Dostumuz, yüz akımız.

Dostumuz… vefasızımız.

Dostumuz, ak sütteki leke.

Dostumuz, sırtımızdaki hançerin ta kendisi. Saplandığı yerden çıkarsanız, çok iyi biliyorum, başka bir yerinizi çizer. Bu, dostumuzun yaradılıştan gelen bir özel özelliğidir.

Dostumuz, iyi ve kötü günümüzde her zaman yanımızda olduğunu söyler. Ama aynaya düşen, söylenen değil. İyi günümüz, daha çok hoşgörülü olduğumuz günümüzdür. İyi günümüzde, yanımızda olmayanı fark etmeyiz. Fark etsek de, vefasız dostumuzu daima affederiz. Kötü gün, kara günümüz; düştüğümüz, yalnız kaldığımız gün. Şimdi geçmiş zaman aynasına bakmanızı isterim. Gözünüzü dört açıp iyice baksanız da, Kurtuluş Savaşı’mızın hiçbir karesinde dostumuzu göremezsiniz. Çünkü dostumuz, başka dostlarının sözüne uyarak, başka heveslerin peşine düşüp zor günümüzde yanımızdan sıvışanımızdır.

Dostumuz, bütün güzelliklerimizin gerçek sahibidir. Bizi biz yapan ne varsa, hepsinin yapıcısı ya da sahibi olarak sadece kendisini görür. İlkbaharı müjdeleyen demircinin örs ve çekici, dostumuzundur. Böyle olmasına rağmen, dostumuz daima “Ergenekon”da yaşadığını ileri sürer. Yani yoğurdun kaymağını hep biz yerken, suyunu ona bıraktığımızı söyler. Sözüm ona dostumuz hep yalnız bırakılmış, bütün zenginlikleri elinden alınmıştır. Bunu da temcit pilavı gibi günaşırı tekrarlar. Öteki dostları da koro halinde daima ona hak verir.

Dostumuz, kahramanlık nedir bilmez. Tek başına hiçbir yerde, hiçbir şekilde ses çıkaramaz. Öteki dostlarının yüreklendirmesiyle ve peşine düşmeleriyle, yandaşlarından aldığı güçle ancak kıyıcılık neyse onu becerir. Aslında Malazgirt bile ona oldukça yabancıdır.

Dostumuz, Erzurumlu Nene Hatun, Gaziantepli Şahin ve Kahramanmaraşlı Sütçü İmam’ı önderleri arasında saymaz.

Dostumuz, henüz yeni doğmuş bebesinin dışındaki bütün aile bireylerine yeşil kart çıkartmıştır hem de bir tane değil, ne kadar istenirse o tane… Çeşitli kalemlerden de parasal yardımların tamamı onlara akar. “Ot” satıp almakla övündükleri “otobüs”leriyle taşımacılık, çeşitli tonajdaki tankerleriyle de sınır ötesi petrol ticareti yaparak zenginlilerine zenginlik katar ama daima yoksul olduğunu öne çıkarır. İç ve dış kapıların hepsinden karşılıksız parasal yardım bekler ve alır.

Dostumuz, evinin önündeki yola uçak bile inebilecekken, yolsuzluktan dert yanar, bizi her zaman uçağa binebilen insanlardan sanır. Uygarlığın bütün nimetleri devlet desteğiyle kendisine bol bol sunulmasına rağmen, bu nimetlerden çoğunu, dağdaki yılana kaptırır. Yılanın ıslıklarını dinler.

Dostumuz, lekesi bize sürülmek kaydıyla berdeli “töre”dendir diye yaşar, bitip tükenmeyen kan davaları peşinde koşar. Üstelik şehre indiği her yere köyünü taşır, güzelim şehirlerimizden birçoğunu köyüne benzetir. Şehirde bile bile beslediği keçisini, karnını doyurması, canım çiçeklerimizi tıraş etmesi için bahçemize bırakır. Tuhaftır dostumuz; dağında bağında, yaşamak umuduyla başkaldıran ilk yeşili derhal yok eder, büyüyüp dal budak salmasını önler. Sonra da altında oturacak ağaç gölgesinin olmayışından ötürü bizi suçlar.

Dostumuz, sadece ama sadece, bizim olduğumuz yerde yaşar. Moğolistan’da evimiz olsa, en yakın komşumuz da dostumuz olur. Ondan kurtulamayız. Denemek için Himalaya’ya çıksak, dostumuzun da yanı başımızda bittiğini görürüz. Kim ne derse desin dostumuz, bizim olmadığımız yerde, asla yaşayamaz. Zaten öyle bir yerde de yaşamak istemez. Çünkü biz, dostumuzun en garantili şemsiyesiyiz.

En garantili şemsiyesi…

Yaşama şartlarını iyileştirsin diye, dostumuzu Avrupalara gönderdik. Oradaki bütün hatalarını, “Türk milleti adına” kabullendik. Bu dostluktan da elimize ne geçti, yalanım yok, hâlâ anlayamadık. Ama eksimizin ne olduğunu dakika başı uygar Avrupalının sözcülerinden durmaksızın dinliyoruz. Onlar söyledikçe dostumuzun keyfi yerine geliyor ama biz, biz gerçekten üzülüyoruz.

Bütün bunlar yetmez gibi, şimdilerde dostumuz bizimle aynı dili konuşmama çabasında. Dostumuz şimdilerde kendi diliyle okuyup yazmak istiyor ama bu uğurdaki gayretin de tarafımızdan gösterilmesini bekliyor. Dün olduğu gibi bugün de “Armut pişsin, ağzına düşsün!” anlayışında. Zaman zaman gayret ettik, denedik fakat bazı noktalarda açılan “dil kursları”na katılımın yeterli sayıda olmadığını da gördük. Dilde ayrılık, başka bir kimlik aramak demektir.

Demek ki bir yerde yanlış var ama nerede?

Açıkçası bilmiyoruz.                  

Ünlü bir geveze, dostumuzu tanımlarken “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” sözüne takılınca, yazmadan duramadım. Yazıyı yazdım ya dostumuzun “dostu” olduğunu söyleyen ünlü gevezeden daha yakınız dostumuza. Çünkü dostluk, cömertlik demektir. Cömertliğin temelinde kavgacılık yoktur.

“Hayvan tırnaktan, insan kulaktan kapar.” derler. Az da olsa dostumuz hisse kapsın inancıyla ben yine de “Ne mutlu Türk’üm diyene!” demekten vazgeçmeyeceğim.

Kaparsa kapar, aklının bir köşesine de şunu yazar: Biz en azından Türk kimliğimizle dostumuzun, cömert bir dostuyuz.

Dostumuz, yüz akımız.

Dostumuz… vefasızımız.

Ne dersiniz, “Türk’ün Türk’ten başka dostu” var mı?

Gerisi “teneke” tıngırtısı…

 

Oyhan Hasan Bıldırki

( Dostumuz başlıklı yazı Oyhan Hasan tarafından 24.03.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu