Afrika kıtasında özellikle Somali’de yaşanan açlık ve kuraklık sonucu binlerce çocuğun ölmesi bu mübarek Ramazanda neşter yiyen kalbimi derinden etkiledi. Bunun üzerine elimden gelenleri yapmaya çalıştım. Dilimden gelenleri de yaptığım çalışmalar sonucu ortaya çıkanları sizlerle paylaşmak istedim.
İnfak, bir insanın sahip olduğu malını ve imkânlarını Yüce Allah'ın yolunda kullanması demektir. Bu nedenle tüm ibadetlerde olduğu gibi, infak ederken de, bu ibadetin hikmetinin akılda tutulması çok önemlidir. Çünkü infak müminler için manevi bir arınma ve temizlenme vesilesidir.
Malını Allah yolunda, sadece O'nun rızasını kazanmak amacıyla harcayanların mallarında bir eksilme olmayacağı ve kazançlarının daima bereketli olacağı; buna karşılık insanlara gösteriş amaçlı, isteksizce harcama yapanların ise yaptıklarının ahirette kendilerine bir yarar sağlamayacağını Yüce Allah Kuran'da çıplak kalan kaya örneği ile hikmetli bir biçimde açıklar. Rabbimiz bu kimselerin samimiyetsiz şekilde infak etmelerini ve kazandıkları paranın hiçbir şeye güç yetiremeyeceğini Bakara Suresinde şöyle bildirmiştir:
“Ey iman edenler, Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.” (Bakara Suresi, 264)
İman etmeyenler mallarına dünya hayatında çok değer verirler, büyük bir sevgi ve tutkuyla bağlanırlar. Oysa bu mallar müminler için sadece kendilerine Yüce Allah'ın rızasını kazandırmasını umdukları birer vesiledir. Müminler sahip oldukları her şeyin gerçek sahibinin Yüce Allah (c.c) olduğunu bildikleri için, infak ibadetini çok büyük bir istekle yerine getirirler. Tüm nimetleri sadece Allah'ın rızasını kazanmak için büyük bir şevkle kullanmaları ve infak etmeyi Yüce Allah'a (c.c) yakınlaşmaya bir vesile olarak görmeleri, müminlerin Rabbimize olan sadakatlerini, O'nun rahmet ve hoşnutluğunu dünyadaki hiçbir şeye değişmeyeceklerini, bu uğurda her şeyi feda edebileceklerini en güzel şekilde ortaya koyar.
Şeytanın Kur’an ahlâkından uzak yaşayan insanlara verdiği telkinlerden biri; bu kişilere mallarını kimseyle paylaşmadıkları, saklayıp biriktirdikleri takdirde daha zengin olacaklarını ve geleceklerinin ancak bu şekilde garantiye alınacağını zannettirmesidir. Zahirde (dış görünüşte) verilen ya da paylaşılan herhangi bir şey azalır, olayları yalnızca dış görünüşüyle değerlendiren, yüzeysel düşünen bazı insanlar, şeytanın bu kandırmacasına kolaylıkla aldanabilirler. Ancak bu kişiler Yüce Allah`ın (c.c) Zülcelal-i Ve'l İkram (büyüklük ve ikram sahibi) sıfatını, dilediği kişiye kat kat artırdığını, ihsanı, ikramı bol olan olduğunu hesaba katmamaktadırlar. Nitekim Yüce Allah (c.c) Kendi rızası için infak edenlerin üzerindeki bereketini arttıracağını şu hikmetli örnekle bildirmektedir:
"Yalnızca Allah'ın rızasını istemek ve kendilerinde olanı kökleştirip-güçlendirmek için mallarını infak edenlerin örneği, yüksekçe bir tepede bulunan, sağanak yağmur aldığında ürünlerini iki kat veren bir bahçenin örneğine benzer ki ona sağanak yağmur isabet etmese de bir çisintisi (vardır). Allah, (c.c) yaptıklarınızı görendir." (Bakara Suresi, 265)
Ayetteki örnek Yüce Allah'ın (c.c) Kuran'da iman edenlere bildirdiği bir sırdır. Bu nedenle iman edenler sadece Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini, cennetini ve bereketini kazanmak için infak ederler. Onlar Allah yolunda mallarını ve canlarını harcadıkça, helale-harama dikkat ettikçe, Yüce Allah (c.c) onların zenginliklerini artırır, işlerini kolaylaştırır, Kendi yolunda harcayacakları daha çok olanak yaratır. Hiçbir endişe ve gelecek kaygısı duymadan, Allah'tan korkup sakınarak O'nun sınırlarını koruyan her mümin kendi hayatında bu sırrı yaşar. Böylece infak etmenin, Allah yolunda harcama yapmanın hem ecrini alır, hem de bereketini kazanır.
"...Gerçekten ben, mal (veya at) sevgisini Rabbimi zikretmekten dolayı tercih ettim..." (Sad Suresi, 32)
Bu ayette Hz. Süleyman'ın, sahip olduğu ihtişamlı mallarla ilgili olarak Allah'ı övgüyle yücelttiği haber verilmiş, mala olan sevgisinin kaynağının Allah'ı zikretmek olduğu vurgulanmıştır. Hz. Süleyman sahip olduğu malları kendisine Allah'ın verdiğinin farkındadır, bunlardan zevk almakta ve şükretmektedir.
Kuran'ın diğer bazı ayetlerinde, mal sevgisinin insanları saptırabileceği haber verilir. Bazı insanlar ellerindeki malı sahiplenerek bundan dolayı kibirlenirler. Allah'a muhtaç olduklarını unutur ve daha fazla mal edinmek için hırsa kapılırlar. Allah'a kulluk etmek için yaşayacaklarına, zenginlik için yaşarlar.
Hz. Süleyman kıssası bize müminlerin mal ve mülke bu tür insanlardan çok daha farklı baktığını, bunları sadece Allah'ı (c.c) zikretmek için birer vesile olarak gördüğünü göstermektedir. Müminler tüm malın ve mülkün Allah'a ait olduğunu, O'ndan geldiğini ve yine O'nun dilemesiyle yok olacağını çok iyi bilirler.
Kendilerine verilen zenginlikten dolayı kibirlenmez, şımarmaz ya da ellerindekini kaybetmekten korkmazlar. Allah'ın vermiş olduğu tüm imkânlara şükreder ve bu imkânları O'nun rızası için O'nun yolunda kullanırlar. İman eden bir kimse, Allah kendisine büyük bir mülk, ihtişam ve iktidar nasip ettiğinde de, bunların hepsini birer nimet ve imtihan vesilesi olarak görür, Allah'a olan saygı, korku ve sevgisi daha da artar. Hz. Süleyman, kimseye nasip olmayan bir iktidarı elinde tutmasına rağmen, her zaman Allah'a karşı içli ve derin bir saygı içinde olmuş ve tüm imkânlarıyla O'nun dinine hizmet etmiştir.
Hz. Süleyman, malı, Allah rızası için sevmiştir. Kuran'da Hz. Süleyman'ın Allah'tan, yine O'nun yolunda harcamak için kendisine büyük bir mülk nasip etmesini istediği bildirilmektedir. Hz. Süleyman kâinattaki tüm ilimlerin, mülkün ve hükmün gerçek sahibinin âlemlerin Rabbi olan Allah olduğunu her zaman bilerek, her işinde Allah'a yönelmiş (Sad Suresi, 30) Rabbimiz'e karşı boyun eğici ve teslimiyetli davranmıştır. Sahip olunan zenginlikler Allah'ın rızasını kazanacak işlerde kullanılırsa, bu yapılanlardan Allah'ın hoşnut olması umulur.
“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Ali-İmran Suresi, 92)
Bu ayette çok önemli bir gerçek bildirilmiştir. İnsanları gerçek anlamda iyiliğe ulaştıracak olan en temel ahlak özelliklerinden biri fedakârlıktır. Gerçek anlamda fedakârlık; insanın Allah rızası için değer verdiği şeylerden hiç düşünmeden ve seve seve feragat edebilmesidir. Sonsuz güç sahibi Yüce Rabbimiz için gerektiğinde her türlü zorluk ve sıkıntıyı göze alabilmesi, bu konuda elinden gelenin en fazlasını yapabilecek şevk, azim ve iradeyi kendisinde bulabilmesidir. Kendi menfaatleriyle, Allah rızası arasında seçim yapması gerektiğinde kendi çıkarlarından vazgeçebilmesi, bu uğurda maddi manevi her türlü özveride bulunabilmesidir.
Ancak insan nefsi bencillik, egoistlik gibi çeşitli kötü ahlak özelliklerine yatkın bir yapıda yaratılmıştır. Nefsini eğitmediği takdirde, bu bencilce duygular kişinin tüm ahlakına hâkim olabilir. Böyle bir kişi ise genellikle herkesten çok hatta çoğu zaman yalnızca kendisini düşünür. Kendisi için daima her şeyin en iyisini, en güzelini, en mükemmelini ister. Ona karşı herkesin olabildiğince anlayışlı ve özverili bir yaklaşım içerisinde olmasını bekler. Herhangi bir zorlukla karşılaştığında, çevresindeki insanların kendisi için her türlü risk ve sıkıntıyı göze almalarını; kendi menfaatlerinden ödün verme pahasına da olsa, ona destek olmalarını bekler. İçten içe hep kendi istek ve çıkarlarını korumak, kendi rahatını ve konforunu sağlamak ister. Aksi bir durumda ise, -çıkarlarını korumak ve kendisine bir zarar gelmesini engellemek adına- değer verdiği pek çok şeyi gözden çıkarabilecek bir tavır gösterebilir.
Nefsin bu zayıflıklarından kurtulmak ise ancak, imanı kavramak ve Kuran ahlakını yaşamakla mümkün olur. Kuran'da bildirilen gerçekleri ve Allah'ın emrettiği üstün ahlak anlayışını kavrayan bir kimse, hayatının her anında fedakârlık gösterebilecek bir ahlaka ulaşabilir.
“Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür. Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaçtan fazlasını infak edin. İşte böylece Allah, size ayetlerini açıklıyor. Umulur ki siz düşünürsünüz.” (Bakara/219)
“Kendisi için beğenmediği bir şeyi infak etmemek: Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde layık olandır.”
Bakara/267 “Sadakaları açıkça verirseniz o, ne iyi olur; yok eğer onları gizler de fakirlere öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızın birçoğunun bağışlanmasına sebep olur. Bilin ki, Allah, her ne yaparsanız hepsinden haberdardır.” (Bakara/271)
“Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu, işte onların Rableri katında ecir ve mükâfatları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar hiçbir zaman mahzun da olmazlar.” (Bakara/274)
Bu mübarek Ramazanda Afrika’daki açlık ve susuzlukla mücadele eden insanların durumu yüreklerimizi yakmaktadır. Geçenlerde şahit olduğum iki olaydan çok etkilendim. Kısa zaman içinde yapılanan yardım kampanyasının birinde 20 milyon diğerinde 50 milyonu bulan bağış karşısında gözyaşlarımı tutamadım. Başta Diyanet ve Kızılay başta olmak üzere ülkemizin değişik yardım kuruluşlarının hepsi seferber olmuş durumda. Devletimizin yaptığı yardımın da 350 milyonu bulduğu haberlerini alınca rahatlıyorum.
Halkımız zekât, fitre, sadaka ve iftarlıklarını Somali’deki kardeşlerine gönderiyor. “Ülkemizde bu kadar aç varken ta Afrika’ya yardım etmek doğru mu?” diyenlere kısaca şunu söylemek istiyorum. Orada açlık ve kuraklıkla mücadele eden bu insanların durumu gerçekten çok acı durumda. Orda insanlar açlıktan ölmekte. Verilen rakamlarda 29 milyon çocuğun öldüğünden bahsedilmektedir. Hangi vicdan buna dayanır? Hangi yürek buna duyarsız kalabilir ki… Onlar bizim en fakirimizin durumuna sahip olmayı inanın çok arzulamaktadır. Bizim en fakirimizin en azından sofrasında hiç olmazsa bir tane de olsa ekmeği var. O ekmeği yiterek hayatlarını devam ettirmektedir.
