İnsanın olağanüstü gözüken vücut yapısının 
ruhla kıyaslanınca bir hiç olduğu kanısına varırsınız…
                                                          Leonardo Da Vinci

İnsan nedir? Bu soruya net bir yanıt vermek gerçekten pek güçtür. İnsanın ne olduğu ile ilgili yapılan tanımlamalar, onun üstün niteliklerini anlatmakta yetersiz kalmaktadır. İnsan tanımı için şimdiye kadar pek çok öneri getirilmiştir. Fakat kabul etmemiz gerekir ki insanın ne olduğunun ve onun belirleyici özelliklerinin öyle birkaç sözcükle açıklanması, tanımlanması hiç de kolay değildir.
        
Ünlü filozof Sokrates de öğrencilerine, ‘insan nedir?’ diye sormuş. Öğrencileri soruyu adeta küçümseyerek yanıtlamışlar: “Bunu bilmeyecek ne var, iki ayaklı ve tüysüz bir canlıdır.” 
Ertesi gün elinde tüyleri yolunmuş bir tavukla gelen Sokrates, öğrencilerine aynı soruyu yeniden sormuş ve tavuğu göstererek “ Yani böyle bir şey mi insan dediğiniz?” 

         İnsan böyle bir şey olamayacağına göre, peki insan ne? Bu soruya yanıt vermeden önce canlı ve cansız varlıkların neler olduğunu irdelememiz, farklı ve benzer özelliklerini bilmemiz gerekir. Böylece sorumuzun yanıtını bulmamız da biraz daha kolaylaşacaktır.
                       
Canlı ve cansız varlıkların neler olduğunu ve farklı özelliklerini ilkokulda gördüğümüz ‘Hayat Bilgisi’ derslerinden hatırlarız. Canlı varlıkları cansızlardan ayıran özellikler nelerdir? diye sorulduğunda büyük olasılıkla alacağımız yanıtlar şu şekilde olacaktır. ‘Canlılar doğar, büyür, çoğalır ve ölür.’ Bu tanımdan şöyle bir sonuç da çıkarabiliriz. ‘Cansız varlıklar doğmaz, büyümez, çoğalmaz ve ölmez.’

Canlı varlıkları daha iyi tanımak için, genel olarak kısacık bir cümle de özetlediğimiz tanımımızı biraz daha açmamız gerekir. Her şeyden önce bir varlığın canlanması için bazı özellikler taşıması gerekir. Bunlar; doğması, büyümesi, solunum yapması, beslenmesi, hareket etmesi, çoğalması ve ölmesi gibi özelliklerdir. 

Hiçbirimiz bir mantarla bir fili veya bir solucanla bir bitkiyi karıştırmayız. Bunların birbirlerine benzemeyen, farklı özellikleri olan varlıklar olduklarını ilk bakışta söyleyebiliriz. Ancak aralarında bazı ortak özelliklerin, bir tür benzerliğin var olduğunu da kabul etmemiz gereklidir. Örneğin mantar ile filin; çakıl taşı veya kömür parçasına nazaran insana daha yakın, başka deyişle daha akraba olduğunu söylememiz oldukça mantıklı bir düşünce olarak gözükür. Çünkü bu varlıkların çok farklı görünüşte olmalarına karşın, akraba olmalarını sağlayan ortak bir özellikleri vardır. “Canlılık”.
Mantar, fil, bitki ve solucan bütün bunlar insanlar gibi canlı varlıklardır. Bir çakıl taşı, bir kömür parçası veya bir kitap için ise aynı ifadeyi kullanamayız. Nedeni de bunların birer canlı olmaması, hareket ve davranıştan yoksun olmalarıdır. 
                   
Canlı varlıklar hareket ederler. Fil yürür, kuş uçar, solucan sürünür ve balık yüzer. Bitkinin ise ilk bakışta hareket etmediği kanısına varırız. Bunun nedeni onun toprağa bağlı oluşudur. Buna rağmen sınırlı da olsa bitkilerin de hareketi vardır. Yaprakların dikilişi ve bükülüşü, taç yapraklarının açılışı, köklerin yavaşça toprağa girerek derinlere dalmaları gibi. Bazı bitkilerin hareket yetenekleri ise şaşırtıcı niteliktedir. Buna kendi olanaklarıyla buldukları duvar veya benzeri yerlere tırmanıp uzanan sarmaşık veya asma dallarını örnek olarak gösterebiliriz. Böceklerin üzerine konmasıyla çok büyük bir hızla yapışkan yapraklarını kapatan ve onları yakalayan ‘Sinekkapan’ da bir bitkidir.

Canlılar yaşamaları için beslenmeye gereksinim duyarlar. Her canlı dıştan aldığı maddeleri bünyesinde bir takım değişikliklere uğrattıktan sonra yaşaması için gereksinimi olan enerjiye dönüştürür. Beslenme gereksinimini karşılayamayan bir canlı yaşamını devam ettiremez ve ölür.

Üreme olanağı da sadece canlılara özgü üstün bir niteliktir. Bir çiçek başka bir çiçekten veya türdeşinden meydana gelirken; bir mantar başka bir mantardan, bir fil bir diğerinden ve bir mikrop başka bir mikroptan oluşur. Ve böylece çoğalır.

Canlı varlıkların önemli bir özelliği de yaşamlarının sona ermesidir. Hiçbir canlı ölümsüz değildir. Tüm canlılar yaşam çizelgesini tamamladıktan; yani doğup, büyüyüp, çoğaldıktan ve yıprandıktan sonra ölecektir. Yani her canlının eninde sonunda yaşamı sona erecektir.

Görüldüğü üzere insanla diğer canlılar arasında pek çok ortak özellik bulunmaktadır. Peki insanları diğer canlılardan ayıran ve onlara üstün kılan özellikler nelerdir? 
                    
İnsanlar, diğer canlılardan farklı olarak konuşabilme ve düşünebilme yeteneklerine sahiptirler. Aslında hayvanların da bu yeteneklere ilkel bir düzeyde de olsa sahip oldukları söylenebilir. Örneğin bir papağan kendisine öğretilen veya işittiği sözcükleri aynen yineleyebilir. Fakat onların ne anlama geldiğini bilemez. Ve bir amaç için kullanamaz. Yavrularını besleyen anne kuş, anne sevgisinin iyi bir örneğidir. Aslında anne kuş, yavrularını beslediğini bilmez. Açılmış bir gaga onda besleme davranış mekanizmasının harekete geçmesi için yeterlidir.  

Oysa insanlarda bu yetenekler oldukça ileri düzeydedir. Düşünme yoluyla pek çok sorunu çözebilir ve konuşarak birbirleriyle anlaşabilirler. ‘İnsanlar konuşa konuşa hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlar’ sözü boşuna değildir. İnsanlar bu yeteneklerini, diğer canlılardan çok daha gelişmiş bir beyne ve sinir sistemine sahip olmalarının neticesinde kazanmışlardır.

İnsanlar; hayvanlar gibi içgüdüsel dürtülere göre değil, öğrenme yolu ile kazanmış oldukları bilgi ve becerilerine göre davranışlar sergilerler. Öğrenme, davranışlarda meydana gelen bir değişiklik olarak da tanımlanabilir. İnsan, hayvanlardan farklı bir beyne sahip olması neticesinde; iyiyi kötüden ayırabilir, görerek ve öğrenerek bilgisini sürekli olarak geliştirebilir. Davranışlarını da iradesini kullanarak yapar. Dolayısıyla yeryüzündeki canlılar arasında en gelişmiş olanı insandır. 
    
İnsanı diğer canlılardan farklı kılan özelliklerinin sayısını daha da artırmamız mümkün. Fakat şimdilik bu kadarı ile yetinelim. Ve tüm bunları açıkladıktan sonra aklımıza gelmesi muhtemel olan bir soruya yanıt bulmaya çalışalım. Muhtemel soru şu olabilir: İnsan niçin, nasıl ve ne şekilde bu üstün özelliklere sahip olmuştur? Aslında asıl sorun da bundan sonra başlamaktadır. İnsanın varoluşunu inceleyen pek çok bilim dalına mensup araştırmacılar farklı tezler ve kuramlar ileri sürmektedirler. İleri sürülen kuramlar ise, doğruluğundan kuşku duyulmayacak kesin ve net yanıtlar sunmaktan uzaktırlar. Üstelik açıklık getiremedikleri konularda insanı hayretler içinde bırakan bir rahatlıkla ve hiç sıkılmadan kuramlarını tesadüflere dayandırmaktadırlar. 

Örneğin, insanın atasının maymun olduğu varsayımından hareket eden ‘evrim teorisi’ ve bu teorinin uzantısı olan, Darwin’in ‘doğal seçilim teorisi’nde pek çok açıklanamayan konu, şansa ve tesadüflere bağlanmaktadır.

İnsanın kimliğini ve ne olduğunu açıklamaya çalışan kuramları ve varsayımları, daha geniş bir çerçevede irdelemek doğru bir karar olacaktır. Fakat bunların içinde en üzücü olanı; her yönüyle mükemmel niteliklere sahip insanın, yine insan tarafından konuşan ve düşünen sosyal bir hayvan olduğu tanımına maruz kalmasıdır. Bu gerçekten üzücü ve aynı zamanda bir o kadar da düşündürücüdür. İçinde Dünya’mızın da bulunduğu mükemmel bir eser olan Evren’in, benzersiz nitelikleri dolayısıyla önemli bir parçası olan insanı; böylesi sağlam bir dayanağı olmayan ve dar çerçeveler üzerine oturtulan kuramlarla tanımlamamız ve kesin bir sonuca ulaşmamız asla mümkün olamaz.  
İnsan, Evren’in ayrılmaz bir parçasıdır ve tesadüflerin sonucunda şans eseri oluşmuş olan bir varlık değildir. Bunun gibi Evren de tesadüfler sonucu oluşmamıştır. Nasıl ki her eserin bir yaratıcısı, mimarı varsa; Evren’in ve onun bir parçası olan başka bir deyişle, onunla bütünleşen insanın da bir yaratıcısı, mimarı vardır. Bir emek olmadan bir netice ya da bir eser elde edilebilir mi? Elbette ki böyle bir şey asla mümkün olamaz. Ve yaratıcının yani eser sahibinin ustalığı, yüceliği de yaratılan eserin büyüklüğü ve taklit edilemez olma ölçüsüdür. Evren’in veya insanın taklit edilebilme olanağı var mı? sorusuna kısa ve basit bir sözcükle anında şöyle bir yanıt verdiğinizi duyar gibiyim. ‘İmkânsız.’

Taklit edilmeleri imkânsız olan, eşleri ve benzerleri bulunmayan bu şaheserlerin yaratıcısı olan ‘Allah’a giden yol’ işte burada başlıyor. İster Allah, Cenab-ı Hak, Rab veya Tanrı deyin... Yüce yaratıcının pek çok ismi vardır. Fakat O tektir, eşi ve benzeri yoktur. O her şeyi yokluktan yaratmıştır. Zamanın ve mekânın yaratıcısıdır. Yani evrenin ve evrenin içinde bulunan (bilinen veya bilinmeyen) bütün varlıkların yaratıcı O’dur.  
   
Bütün bu anlatılanların sonucunda şöyle bir soru ile karşılaşabiliriz. Allah’ın sonsuz evreni ve mükemmel varlık insanı yaratmasının sebebi nedir? Bu soruya verilebilecek en güzel cevap ise bir hadiste açıklanmaktadır. Yüce yaratıcı şöyle buyuruyor: “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmekliği sevdim. Âlemleri yarattım. Yani süslü, sanatlı, güzel ve mükemmel olan her şeyi yarattım ki onlarda kendi güzelliğimi, mükemmelliğimi göreyim ve göstereyim diye.” Ve böylece Allah yarattığı bütün güzellikleri yeryüzündeki temsilcisi olan insanın istifadesine sunmuştur. Asıl önemli olan ise; insanın kendisine sunulan gizli hazineleri ne gibi amaçlar için ve ne şekilde kullanacağıyla ilgilidir.  

