
ibret almak gerek. Servetinin haddi hesabı olmayan insanların çoğunun mutsuz,
sağlıksız bir hezimet içinde yaşadığı ibretini görmek ve yine hesapsız servete
sahip insanların bir çift çorap bile götüremediklerini bilmek bu gerçekle
yaşamak gerek.
Mustafa Çelebi ÇETİNKAYA®