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) “Müslümanlar bir vücudun organları gibidir. Ayağa batan dikenden, baş müteessir olur." buyurduğu gibi dünyanın neresinde olursa olsun mü’minler bir vücudun organları gibidir. Cenab-ı Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de; “Mü’minler birbirlerinin kardeşidir” buyuruyor. Yardıma muhtaç olanlar inanmayanlar da olabilir. Mazlum ve mağdur olan her insana yardım etmek müslümanın görevidir. Acaba yardımlarımız yerine ulaşacak mı diye tereddüt içinde olanlar için söylüyorum. Biraz önce yardımların yerine ulaştığını televizyonda duyduğumu özellikle belirtmek istiyorum.
Ramazan gecelerinin olmazları arasında sayılan, camilerimizin şerefelerinin arasında gökyüzünü süsleyen, ecdadımızdan miras kalan mahyalarda; “Tut Beni Ey Oruç” sözlerini görünce konuyla ilgili birkaç satırla da olsa düşüncelerimi paylaşmak istedim.
Eğitimciliğimden kaynaklanan gözlemlerle; gördüklerim, okuduklarım ve yaşadıklarımdan zaman zaman notlar alır ve bunlardan kendimce dersler çıkarmaya çalışırım. Değerli gönül insanı Dr. Senai DEMİRCİ’nin o güzel üslubuyla kaleme aldığı “Kıl Beni Ey Namaz” isimli kitabını büyük bir zevkle okumuştum. Kitapta “Biz mi namazı kılıyoruz yoksa namaz mı bizi kılıyor?” sorusuyla karşılaşmıştım. Bu soru beni epeyce düşündürmüştü. Namazın bizi gerçek bir kul yaptığını yani bizi insan kıldığını görmüştüm. Kur’an, namaz, oruç ve infakla adam olmak… Rabbimizin istediği de bu değil mi?
“Kıl Beni Ey Namaz” “Tut Beni Ey Oruç” vb. sözler gönüllerimize hitap ettiği kadar bizleri düşündürmektedir. Bu güzel ve anlamlı mesajlar her zaman ilgimi çekmiştir. Başlıktaki sorunun cevabına gelecek olursak; soru gerçekten anlamlı bir cümle. Ramazanın yaptığımız diğer ibadetlerin (Tilavet, teravih, infak vb.) yanında tutuğumuz orucun bize çok şeyler kazandırdığını biliyoruz. Oruç, Rabbimizin rızası için yaptığımız çok özel bir ibadet. Tuttuğumuz oruçlar karşılığında Rabbimiz sevabını bizlere özel olarak verecektir.
Kalplerimizin yumuşadığı, gönüllerimizin ötelere pencere pencere açıldığı bu zaman dilimlerinin kıymetini bilelim. Oruç, irademizi güçlendiren, nefsimizin arınmasına vesile olan mükemmel bir ibadettir. Sadece oruç tutanların Reyyan kapısından Cennet’e gireceği bizlere müjdelenmektedir.
Oruç tutmak diyoruz. Tam anlamıyla nasıl oruç tutacağız. Sadece yemek, içmek ve diğer nefsi arzulardan uzak kalmak değil şüphesiz. Bedenle olduğu gibi ruhen de orucu tutmak gerekiyor. Yani bütün organlarımızla oruç tutmamız gerekiyor. El, ayak, göz, kulak… Elimizi, ayağımızı, dilimizi, gözümüzü ve kulağımızı tüm kötülüklerden korumak… Oruçlu olmak sadece aç kalmaktan ibaret olamaz. Nefsi terbiye etmek, iradeye hâkim olmaktan maksat düşmanlarımızın başında gelen şeytan ve nefsimizden uzak durmak. Kötülüğü emreden her şeyin terk edilerek, gerçek bir oruç tutulacağı da bir gerçektir.
Bizim orucu tutmamızdan daha çok orucun bizi tuttuğunu düşünüyorum. Orucun bizi tutmasıyla adeta bir başka insan haline geliyoruz. Kötü ve çirkin işlerden bizi oruç koruyor ve uzaklaştırıyor. Şerre gitmemize engel oluyor. Yani oruç bizi tutuyor.
Şimdi gül yürekli Senai Demirci kardeşimizin ruhumuza seher yeli gibi esen nadide satırlarını birlikte okuyalım.
“Hoş geldin ey suskun sevgilim; Tut sözünü; sus. Mühürle dudağımı, sesimi tut, lâl eyle çığlıklarımı. Nahoş avazların uçurumlarından çek dilimi. Yalanların kuyularından çekip çıkar nefeslerimi. Göklü söz ağaçlarının bengisuyuna kat hecelerimi.
Hoş geldin ey yüzü gamzelim; B/akışının menzilinde tut gözlerimi. Tir-i müjgan dokunuşlarınla delik deşik et kibrimi. Gör(e)meyip de seni, göster(e)meyip de yanımda yöremde, görür gibi huzurunda tut çaresiz yetimliğimi.
Hoş geldin ay yüzlüm benim; Tut saçlarımın kâkülünden, kaldır yüzümü yerden. Utancımı tebessümünün kıvrımlarına dola, yut. Pişmanlığımı gül yanağının yamaçlarına sar, uyut. Dağıt neşemin saçlarını, hüznün tenine yasla umarsızlığımı...
Hoş geldin ey hesapsız sevincim; Tut elimi. Avuçlarında tut uzanamadığım uçurum çiçeklerimi. Geri ver uzak dal uçlarına terk ettiğim huzur meyvelerimi. Tut Ferhad’ımın elinden, şirin vuslatların köyüne taşı yüreğimi. Tut Züleyha’mın elini, önü/ardı yırtık gömleklerin kuyusuna zindanına düşürme nefsimi.
Hoş geldin ey ruh ikizim; Tut, ardında tutulduğum aynalara tut yüzümü... Tut ki aynalarda avuntu bulamayan, bakışlarında kendini tanımayan, özlediğinde kendine varamayan, yüzünü yakmış bir hastayım. Gözbebeğinde tut beni. Ayıplamadan, tiksinmeden bakışının ışığından yüz ver bana. Tut ki resimli el ilanları asılmış bir kayıp çocuğum; duvar diplerine asılı umarsız bakışların kovduğu bir lüzumsuzum. Tut kolumdan, ardın sıra sürükle, yuvama götür. Tut ki mürekkebin hiç hatırını sormadığı yırtık bir kâğıt, kalemin hiç içmeyeceği unutulmuş bir sözüm. Aklında tut beni; diline dola, dudağına değdir, cümlede kullan, tut bir şiire kafiye eyle beni. Tut ki üzerindeki rakamları ciddiye alınmayan kalp parayım. Elinde tut, say beni, inci mercana sat beni. Işığa tut yüzümü; sahih kıl beni.
Hoş geldin ey son tesellim; Gözyaşımı yanağında tut, taç yapraklarına taşı ağlayışımı. Şehvetin kirinden sıyır, tenin tozundan ayıkla kalbimi.
Hoş geldin ey kalbimin göğü; Tut kanatlarımdan, rahmete yapıştır teleklerimi, yücelere yükselt bedenimi. Yağmurları tut sakla hüznümün bulutlarında.
Hoş geldin ey bin bahar neşesi; Tut elimden sımsıcak, karanfillerin kuyuna götür beni, güllerin suyuna kat demimi, demkeş eyle gönlünün pervazına kalbimi.
Hoş geldin ey ışıltılı libasım; Tut yakamdan, giy beni, giyindir beni, ört bencilliğimi, üşümeye terk etme bendeni. Omuzlarıma sarıl şal gibi, rızana razı eyle beni.
Hoş geldin ey kan davalım; Tut (i)ki yakamdan, tutukla beni, yetimlerin yüzüne çalıp pare pare eyle cimriliğimi. Bağla ayağımı yokluklara gitmekten. Bileklerimi kelepçele, yasakla ellerime biriktirmeyi..
Hoş geldin ey açlığım; Tut ve at sahte doymuşluklarımı, teni üzerimden sıyırıp ruhun semâsına savur beni. Çıplak bırak cümle duyarsızlıklardan. Yırt at yüreğimdeki yalancı tesellileri.
Hoş geldin ey sırdaşım; Tut beni, sobele. Saklandığım yerde bul beni. Şehrayinlere kat. Gizlice kaçır evden. Mahyaların ışığına kat gözlerimi. Kan/dillerin fısıltılarını lerzan gönüllere karıştır. Kanlıyı hunrîz (kan dökücü) ile barıştır ki ihanetler yatışsın, nefretler sönsün, yalnızlıklar sussun..
Hoş geldin ey gam telim; Tut getir o mahur besteleri. Notaların ahengine böl kırgınlıklarımı. Şarkı eyle, ezberinde tut kırık sözlerimi. Mızrabının ucunda titretiver yüreğimi, aşka sürgün et kelimelerimi, göklü salkımından emzir kuşluk vaktimin ümitlerini.
Hoş geldin ey güz yağmurum; Sağanağına tut bu çorak gönlü. Seline kat yangınlarımı. Damla damla denize at kanayan yanlarımı. İçimde uyuyan tohumları uyandır, baharlara taşı/r yüreğimi. Hüznümün sarı yapraklarını toprağa kat.
Hoş geldin ey orucum; Acıktım sana; sofrana oturt beni. Acıttım içimi; göğsünde avut beni. Aktım sana; damla damla yut beni. Aldandım sahte ışıklara; beşiğinde uyut beni. Ağular içtim bal kâselerinden; döşeğinde sağalt beni. Azaldım nisyanlar içinde; gözlerinde çoğalt beni. Ağına düştüm isyanların; tut elimi, doğrult beni. Ağzına düştüm yalanların; tut dilimi, doğruda tut beni. Ayartısına kandım anlık sevdaların; tut gözlerimi, körelt beni. Arı duru kalamadım, bulandım; el üstünde tut pişmanlıklarımı, durult beni. Tut beni…”
Ramazan ayında daha çok ibadet yapıyor, ibadetlerden daha çok zevk alıyor ve daha çok merhametli oluyoruz. Yardım etme duygularımız artıyor. Şu anda Afrika’da açlık ve susuzluktan binlerce çocuğun ölmesine duyarlı güzel yürekler hemen yardıma başlamış durumda.
Orucun bizi tutmasıyla arzulan bir kıvama eriyor ruhen ve bedenen arınmaya, irademizi güçlendirmeye zemin hazırlanmış oluyoruz. Ramazanda sadece infak ve oruç ibadeti yanında Kur’an ayı olduğu için yüce kitabımızı okuyup anlamalı ve hayatımıza yansıtmalıyız. Kıldığımız beş vakit namaza ilave olarak kılınan teravih namazıyla da ibadetin lezzetini doyasıya yaşıyoruz. Rabbim rızasına uygun bir şekilde yaşamayı nasip etsin. Namazla yakınlaşan, oruçla arınan, infakla yumuşayan kullardan olmamız duasıyla…
Not: Bugün idrak edeceğimiz Kadir gecenizi ve yaklaşmakta olan Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum. Rabbim; gönüllerimizdeki günah kirlerini temizlesin… Yüreğimizi sevgisiyle ısıtsın… Dua, yalvarış ve yakarışlarımızı kabul etsin… Kadir gecesinin insanlığın kurtuluşuna, toplumdaki kardeşlik duygularının pekişmesine vesile olsun. Rabbimin selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Allah’a emanet olunuz…