Bilindiği gibi Kur’an-ı Kerim Allah tarafından melek Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Hz. Peygamber (s.a)’e bir defada değil, peyderpey yaklaşık olarak 23 yılda indirilmiştir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

      “İnkâr edenler, “Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!” dediler. Biz, Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.”(FURKAN: 32).

       Hz. Peygamber (s.a) de hiç bir şey eksiltmeden ve ilave etmeden aynen olduğu gibi onu (Kur’an-ı Kerimi) insanlara tebliğ etmiştir. Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:

     “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir.” (MAİDE: 67).

   “Ey insanlar! Size Rabbinizden kesin bir delil (Hz. Muhammed) geldi ve size apaçık bir nur (Kur’an) indirdik.(NİSA:174).

   “İşte bu (Kur’an) da, bereket kaynağı, kendinden öncekileri (ilâhî kitapları) tasdik eden ve şehirler anasını (Mekke’yi) ve bütün çevresini (tüm insanlığı) uyarasın diye indirdiğimiz bir kitaptır. Ahirete iman edenler, ona da inanırlar. Onlar namazlarını vaktinde kılarlar.”(EN’AM: 92).

   “Böylece biz sana Arapça bir Kur’an vahyettik ki, şehirlerin anası olan Mekke’de ve çevresinde bulunanları uyarasın. Hakkında asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları uyarasın. Bir grup cennette, bir grup ise cehennemdedir.”(ŞURA: 7).

 “(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”(FETİH:8).

   Bu ayetlerden şunu anlıyoruz: Hz. Peygamber (s.a) ve sahabiler vahiy ortamının temel unsurlarıdır. İlahi vahyin ilk muhatabı Hz. Peygamber (s.a)’dir. O, Kur’an-ı Kerimin ilk açıklayıcısıdır. Kur’an-ı Kerimi anlamamızda söz, fiil ve takrirleriyle bize ışık tutmuştur. Allah Teala bu konuda şöyle buyurmuştur:  

   Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.” (BAKARA:151).

       Hz. Peygamber (s.a) sahabilerin, hatta diğerlerinin bile sordukları sorulara vahiy (Kur’an-ı Kerim) ile ve vahyin istikametinde cevap vermiştir.

    “Senden fetva istiyorlar. De ki: “Allah, size “kelâle” (babasız ve çocuksuz kimse)nin mirası hakkında hükmünü açıklıyor: Çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur. Eğer kız kardeşi ölür ve çocuğu da bulunmazsa, erkek kardeş ona varis olur. Eğer kız kardeşler iki iseler, (erkek kardeşin) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer kardeşler erkekli kızlı iseler, o zaman (bir) erkeğe, iki kızın hissesi kadar (pay) vardır. Sapmayasınız diye Allah size (hükmünü) açıklıyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”(NİSA:176).

     Hz. Peygamber (s.a)’i örnek almak babından Allah Teala  şöyle buyurmuştur:  

     “Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (AHZAB: 21).

     Muhaddisler herhalde bu ve buna benzer ayetlere binaen; yani Kur’an-ı Kerimi açıklayıcı ve güzel örnek olması vasfından dolayı Hz. Peygamber (s.a)’in söz, fiil ve takrirleri üzerinde önemle durmuş, Onun (s.a.) kavli, fiili ve takriri sünnetlerini inceden inceye tetkik ve tahkik ederek yazmış ve böylece bize çok önemli ve zengin bir miras bırakmışlardır. Zira O (s.a.), yaşayan Kur’an’dır. Allah Teala, bize ona uymamızı emretmiştir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:   

    “De ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah kâfirleri sevmez.” (AL-İ İMRAN: 32).

    Hz. Peygamber (s.a) de Kur’an-ı Kerim ifadesiyle kendisine uymamızı emretmiştir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:   

    “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (AL-İ İMRAN:31).

      Kur’an-ı Kerimde namaz, zekat, hac gibi (dar anlamda) ibadet konularını; insanların evlenme ve boşanma gibi medeni hallerini; alış-veriş, borçlanma ve ticaret gibi sosyal ilişkilerini; suç işleyenlerle alakalı tatbik edilecek cezai müeyyidelerini vd okumaktayız. Ancak, bunlarla ilgili uygulamaların doğru olarak nasıl yapıldığını ve ne şekilde yapılacağını Hz. Peygamber (s.a)’den ve sahabiler (r.a)den öğrenmekteyiz. Çünkü sahabiler de diğer insanlar gibi vahyin muhatabı olmuşlardır. Hz. Peygamber (s.a), vahyi; Allah’ın emir ve yasaklarını; dini hükümleri bütün insanlara, özellikle sahabelere duyurmuş ve beyan etmiştir. Hz. Peygamber (s.a), veda hutbesi son ifadelerini aşağıdaki şekilde bitirmiştir:

...............

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? "

Sahabe-i Kiram birden söyle dediler:

"Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!"

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz (S.A.V.) şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu:

"Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! "

        Hz. Peygamber (s.a)’den sonra sahabeler Kur’an-ı Kerimi anlamamızda önemli rol oynamışlardır. Çünkü onlar vahiy ortamının temel taşlarıdır. Yaşadıkları hayat Kur’an-ı Kerimin ele aldığı ana konulardandır. Ayetlerin indirilmesinde sebep olarak büyük paya sahiptirler. Hayatları Kur’an-ı Kerimi anlamamızda bizim için çok gereklidir. Bu nedenle onların görüş ve davranışlarının yer aldığı ayetlerin nüzul sebebi Kur’an-ı Kerimin anlaşılmasında başlı başına çok önemli bir konudur. Aksi takdirde eğer bu bilinmez ise yanlış anlama olur. Bu yanlış anlama da, hem sahibini hem de başkasını yanıltır ve yanlış yola götürür. Örnek babından olmak üzere şu ayet-i kerimeleri verebiliriz; Allah Teala şöyle buyurmuştur:

       “Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir.”(AHZAB:37).

      “Bu iftirayı işittiğiniz zaman, iman eden erkek ve kadınlar, kendi (din kardeş)leri hakkında iyi zan besleyip de, “Bu, apaçık bir iftiradır” deselerdi ya!” (NUR: 12).

      “Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir.” (FETİH: 10).

       Ahzab suresinin 37. Ayeti Hz. Zeyd b. Harise’nin boşama olayı ve sebebi, Nur suresinin 12. Ayeti Hz. Aişe validemize atılan iftira, Fetih suresinin 10. Ayeti de Hudeybiye’de ağacın altında yapılan Rıdvan bey’atı üzerine nazil olmuştur. Bu ve diğer ayetlerin nüzul sebebi, onların tarafımızdan doğru anlaşılmasını sağlar.

       Herhangi bir kimse, Kur’an bana yeter, diğer bir şeye gerek duymuyorum; hadis-i şerif imiş, sahabe sözü veya uygulaması imiş, bunlara benim ihtiyacım yoktur, kendi aklım ve tecrübelerimle Kur’an’ı anlamaya çalışır, ona göre yaşama biçimime ve hayat tarzıma karar veririm, derse ne olur? Bilinsin ki bu yaklaşım tarzı, sahibini Kur’an’ı inkara götürür. Çünkü Kur’an’ın bizzat kendisi Hz. Peygamber (s.a.)’e itaat etmeyi emretmiştir. Bu emri kabullenmemek Kur’an’ı (tümüyle) kabullenmemek olur. Maazallah bu da küfürdür. Aksi takdirde herkes kendine göre bir yol tutturur, kimse kimse ile birlik ve beraberlik sağlamaz, ben bu kadar ve böyle namazı eda ederim, hac ibadetimi şöyle yaparım, zekatımı öyle veririm, abdestimi şu şekilde alırım, orucumu böyle tutarım, yaşama biçimimi kendimce şöyle düzenlerim vs. herkes kendi kendine buyruk olur, (kendisi islama uyması gerekirken) dini (islamı) kendine uydurur, herkesin kendine göre bir islamı (!) olur ve dirlik ortadan kalkar. Bu ise tamamen islamın tevhid inancına/prensibine aykırıdır. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

      “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’ın ve Resûlü’nün çağrısına uyun ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Yine bilin ki, O’nun huzurunda toplanacaksınız.” (ENFAL: 24)

        Allah Teala yine şöyle buyurmuştur:

      “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (NİSA:136).

      Kesin olarak Allah Teala bize, hem Kendisine hem de Rasulüne itaat etmemizi emretmiştir. Hatta bizden olan; yani Allah ve Rasulüne itaat edip Müslüman olan ulu’l-emr’e itaatı da, müslümanların birlik ve beraberliği, huzur ve güven içinde yaşamayı temin etmek; Allah ve Rasulüne ve Müslümanlara, hatta hangi ırk, renk ve dinden olursa olsun insanlara ve insanlığa düşman olanları yapacakları her türlü kötülükten alıkoymak için bize emretmiştir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:

      “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (NİSA’:59).

      Sonuç olarak Hz. Peygamber (s.a.) ve sahabe (r.a.)nin Kur’an-ı Kerimi anlamamızda  inkar edilemeyen çok önemli rolü vardır. Kur’an ve sünnet (buna sahabe uygulaması da dahildir) birbirinden ayrı ve bağımsız olarak mutalaa edilemez. Her ikisi de islamı anlama açısından birbirini teyid eder ve açıklar. Hz. Peygamber (s.a.) ve sahabe (r.a.) olmadan Kur’an-ı Kerimi sadece ve yalnız Kur’an-ı Kerimle anlamaya çalışmak asla doğru değil, bilakis dalalettir. Böyle hareket edenlerin Kur’an-ı Kerime karşı samimi olmadıkları da ortadadır. İslam parçalanmayı kabul etmeyen bir hayat nizamıdır. Onu bir bütün olarak kabul etmeli ya da hiç. İslamı bir bütün olarak kabul edip hata edenlerin/günah işleyenlerin durumu farklıdır. Onlar, işledikleri yanlışlıkları/suçları/günahları kabul etmeli, Allah Teala’dan istiğfar dilemeli, O’na duada bulunmalı, kendilerini karanlıktan çıkaracak vahyin şifa verici reçetesini uygulamaya gayret etmeliler. Allah Teala şöyle buyurmuştur:       

      “Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler.” (BAKARA:186)

                                                                                                                                         Mehmet DEMİR


( Kuran Ve Sünnetin Birbiriyle İlişkisi başlıklı yazı Mehmet Demir tarafından 31.07.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu