Rumuzlar, remizdir; aşka saygıya dururken cümleler.
Kalplerin önünde eğilir harf harf. Gelir de gidemez aşk yolcusu. Arzuhalcisi
kelimeler ki, onlar da kalp elçisi.
Aşk pınarı yönünü
kendi tayin etse de çağlayan misali, beyhude çabadadır itiraz ederken kalp
bekçisi. Bilmez ki, gölgesinden kaçamaz âşık, yüreği de kendisi demektir zati.
Sevdiğine mühürlüdür her daim kendi içine giden yollar.
Kalbindeki
yangınların hükmünü kelimelere geçiren bu aşk hikâyesinde, bitiş yeri “ateşgâh”
olsa da, koşar adım gidilen bir güzergâh. Kitabın içinize akıttığı o sahici
hisse mani olamayacaksınız.
Hangi yana dönseniz
sevda soluyacaksınız. Hangi sesi duysanız, bir sevi tınısı kulaklarınızda
olacak. Gaipten düşen nida “kalbin kapı sürgüsü yoktur.” diyecek.
Tesiri kati,
aşkı latif,
gönle makbul bir eser okuyacaksınız.
DİLA EMRAL AYDIN
DÜŞ KIRIKLARI '' ÖN SÖZ''
AKDE AYRAÇ - AHDE
VEFA
Gecenin sükûnetini bozdu çığlık. Akşamdan tünemişti bacaya,
haber postacısı misali guguklayan baykuş. Baba, bin birinci kez arşınlıyordu
kapı önlerini, paçalarıyla süpürüyordu ayağına takılan çerçöpü. Ne gelmez
bebekti bu, oysaki ta kuşluk vakti göstermişti alametini. Feryat figan
eşliğinde "Ha gayret!" diyen yalvarışları sokaktan duyuluyordu
ebenin. Ne zordu dünyaya gelmek, bir o kadar da kolaydı, bir nefesle veda
edilirken.
Seher vaktini bekliyormuş demek, "Seher" olacakmış
adı, kaderi kedere dönüşmeden önce.
Büyüyüp serpildikçe Seher, daha fazla kol kanat geriyordu babası,
"kem gözlere davetkâr güzelliğine toz konmasın." diye. Her dem
daraldıkça mahpusun çemberi, boğuluyordu Seher. Mavi gözleri, zerre kadar ışık
huzmesine çanak tutuyor, esiyordu etekleri alev alarak.
İlahi Aşk! Ne babayiğitlerin yüreğinde köz olursun da,
Seherciğin yüreğinde bakir durur musun? Depreşti günbegün duyguları, henüz yeni
sürgünken filizler. Esti, uçtu sonunda baba ocağından. Bir zalim inandırmıştı
onu; od'una yandığına, onsuz yaşayamayacağına.
Dert derdi katmerledi; çile çileyi doladı yumağa
yıllarca. Aşkta vefa yoktu ki bir akit kalmıştı
yırtılası, lakin bir iken iki olmuşlardı aynı soyada malik. İlk kez gece vakti
esmişti Seher yeli; bir kendini, bir de miniğini kaçırırken zalimin zulmünden.
Hâlbuki hayatın kucağı da yangın yeriydi, estikçe harlanan
alevler bırakmadı peşini. Kara kara bulutlar arasından maviye dikti gözünü
lacivert.
Mavi, Seher; lacivert, Düşgezgini. İkiden bir olma,
"ben"den biz olabilmeydi remizleriyle hemhâl.
Seher'in düşlerinde
uğramadığı mekân kalmadı Düşgezgini'nin. Gezdi, gördü, kalbine otağ kurdu en sonunda.
Esti ona seher vakti, lakin kader hangi tel örgüyle karşısına çıkacaktı
bilmiyordu. Gözlerinde murada erdi, kalbinde huzur buldu derken; ne vakit, hangi zaman diliminde ve kimlere “ahde vefa” eyledi sevdiği,
bilemedi.
Ey Düşgezgini, düşten düşülür mü hiç? Aşkın dizleri
"uf" oldu bak, gönülde kabuk bağlamayan yaralar açıldı. İnme indi
hayallere. Baharlar zemheriye döndü, gel gör ki; şerbete zehir katıldı,
katıksız. Uçurumun en ucunda gördüm sandı; almak, tutmak istedi, düşeyazdı Seher.
Ey aşka inancını yitirmiş okuyucu, varlığı kadim aşkı,
"Düş"ünü yazdı Seher. Ona
ulaşmaya ramak kala; akdi bakidir, aslolan ahde vefa...
Her daim, düşlerde de gezmeye kadir hâldir, Seher’in hâli.
Cismen uzak olsalar da, aslen onda ve hep ona doğru esecek.
Akde ayraç koydu sadece, bu böyle biline.
DİLA EMRAL AYDIN