25 Nisan 2009
Cumartesi
Sema Kaygusuz’un öykülerinin etkisindeyim. Sandık Lekesi’ni okudukça sandığın diplerindeki gizler gün ışığına çıkıyor. Sandık lekesi kitaptan ruhuma yayılıyor ve bir hayatı tutsak ediyor. Kadın Sesleri adlı öyküyü en az üç kere okudum. Bugüne kadar fark edemediğim için kendi kendime kızıyorum Sema Kaygusuz’u. Yaşayan kadın öykücülerimizin yazdığı kitaplar içinde, Ayfer Tunç’un Taş-Kâğıt-Makas’ıyla birlikte, en favori öykü kitabı oldu Sandık Lekesi şimdiden.
*
Gece gördüğüm karışık rüyaların etkisiyle mi küçük İskender’e sığındım? Rüyaların ötesinde günümü de mi soyut bir bakışa yönlendirmeliyim? The God Jr beni hangi düşüncelere sevk edecek?
Bir aşkın ince duygularını çok iyi anlatmayı başarıyor bazen küçük İskender. Her kitabında olduğu gibi bu kitabında da bulunduğum ruh haline gönderme yapan dizeler takıldı zihnime:
“Her terk edilişinde yeniden dönersin ya
eski sevgilinin saçlarına, dudaklarına
işte, geçmişle hesaplaşır gibi seviyorum seni”
*
Bir masal gibi başlamıştı oysaki. Günden güne gerçeğe dönüşerek… Ta ki 25 Temmuz 2007 gününe kadar. Karşıyaka’da, deniz kenarında bir masalın sulara gömülüşünü izlerken elimde bir sigara vardı. Bitiyordu… Hayatın anlamı bir sigara eşliğinde İzmir’in sularına gömülüyordu. Aslında ikimiz de farkında değildik, benim için kâbus dolu yılların başladığından. O günden sonra her sabah aynı hislerle uyandım. Her sabah aynı kaybedişi yaşadım. O günden sonra her sabah, benim için, Karşıyaka’da denize gömülen bir masalı çağrıştırdı. Ama ben bunları yaşarken, benim bunları yaşamama sebep olan kişinin hayatında hiçbir şey değişmedi. 25 Temmuz’dan bugüne hiçbir şey O’nun sabahları uyandığında Karşıyaka’da olmasına neden değildi.
Oysaki benim yanımdaydı.
Benim günden güne tükenişime tanık oluyordu.
Görüyordu…
Aldırmıyordu…
Oysa bir masal gibi başlamıştı. Tam 21 ay önce kâbusa dönene kadar…
*
Gülten Akın’ın bir dizesi bütün gün aklımda dolaştı durdu:
“Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya”
O kadar dağınık ki etrafımdaki insanlar, anlatamıyorum, gösteremiyorum, önemini hissettiremiyorum ‘ince şeyler’in. Kendi dağınık bakış açılarıyla ancak bariz şeyleri seçebiliyorlar ve ne yazık ki beni anlayamıyorlar. Şiir de olmasa kendimi yapayalnız hissederdim herhalde.
Tuna BAŞAR
yirmi5nisan’09gecesi karşıyaka