DİLİN ÖNEMİ
Her milletin bir dili olduğu gibi, yine her milletin bir de dini vardır. Hiçbir millet yoktur ki dilsiz ve dinsiz yaşasın. Nasıl ki yiyecekleri tuz korursa; dil, dini; din de milleti korur.
Dil; her ne kadar bir anlaşma aracı olarak tanımlansa da dil, milletlerin gelişmesine rehberlik eden, geçmişiyle geleceği arasında köprü görevi gören bir kültür mîrasıdır.
Diline ve dinine sahip çıkmayan milletler kısa zamanda kendi değerlerinden koparak başka egemen milletlerin sömürgesi hâline gelirler. Onun içindir ki dilimizi ve dinimizi titiz bir şekilde korumamız ve yozlaştırmadan bir sonraki nesle aynen aktarmalıyız.
Bir milleti diğer milletlerden ayıran en önemli fark o milletin kendi kültürüdür. Kültürü oluşturan unsurların en başında da dil ve din gelir. Çünkü kültür dile ve dine bağlıdır. Bütün kültür faaliyetlerinin temelinde bunun ikisi yatar. İnsanlar onlarla bilgi edinir, onlarla yaşar.
Düşünce dilin ruhudur, dile hayat ve şekil verir. Düşünceye bağlanmayan dil, bir papağanın konuşmasından farksızdır. İnsanın düşüncesi dili vâsıtasıyla ortaya çıkar. O olmadan hiçbir şey olmaz. Çünkü dil, düşüncenin aynasıdır, evidir, âletidir, hatta kendisidir.
Dil, düşünceyi ferdilikten çıkarır toplumun malı hâline getirir. Düşüncenin bütün meziyet ve eksikliklerini kendisinde aksettirir.
Dil zenginse kültür de göz kamaştırıcı olmuştur. Birkaç yüz kelimeyi geçmeyen dilin kültüründen bahsedilemez. Kültür ve medeniyet incelemeleri bize şunu göstermiştir ki büyük medeniyet ve kültürler zengin dille meydana gelmişlerdir.
Güneş altında söylenmedik söz yok gibidir. Bu sözlerden kimisi bize ulaşmış kimi de ulaşmamış olabilir. Tıpkı ışığı bize ulaşmış ve ulaşmamış yıldızların olduğu gibi... Biz yine de bazı şeyleri tekrar etmek sizlerle paylaşmak istedik. “Et tekrar-ı ahsen, velev kâne yüz seksen” -Bir şeyin tekrarında fayda varsa onu, yüz seksen kere de tekrarlasan yine de faydalıdır...
Şu gerçeği üzülerek ifâde edeyim ki, Türk insanının büyük bir kısmı artık düşünmeden konuşuyor. Bu yüzdendir ki dilimizin tüm güzellikleri bir dil yozlaşmasıyla karşı karşıya. Bir yabancı hayranlığı başını almış gidiyor. Bunu doğrulamak için çarşı ve pazardaki dükkân tabelalarına bakmanız kâfidir. Bu tabelalarla âdeta kendi elimizle, kendi dilimize karşı savaş açmışız. Öyle ki yabancı kelimeleri bayraklaştırmışız. F. Hüsnü Dağlarca’nın “Türkçem, benim ses bayrağım” sözü rafa kalkmış dükkânların önüne –âdeta tabelalarla- yabancı bayraklar asılmıştır... “Büyük Türkiye” ideali gitmiş, onun yerini “Küçük Amerika” olma sevdâsı almış...
Ne demek “Şarküteri bakkaliye” adamın dükkânında tavuk eti dâhi yok ama dükkânının adında “şarküteri” kelimesi var. Şarküteri kelimesinin domuz eti ve mâmullerinin satıldığı yer anlamına geldiğini ner’den bilecek... Ne demek bir insan -uydum batılılaşma kalabalığına diye- Müslüman mahallesinde Müslüman olduğu halde salyangoz satmaya kalkışacak ne acı değil mi?.. Halaoğlu, teyzeoğlu, dayıoğlu ve amcaoğlu dururken Fransızca, “kuzenim” demek neyin nesi?
“Yüzlerce yılda olgunlaşan atasözlerinin yerini garip, anlamsız, komik anlamlar içeren duvar yazıları almış, sanatçılığın ağırlığını kaldıramayanlar ise argo, ahlaksız sözlerle halkın karşısına çıkar olmuşlar. TV kanallarında her gün karşımıza çıkan eğitimsiz kişiler ise o güzelim Türkçemizi katletmektedirler.”
"Dil, bir milletin hem kalbi, hem zihnidir. Unutmayınız ki, kalbi duran ölür, zihnini yitiren delirir."
Dünya siyâsetinde ve ticâretinde güçlü olmak istiyorsak -ki istiyoruz- o halde kendi kültürel değerlerimize tam sahip çıkmamız, daha çok çalışmamız, daha çok üretmemiz, birlik ve berâberliğimiz korumamız gerekmektedir.
Yazımızı Nihat Sâmi Banarlı’nın şu sözü ile bağlayalım. “Türk dilini seviniz! Çünkü Türkler’in en az geçmişleri kadar büyük geleceği olacak ve bu gelecek, o geçmişe dayanacaktır...”
Âtisi, mâzisinden daha güzel olan günlerde buluşmak dileğiyle...
Hanifi KARA