Dilber, bir afeti devran idi.
Yoktu öylesi bu fani âlemde!
Onu görseydi herkes silerdi sevdiğini bir kalemde.
Yusuf’u gören gözler bıçağı görmedi.
Dilber’i gören gözler yaşamı görmezdi.
Kollarında bilezikler vardı, parmağında yüzükler, burnunda hızma, ayaklarında hal hal… Kız iyi değil bu hal! İyi değil bu gidişat, şad etmez seni böyle daldan dala konmak, her teklife atlamak mesut etmez seni! Lakin devamı yoktu. Anlık bakardı ve anında yakardı. Derdi gamı yoktu.
Kul köle ederdi onun bakışına denk geleni.
Pula döndürürdü ona takılanı…
Kalp hırsızlığından mahkûm olmuştu.
Müebbet yemişti.
Müebbede değin bağlanamayacaktı hiç kimseye, yâr olamayacaktı yaradan öte bir şey olamayacaktı. Farkındaydı bunun, inadına gönül avlıyordu, tuzaklar kuruyordu, peşinden koşturuyordu herkesi.
Bütün avladıkları tek bir avın gölgesiydi esasen, bütün yaktıkları tek bir yaktığının yansımalarıydı kendince. Bütün günahları tek bir günahının toplamıydı asıl olarak!
Ah kadersiz Dilber!
Ava giden avlanmaz mıydı?
Gönle tuzak kuran o tuzağa düşmez miydi?
Ah Dilber!
Kalbini çaldığı adamları bir paçavraya çevirir yüzüstü bırakır giderdi. Ardına bile bakmazdı. Havalı mı havalıydı, burnu kalkık mı kalkıktı, gözü sabit mi sabitti, saçı dalgalı mı dalgalıydı ve kızıl mı kızıldı.
Dilber şiirlere mevzu bahis olurdu. Türkülere konu olurdu. Şarkılar ondan bahsederdi. O herkesten giderdi ama herkes ondan gidemezdi. O herkesin kalp misafiriydi ama onun kalbinin sahibi yoktu asla!
Yasaklıydı o, sevemezdi, bağlanamazdı, tutulamazdı.
Gezemezdi sevgilisiyle, konuşamazdı doyasıya, kanamazdı ona.
Çıktı mı dışarı çarşı pazar şenlenirdi. Bir canlılık gelirdi, bir tazelik, bir baştan çıkarıcı koku yayılırdı. Gönül alandı, avcıydı, vurandı, yakandı, yıkandı. Ayaklarına kapananların haddi hesabı yoktu. Servetini bir kalemde uğruna harcayanların. Ona bağlananların sayısı bilinmiyordu.
Dilber’di o; gönül alan, kalp hırsızı… Dilber 'dil' ve 'ber' kelimelerinden oluşturulmuş Farsça kökenlidir ve kız çocukları için kullanılan bir addır. Dil ‘gönül' anlamına gelmektedir. Ber ise 'götürmek, alıp gitmek' anlamına gelmektedir. Kelime olarak 'gönül alan, kalp hırsızı' olarak 'güzel ve alımlı kadın' anlamına gelmektedir. Hem gönül alırdı, hem kalp çalardı, hem alımlıydı, hem güzeldi. İsmi ile mütenasip bir yapıdaydı. Dilber’di o; ökseye takılan serçeler misali yakalardı peşinden koşanları. Kafesine koyardı, gönül kafesine. Bir yarı tebessüm, bir yarı söz, bir yarı göz ile kendinden geçerdi kafeslenen âşıklar. Onun yanındaydılar ya yeterdi. Onun ilgisine muhatap oluyorlardı kâfiydi.
Dilber bir edalı kadındı. Peşinden koşanlar çoktu. Gözüne takılan çerezdi, kalbine takılan yoktu. Sözüne takılan yemdi, özüne isabet eden yoktu. Yok yere pas verirdi, yok yere gülerdi, yok yere sakız çiğnerdi işveli işveli. Hâlbuki hiçbir kimseye iş vermezdi. Dalgasındaydı âlemin, takmazındaydı insanların. Hem yasaklıydı o, aşk mahkûmuydu. Lanetlenmiş gibiydi sanki! Bir dala konamazdı, bir güle misafir olamazdı, bir kalbe oturamazdı. Hep aykırı, hep ayrıksı bir yaşam olacaktı onunkisi! Haram edilmişti ona sevmek, günah kabul edilmişti ona aşk!
O büyük günahın peşindeydi. Olacaksa büyük bir günahkâr olacaktı. Aşk yüzünden olacaktı her şey, varsın olsun istiyordu. Aşk ona göre kötü değildi, insancaydı, kalpçeydi. Aşka inanıyordu, âlemin yaradılışında dahi aşk özü vardı. İnsan bu öze bulaşmayı neden arzu etmesin ki?
Bir gün onunda kanadı kırıldı. Yüreği yandı. Gözü takıldı bir noktaya. Başında sevda kuşları ötmeye başladı, yüreğinde sevda bülbülleri. Kim takar artık haramı, kim sayar günahı… Her gün ah etmeye mahkûmdu, toptan günahını çekecekti. Her gün haram olacaksa yaşadığı her şey, bir kez haram olsun daha iyiydi.
Ava giderken avlanmıştı. Aslanken ceylan olmuştu. Peşinden koşulanken peşinden koşan olmuştu bir civanın. Ah Dilber! Bir yüreği pençeliye âşık oldu. Aşkın pençesi o denli şiddetli ve tesirli oldu ki Dilber aklını yitirecekti. Gerçi aşk kalbe girdikten sonra aklın ne itibarı kalır ki? Yabancı olmaz mı o ruhta! Emanet durmaz mı o bedende?
Dilber âşık olmuştu körkütük, içmeden sarhoş olmak gibi bir haldi bu.
Adam yaklaştı Dilber’e. “Seni dinliyorum.” dedi gözlerinin ta içine bakarak, ruhunu çekecek denli etkiliydi bu bakış. Dilber titredi, tekledi, kekeledi bir an. “Şey” dedi “Şey…” durdu bir an, alnındaki teri sildi, hızla atan nabzını sakinleştirmeye çalıştı. Dile geldi onca sessizlikten sonra: “Size âşık oldum. Hem de nasıl, kalbimi yarıp gösterebilseydim keşke!”
Adam istifini bozmadan gayet düzgün ve gayet bariz bir şekilde yanıtladı. “Ben de sizin aşığınızım ezelden.”dedi. “Aşkınız bana nimettir, o nimeti kalp üzere taşırım ben.” Direkt kalbe tesir etti bu ifade. Anında etkisini gösterdi. Adam demez olaydı, Dilber bir kâğıt parçası gibi yıkıldı kaldı bu sözler karşısında.
Kalbi bu heyecanı taşıyamadı.Yaşayamadı dünya tadıyla bu aşkı!
Ona haram olan aşk, yine haramlığını göstermişti.
Ona günah olan aşk yine günaha bulaşmadan almıştı onu.
Ah Dilber! Yaralı Dilber! Cefalı Dilber! Aşk uğruna şehit olan Dilber! Kim ağıdını söyler bugün? Kim mezarını ziyaret eder? Kim peşinden koşar artık, kim cakanı özler, kim fiyakanı arar dört gözle?
Ah Dilber! Ömrü belalı Dilber!
Ah kara toprakla evli Dilber!
Sana yaramaz dünya aşkı Dilber!
Yaran az değil zira!