O, her zaman, oradaydı...
 
Bembeyaz karın altında saklanan
Bir tohumdu, önce…
 
O’nu yalnız ve yalnız
“Sen orada kök salacaksın” diyen
O Kudretli Ses ile
“Ben seni saklarım” diyen
Başkalarına soğuk,
Sadece ona sıcak
Bembeyaz örtü
Bildi, her şeyden evvel…
 
Kimseler,
Daha tanımıyordu O’nu…
Onu bilenler biliyordu ya,
Ona erenler eriyordu ya
O, yerinden memnundu.
Memnundu işte;
Gülümsüyordu…
 
Bir zaman sonra Güneş,
Kar örtüsünü seyrettiği
Yerinden kalkıp da
Yürümeye karar verdi…
“Hayatı gölgelere bırakmayacaktı”
Bu kararından sonra...
Yürüyecekti;
Her yeri ışıtmak,
Ve her yeri ısıtmak için…
 
O da görüyordu:
Bembeyaz kar örtüsü
Görevini yerine getirmişti
Nicedir…
Paylarına erebilen
Gören gözlere göre,
Dağıtıyordu payları
Bembeyaz örtü, hakkıyla…
 
Kar örtüsü,
Kimine soğuktu,
Kimine gözü kör eden beyazlık.
Kimine aydınlık geleceğin levhası…
Altında saklayıp da
Kol kanat gerdiğine ise,
Gizemli ve güçlü günlerin müjdecisi…
Kar, beyazlığının içinde
“Payları da, gözleri de, renkleri de
Ve elbette sırları da”
Sıkıca tutuyordu.
Ona teslim edilenlerin kıymetini
Bilerek gülümsüyordu…
 
Ama anladı bir gün Güneş;
O saklanan ve beyaza emanet
Küçücük hazine
Karın kol kanat gerişiyle
Hakiki olgunluğa
Eremeyecekti…
 
Kendinden utandı güneş;
O bembeyaz
Ve o hemencecik eriyebilecek örtü
Cüssesinden beklenmeyecek çabayla
Şefkati dağıtıyordu, ona sığınana…
 
Fakat Güneş; ya kendisi!
Güneş, doğmaktan kaçıyordu, sanki.
Günlerce, içten içe terledi güneş…
Ve o gün Güneş;
“Doğmak” ve “ısıtmak” için
Karlı yeryüzüne
“Yürümek”i göze aldı…
 
Kar taneleri,
Güneşin onlara doğru
Geldiğini görünce
Derinden gülümsediler…
Gözbebekleri ışıldadı, beyazın…
“Oh, nihayet” dedi; karlı örtü,
Örtüsünün altında gizlenene
Usulca fısıldadı:
“Benim görevim buraya kadar,
Sadece benim gölgem
Ve benim ısım
Sana yetmeyecekti.
Bunu ikimiz de biliyoruz…
Şimdi,
Kendine güven ve
Sana doğru gelen güneşe
Başını kaldır!
Ben çekilmeliyim aradan,
Bundan sonraki günleri
Sana gösterecektir, Yaratan!
 
Kar,
Görevini tamamlamanın,
Kıymetli emaneti
Ehline teslim etmenin
Sonsuz huzuruyla
Mutluluktan eridi:
Erirken, gülümsüyordu…
 
Tohum,
Başını uzattı,
O’na doğru yürüyen Güneş’e…
Güneşle tohum göz gözeydiler, işte…
Ne
Gökyüzüne ve güneşe
Başını uzatan tohum
Tereddüt geçirdi, bir an.
Ne de
Güneş, “Yürüme” kararından
Pişmanlık duydu, bir zaman…
İki yüreklinin
El sıkışacağı an, bu andı.
Anladılar ikisi de;
Vakit, tamam!
 
Öyle bir buluşmaydı ki
Güneşle tohumun buluşması;
Zaman baş döndürücü
Bir hızla ilerledi…
Ya da
Zaman durdu da;
Tohumun gökyüzüne ermek
İsteyen kolları
-Yüreğindeki filizle-
Yeşilden fışkırarak
Ansızın göğe doğru yükseldi…
 
Olan neydi?
Gerçek hangisiydi?
Bunu,
Yürekleriyle görenlerden
Gayrısı
Hiç bilmedi…
 
O müthiş ve hızlı
Kavuşmanın
Nihayete ulaştığı
Demde,
Güneş şöyle bir baktı:
Karşısında duran;
Yeşile gark olmuş
Neşeli dallarıyla,
Kahverengi köklü
Sağlam bir ağaçtı…
 
Güneş gördüğü
Manzaradan titreyerek,
Ellerini gökyüzüne açtı:
 
“Rabbim, sana şükürler olsun! Bana yürüme cesareti vermeseydin; ben, bu yeşili ömrümce göremezdim. Hem de, küçücük bir “tohum”un “sırrı”na eremezdim…”
 
Ağacın dalları Güneşten az evvel Rabbine el açmıştı:
 
“Rabbim, sana binlerce şükür! Beyaz karın dışındaki soğuğu değil de, içindeki sıcağı buldurdun bana, önce. “Gölge” içinde kaldım, aylarca… Ama rüyalarım, “Senin Sayende” hep ışıkla süslüydü. Biliyordum! Bir gün Güneş, yürüyüverecekti, bize. Bana o buluşmada, Güneş’e başımı uzatma cesareti vermeseydin; hem Güneş’e bakamazdım, hem de içimde gizlenen hayatın yeşille açılan sırrına eremezdim.”
 
Güneş Ağaç’a; Ağaç Güneş’e hayranlık ve hayret içinde bakıp da birbirlerinde “canlılığın sırrını” ararken göklerden Bir Ses geldi:
 
“Ey Güneş! Sen, tam zamanında yürümeye karar verdin. “Yüreğinde duyduğun kararı” cesaretinle bezedin de, “zamanında” yürüdün! Ama şunu bil ki; senin yürüyüşün buraya kadar! Sadece gölgelerin değil; gölgelere sabredenlerin de “günü gelince” gözünü ve gönlünü açmaktı, senin görevin. Görevini bildin! Görevinde cesurdun, kararlıydın ve kararınca yürüdün! Sıcaktın; ama kavurmadın! Aydınlıktın; ama gölgeleri hiçe saymadın. Her şeye ve herkese; her şeyden çok önce uzanabilirdi ışık demetlerin; haddini bildin! “Sesimi”, “yüreğinde gizlenen sesimi”, yani sana verdiğim, senin olan sesini dinledin! Elini uzattın tohuma; ama aynı zamanda tohumun sana uzanmış elini de mağrur olmadan kabul ettin! Şu an’a kadar, sana verdiğim bilgin ölçüsünce bir Güneş’tin. Şimdiden sonra da, öyle ol!
 

Şimdi, senin en büyük görevin; bu yerde, bu noktada ve bu kararda durman! “Yürümek cesaretse, bir kararda durmak, sabırdır. Gizeme;  yan yana durabilen sabır ve cesaretle ulaşılır. Ağaç’ı iyi takip et! Bazen ışık, bazen ateş, bazen gölge ol, O’na! Ve asla sesini çıkarma. O da sesini çıkarmadı şimdiye dek, ve bundan böyle de çıkarmayacak; görüyor musun? Sustuğun-uz müddetçe “Sesim” duyulur, yüreklerden…”
 
Güneş ki, orada durdu,
Ve ağaca sabırla baktı:
 
Ağacın kökleri topraktaydı,
Dalları sağlam ve taze…
Yeşil yapraklarla doluydu
Her tarafı…
İçi huzurla kaplıydı, ağacın;
Neşeliydi…
Yeşilinden ümitliydi…
 
Kendisini karşıdan izleyen,
“Sıcaklığı karar içinde olan”
O Mükemmel Güneş Dostu da
Yanı başındaydı;
Tüm gözleriyle
Gördü, Ağaç…
 
Gördü de
O sessiz ama sabırlı Ağaç,
Fakat, neden;
“Hâlâ yüreği pır pır ediyordu?”
Birden,
İçindeki gizemi hatırladı,
İrkildi ve gülümsedi…
Gizem de titredi o an,
Dolandı pır pır…
 
“Sabır” dedi,
Güneşe seslenen “Ses”in aynısı:
“Sabır”…
 
Gizemle ve sabırla ısındı, ısındı;
Gizemle ve Güneşle  ısındı, ısındı,
Isındı, ısındı; “Ağaç…”
 
Geldi, çattı zaman…
 
Her dalda,
Tıpkı “bembeyaz örtünün altında kalan
O küçük tohum gibi…”
Tıpkı “içindeki gizemiyle gölgelere sabreden
O büyük tohum gibi…”
Binlerce “tomurcuk”
Patlamaya başladı:
Sabırla bir bir…
 
Sanki Güneş’in her gülümseyişi
Her “gülücük saklı” patlayış
“Bir Tohum Tanesi”ne eşti.
 O An’ı bize anlatan, Güneş’ti…
 
Ağaç gülücüklerle dolunca;
Kendini daha bir önemli,
Şimdiye kadar hissetmediği ölçüde
Daha da anlamlı hissetti.
 
Şu an’a kadar hiç tatmadığı
Bir “seziş” sardı benliğini…
Nasıl sezmesindi yüreğinin gülüşünü:
O her bir tomurcuğu,
İlk tohumun bilgisine eş tomurcukları
“gizem”le dopdoluydu…
 
Sabretti, güçlü Ağaç:
Sabretti…
Hatta ezelden öğrendiği sevgiyle
Dallarının altında duran,
“Sıcaktan kaçanlara”
“gölge” serpti;
Dallarının gölgesine sığınanların
Yüreklerine hiç gölge etmeden…
Bu sırrı ona yaşatan
Kara da Güneş’e de teşekkür etti;
“Ben, kendim öğrendim” demeden…
 
Tomurcuklarını  hayretle
Kucaklarken Ağaç:
Şu ân’a kadarki hayat seyrini,
Ve şu ân’dan sonraki canın rengini
Güneşin tüm “ışık”larından
Aldığı kuvvetle
Seyretti…
 
Köklerinin, dallarının, tomurcuklarının,
“Gücünün” bilgisini ve sırrını
Anlamaya ve çözmeye uğraştı Ağaç;
Güneş’in ona verdiği her bir günde…
 
Şu gizem? Ve bu güç?..
“Gücün sırrı” neydi?
 
“Gölgede sabırla duran
Tohum olmayı başarmak mıydı?”,
 
SIR:
 
“Karın altında uyumayı göze almak mı?”
 
“Sana doğru yürüyen Güneş’in
İhsanını kabul etme cesareti mi?”
 
“Yanına kadar gelebilen Güneş’in sana el verişinde;
Seni yakmayacağının işaretini okumak mı?”
 
Neydi sır? Neydi Bilgi?
 
“Gönle yayılan bembeyazlığın
Hemen ardından
Yemyeşile gark olmanın
Gizini kavramak mı?”
 
“Masmavi gökyüzüne uzanan,
O, hızla büyüyen dalların;
Ateş’in, suyun ve karın,
Güneş’in ve tohumun
“Rabbi’nin Hikmeti”
Olduğunu anlamak mı?”
 
Neydi Gizem? Neydi Hikmet?
 
“Güneşsiz gülebilen Ağaç,
Ağaçsız gülebilen Güneş olmayacağını
Tatmak mı?”
 
“Köklerin toprakla güçlendiğini,
Dalların Güneşle yeşerdiğini;
Ağacın dalındaki meyveye uzanmak için
Ağacın eteklerine eğilerek su verileceğini;
Dalların ve Ellerin
“Göklerden İlham Aldığını”
“Yaşamak” mı?”
 
“Karın hizmetinin dondurmak
Güneşin görevinin yandırmak
Olmadığını çözmek mi?”
 
“Canlanmak ve hayat vermek için
Cesaretle yürüyebilmek mi?”
 
Ağaç;
Tüm bunları
“Cesur Yüreğinin Aklı”
İle düşünedursun…
 
Tomurcuklar hayata gülümseyerek
Bir bir yürüdü dallarda!
Güneşin yakmayan
Ama pişiren ısısıyla
Serpilmeye başladı,
Ağaç’ın her bir çiçeği…
 
Herkes,
Rabbin verdiği sabırla
Ağacı seyretmeye koyuldu,
Sükut içinde…
 
“Yürümenin,
Bir kararda durmanın,
El uzatmanın,
Gölgeleri yok etmenin,
Gölgelere tahammül etmenin,
Isıtmanın,
Soğuğa ve sıcağa gülmenin,
Kara bile şefkat göstermenin”
Büyüklüğünü ve cesaretini
Gösteren Güneş de
Sabırla seyrediyordu
Ağaç’ı…
 
 Çünkü bu ağaç başkaydı:
Bu ağaçta,
Bir başka sır,
Bir başka gizem,
Bir başka hikmet vardı…
 
Bu ağaç bambaşkaydı:
“Başını kaldırmanın,
Yeşile boyanmanın,
Sürgün vermenin,
Patlamanın,
Çiçeğe durmanın,
Gölgeyi ve Güneş’i bilmenin
Kök salmanın,
Toprağı ve suyu dilemenin
Rengi özlemenin
Bir gizemi vardı ağaçta…
 
Bu ağaç bir başkaydı:
Hayata, ta yürekten
İçli ve yanık gülümseyebilmenin
Hikmeti vardı ağaçta…

 
Güneş, akşam kızıllığına ulaşılan
Bir demde:
Gözünü bir an olsun ayırmadığı
Ağacın her bir dalındaki
Her bir “Nar Çiçeği”ne baktı…
O bakışla, şu an’a dek
Neden sabırla beklediğini
Kavramıştı…
 
Nar çiçeklerinin açıldığı
Şu ân’da
Sanki, tüm gökyüzü
Nar Rengi ile kaplanmıştı…
 
O rengi gördü ya Güneş…
O renkten sonra
Birkaç “gün”ü daha verdi
Cömertçe o “Hikmetli Ağaç”a…
 
“Nar Çiçekleri sonunda
Meyveye durdu…
İşte o an’ı,
Yalnız yürekler gördü!..
 
Bu, bir “Nar Ağacı” idi…
 
Gülen gözlere;
“Sabır” dedi, Rabbim:”Sabır!...”
 
“Güneş, biraz daha sabret.
Sıcaklığını vermeye devam et,
Şu gayretli Nar Ağacı’na!..
 
Güneş,
Tevazu ve sessizlik içinde
Yüreğini tuttu…
 
Gaipten gelen o Kudretli Ses,
Güneşe seslendi, yeniden:
 
“Her bir Nar, kıpkırmızı olmalı
Senin “sayende”…
Ve her bir “Nar Tanesi” gülümsemeli
“Benim Gölgem”de…”
 
Gün geldi;
Gülen Nar Ağacı’nın gölgesine,
Elleri toprak kokan,
Nefesi kar suyu kadar berrak
Yüzü Güneş gibi parlak
Yürüyüşü rüzgar kadar hızlı
Yüreği ateş ile dolu
Gönlü nar rengine açık
Bir adam oturdu…
 
Güneş’in o güven veren sıcaklığıyla
Ağacın o hikmet dolu serinliğinden
Aldığı güçle,
Elini,
“Bir Nar”a uzattı.
Eline aldığı Nâr,
Çatlamış bir nardı.
Nar’ın içindeki gülen taneleri
Yüreğinden gelen gülücükle
Gördü adam.
 
Şöyle yüreğinin nârıyla,
Nar tanesinin
Yanına sokulunca
Fark etti…
“Eli Nar Rengi’ne boyanmıştı adamın…”
Nar da güldü…
 
Adam, elinde Nar;
Rabbi’ne, Güneş’e ve Ağaç’a
Yüzünü döndü,
Ellerini açarken gökyüzüne
“Gönlünde duydu,
Cesaretin rengini”
Yüreğinde açtı gözeler
Nar, nar…
 
“Gülen Nar”ın içinden
Bir nar tanesi seçti;
Nar Ağacı’nın yakınında
Bir Yerde
Taneyi toprağa ekti.
 
Bütün kalpler,
O an;
Nar rengiyle doldu, taştı…
 
Taşan yüreğin giziyle
Nar Adam’a,
Adam Nar’a gülümsedi…
 
Aynı anda,
Canın canı
Canlanan Nâr’a gülümsedi.
 
Gülümsediler;
Güneş de, Ağaç da, Nar Rengi ile
Canlanan Hayat da…
 
Hayat, her şeyden evvel
Hikmeti ve rengi bildi;
İşaret etti adamın uzandığı yeri,
Ve seslendi Ağaç’a, neşeyle :
 
“ O, her zaman; “Orada”…”
 

  
( Ağaç başlıklı yazı Rana İslam D tarafından 6.06.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.