Dolayısıyla insanı en üstün niteliklerle donatan ve yeryüzünde kendisine halife olarak seçen Yüce Yaratıcının onu kendi haline bırakması ve başıboş kalmasına izin vermesi de beklenemez. İnsanın yeryü-zünde rahat ve huzur içinde yaşamasını sağlayacak bilgiler Hz. Âdem’e öğretilerek, onun vasıtasıyla da insanlara iletilmiştir. Böylece insanlar, yaratılışlarının gayelerini ve Allah’a olan kulluk görevlerini nasıl ve ne şekilde yerine getireceklerini öğrenmişlerdir.

Aklı ve düşünme yeteneği sayesinde iyiyi, kötüden ayırabilecek yapıda olan insanın yaratılışının temel gayesi ise imtihandır. Dünya da bir imtihan yeridir. Alacağımız notların derecesine göre elde edeceğimiz mükafatların veya bazı cezaların olması ise gayet doğaldır. İnsanın elde edeceği en büyük ve en yüce ödül, kuşkusuz ‘Cennet’ olacaktır. Cezaların en büyüğü ise ‘Cehennem’dir. İnsanlık tarihinin pek çok aşamasında Allah, doğru yoldan çıkarak adeta şeytanın oyuncağı haline gelen toplumlara peygamberlerini göndererek onların, doğru yola dönmelerini ve şeytanın tuzaklarından kurtulmalarını emretmiştir. Emirlerine uymayan, uyarılarını dikkate almayan toplumları ise yeryüzünden silmiştir.
                           
Sonuç olarak insanın din ve inanç dolu bir yaşamı seçmesi; onun en büyük nimetlere ulaşması için de bir vesile olacaktır. Böylelikle gönlündeki tomurcuklar açılıp çiçeklenecek ve ruhu da eşsiz güzellikteki meyvelerini vermeye başlayacaktır. Ruhu hidayete eren insanı ise; ne bir fırtına, ne de bir deprem yerinden kımıldatamayacak, ona asla zarar veremeyecektir. Kendilerini bilim adamı olarak gören, fakat akıl ve mantıktan uzak olarak davranan bazı insanlar ise; maalesef olguların ve olayların aslına değil de, basit görünüşlerine baktıkları için yanılgılardan kurtulamayacaklardır. Takıldıkları, içinden çıkamadıkları ve akıllarının almadığı konularda da şans eseri veya tesadüfen böyle olmuştur diye geçiştirmekte herhangi bir mahsur görmeyeceklerdir. Üstelik bu düşünce tarzıyla savundukları bilimsellik ilkesine de aykırı davranmakta yani, kendi kendileri ile çelişkiye düşmektedirler. Oysa şans veya tesadüf diye bir şey yoktur. İnsan aklının kavrayabildiği, anlam verebildiği veya düşünce gücüyle algılayamadığı yani, anlam veremediği her şey Yüce Yaratıcı tarafından belli nizam ve ölçülere göre yaratılmıştır. Kuran’da bunun sayısız örneklerine ve delillerine kolayca ulaşabiliriz.     
                           
İster filozof gibi felsefi, bilim adamı gibi bilimsel veya inançlı bir insan gibi dinsel olarak düşünün veya başka bir şekilde; nasıl düşünürseniz düşünün, ancak akıl ve mantığınızla erişebileceğiniz bir tek yol olacaktır. O da Allah’a giden yol… Çünkü doğal ve kaçınılmaz bir şekilde bütün yolların O’na çıktığına tanık olacaksınız. Şayet gidilen yolun doğruluğundan emin olmak istiyorsanız; Kuran’ı kendinize rehber edinmeniz yeterli olacak ve Hz. Muhammed(s.a.v.) de yolunuzu aydınlatacaktır. İşte asıl ve kesin olan da budur.

Y.Beyindik
  
Not: Bu yazının hazırlanmasında bazı ansiklopedik kaynaklardan yararlanılmıştır.                  

( Allah'a Giden Yol başlıklı yazı y.beyindik tarafından 30.08.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu