“Hemen pes etmemelisiniz” dediğinde doktoru ellerimle boğmak istedim. Ama yerimden kalkabilecek kadar gücüm yoktu. Güzel oymalı ahşap masasının arkasında kendinden emin, hakkımda verdiği hükümle bir şey başarmış edasıyla oturuyordu. Elindeki kalemle oynuyor, bakışları üzerimde vereceğim tepkiyi bekliyordu. Gözlerimi kaldırıp gözlerine dikmek;

 

“Yanılıyorsunuz, siz benim ölmemi istiyorsunuz ama ölmeyeceğim, yaşayacağım !” diye bağırmayı çok istedim. Ama ağzımı açmak bir yana gözlerim bile hareket etmedi doktor bey. Bakışlarım, elinde çevirip durduğu kaleme bir kere mıhlanmıştı.

 

Sinirime dokunuyordu o kalem. Yerimden kalkıp parmaklarının arasından almak, bir kağıt parçası gibi paramparça etmek için müthiş bir arzu duyuyordum. Merak etmeyin yapmadım. Sadece kalemi seyrettim.

 

“Gülay hanım, Gülay hanım... iyi misiniz?” dediğini duyduğumda, ismimi ağzından silebilmeyi çok istedim. Biliyor musunuz Doktor bey, o koltukta otururken öfkemin damarlarımda dolaşmasından ne büyük bir zevk duyduğumu anlatamam. Hayır, hayır bakmayın öyle, elbette bir taşkınlık yapmadım. Yapamadım…Sadece içimde tutuşan öfkeden aldığım güçle ancak ayağa kalkabildim.Vücudum öyle ağırdı ki, bacaklarım bu yükü taşımayacak gibi titriyordu.

 

Ben her zaman kibar bir insan olmuşumdur. O gün de öyleydim doktor bey. İnanın bana, iyi bir hanımefendi gibi elimi uzatıp teşekkür ettim. Hatta yüzümde bir tebessüm dahi vardı.

 

Doğru söylüyorum. Kibar davranabilmek için zorlanmadım bile. İçimde bir öfke, ilk defa bu kadar kabarmıştı. Ama bir damlasını dahi benliğimden dışarı sızdıramadım.

 

Öyle biriyim işte ben. Kendim için yaşadığım kaç günüm var hatırlamıyorum bile.

 

Başınızı da ağrıttım. Neyse muayenehaneden çıkıp, hastanenin koridorlarında nasıl ilerledim kapıya nasıl ulaştım bilmiyorum. Birden kendimi sokakta buldum. Eğer soğuk hava ile ürpermeseydim, ne yaptığımı bilmeden, ayaklarım nereye götürürse oraya kadar giderdim. Yüzüme çarpan kar taneleri ile kendime geldim. Bir daha görecekmiydim, bir kışım daha olacak mıydı…İlk aklıma gelen şey bu oldu doktor bey.

 

Bunu anlayabilir misiniz ? Biliyorum, hepimiz bir gün öleceğiz. Ama kendimden başka hiç kimseyi ölüme bu kadar yakın düşünemedim. Kelebekleri düşündüm o an. Ömürleri kısadır ya. Belki ben daha uzun yaşayacağım. Ama ölüme onlardan daha yakındım.

 

Bakışlarınızdan anlıyorum. Bana acıyorsunuz. Belki acımıyorsunuz, ama ben öyle hissediyorum. O gün de bunu hissettim. Karşıma çıkan herkesin öleceğimi bildiğini, onlardan önce öleceğim için bana acıdıklarını düşündüm. Hayır yanılmıyorum. Belki de yanılıyorum. Belki de yanılıyorum ama öyle hissettim işte.

 

Hastanenin girişinde bir çiçekçi vardı. Beni görünce bir demet nergis uzattı. Hepsi de boynunu bükmüştü doktor bey. Onlar da ölüyorlardı tıpkı benim gibi.

 

Kabul ediyorum, hemen karamsarlığa kapıldım. Haklısınız. Ama benim yerimde olsaydınız siz ne yapardınız. Elindeki tıp diplomasına güvenen biri karşınıza geçip de “ öleceksin” desesiz ne yapardınız. Yine de içimdeki yıkıntıları, onun yanında belli etmedim. Ama o bir demet nergis avuçlarımdayken, tutamadım kendimi.

 

Soğukla birleşince, gözyaşlarım yanaklarımı öyle acıttı ki tarif edemem. Ne kadar sıcaklardı. Üşüyen tenime bir kor gibi döküldüler. Yanaklarım sanki ateşte kavruluyordu.

 

Ne mi yaptım sonra. Hayır doktor bey eve gitmedim. Sanki ölüm meleği beni evde bekliyor gibiydi. Eve gitmekten korktum. Hala da korkuyorum ya. Evde ölmekten korkuyorum doktor bey. Tek başıma ecelle karşılaşmaktan korkuyorum.

 

Bir süre dolaştım sokaklarda. Aslında yürümeyi hiç sevmem ben. Nereye gideceksem arabamla giderim. Ama o gün ayaklarımı yeni fark etmiş gibiydim. Bacaklarım isyan edene kadar sokaklarda dolaştım. Henüz güneş batmamıştı ki, ayaklarım bedenimi taşımaktan yoruldu. Bir parka girdim ben de. Bir banka oturdum. Üstü karlarla kaplanmış bir banka. Yaprakları dökülmüş bir ağacın kuytusunda unutulmuş gibi sessizliğe gömülen bir banka oturdum.

 

Doktor bey biliyor musunuz, unutulacağımı bilmek de çok acıtıyor beni. Ölüm bir, unutulmak iki. Hatırlanacak bir karakterim var demiyorum. Yine de hayattan elde etmeyi umut ettiğim çok şey var daha. Bir yuva, bir eş belki çocuklar…

 

Belki böylesi daha iyidir, ardımdan ağlayacak çok insan olmayacak. Benim için çok insan üzülmeyecek. Kimseyi üzmek istemiyorum. Üzülmesinler. Ama beni hatırlayacak kaç dostum var onu da bilmiyorum.

 

O bankta otururken hep yanıbaşımda duran ağacı seyrettim doktor bey. Gövdesi çatlamış, yer yer kabukları soyulmuş. Acaba ölünce benim de bedenim böyle mi olacaktı. Yoksa, omuzlarımda biriken kar gibi eriyecek mi vücudum toprağın altında.

 

Ben hiç ölü görmedim doktor bey. Annem öldüğünde bile yüzünü görmek istemedim. Onu hep gülen gözleriyle, o pembe parlak teniyle hatırlamak istedim. Daha doğrusu babama öyle söylemiştim. Ama o gün fark ettim ki annemi bir ölü olarak görmekten korkmuştum. Keşke görseydim. Son bir kere baksaydım yüzüne. Ben öldüğümde “son bir kez göreyim” diyen dostlarım olacak mı benim.

 

Elimde değildi doktor bey. Oturduğum bankta, aklımdaki tek soru bu idi.

 

Ölünce neye benzeyeceğim. Karların örtemediği birkaç kurumuş yaprak vardı yerde.

 

Haklısınız o gün bu düşüncelerle sadece moralimi bozdum. Ama bir şey daha düşündüm. Öldüğümde cesedim o ağacın kabukları gibi yer yer çatlayacak, o yapraklar gibi çürüyecek, fakat baharda o ağaç tekrar diriliyor ya, acaba ben de…

 

Ne oldu doktor bey, o çan niçin çaldı?

Öyle mi…

Demek seans bitti.

Peki,

Haftaya tekrar gelirim doktor bey,

Zamanınızı çalmamalıyım elbette.

Başka hastalarınızla ilgilenmeniz gerektiğini ben de biliyorum.

Öyleyse haftaya,

Eğer hayatta olursam

Ve gelecek kadar güç bulabilirsem, haftaya tekrar görüşürüz.

Kapıyı arkadan kapatmamı ister misiniz?

Tamam

Kapatıyorum

Yalnız, son bir şey sormak istiyorum.

 

Doktor bey, ben ölünce o ağaç, o yapraklar gibi olacağım. Peki onların dirildiği gibi benim de dirileceğim bir bahar olacak mı?

 

Neyse, boş verin doktor bey, size sağlıklı günler dilerim…

 

( Bir Seanslık Monoloğ başlıklı yazı reyya tarafından 25.04.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu