Su gibiydi; öylesine duru, öylesine berrak, öylesine saf bakıyordu ki gözlerinde boğulası geliyordu insanın. Gözlerinde batası, çırpınası, ölesi geliyordu görenin.

Del’eyliyordu gözlerine bakanı, aklını başından alıyordu gözlerinde fazla duranın, imiğini kurutuyordu ona haddinden fazla bakanın.

Aşktı o; belki de Şems’ti.

Belki de şem’di.

Em’di derde.

İmdi gelelim sadede!

Öylesine gidip geliyordu yaşam Su’yun gözlerinin ışıltısında.

Üç saniyeden fazla bakan olamamıştı Su’ya bugüne kadar hiç kimse!

Bakanlar kördü gördüğünüz gibi şimdi.

Körler ona bakanlardı belki!

Işıktı o, kaynağıydı nurun, dayanağıydı kalbi temiz olanın, yansımasıydı bir kutlu yüreğin, akseden imani bir feyizdi, cismani bir melekti, hikmani bir sözdü Su!

Hazreti Musa’ya göndermeydi güzelliği Tur Dağı’na telmihti belki, nakıştı yüreklere, ötüştü kulaklara, ateşti ellere.

Ah Su!

Fuzuli’nin diline belki de bu yüzden takılmıştı.

Fuzuli belki de bu yüzden yazmıştı Su Kasidesi’ni…

Üç saniyeden fazlası cana zarardı, akla ziyandı, ömre haleldi; üç saniyeden ötesi cehennemdi. Üç saniyeye kadarı cennetten bir bahçeydi. Güldü, bülbüldü; sonrası ateşti, közdü.

Takılıp kalıyordu her adam gözlerinin oltasına Su’yun; çırpınıyordu aşk çengelinde asılı dururken her can, takılıp kalıyordu işte her kalp, kap dolusu kalp topluyordu Su!

Kalp avcısıydı o!

Kalp tüccarı!

Kalp katili!

Kalp perakendecisi…

Av olmak isteyen çoktu, kurtulan yoktu; onun elinde eşya olup pazar pazar diyar diyar satılmak isteyen çoktu, azat olan yoktu; onun gözleriyle vurulmak isteyen çoktu, iyileşmek isteyen yoktu. Aşktı her şey herkes; ona bulaşan, ilişen, onunla bakışan, oynaşan herkes aşk kesilirdi birden taş kesilir gibi. Nimetti o, nimettendi. Bilenin değerini sonsuza taşıyan bir cevherdi,  kıymetini bilmeyeni yerle yeksan edendi.

Ah Su misali kalplere ılık ılık akan sevgili!

Ah Su misali dudakları aşk şerbeti ile tatlandıran sevgili!

Ah Su misali gönül testisini aşk musluğuyla ağzına kadar dolduran sevgili!

Su olur da ona damar olup akmasını sağlayan olmaz mıydı?

O boğar da onda boğulan olmaz mıydı?

Aras ona hayrandı. Aras nehir gönüllüydü, öylesine her dalga ile yıkılan suya kapılıp gidenlerden değildi. Ayakları toprağa bağlıydı, kökleri kalbine. Aras Su’yu görünce üç saniyeden fazla durandı. Üç saniyeden fazla gözlerine bakandı. Yanandı belki de yakandı Su’yu? Su’da yanar okuyucu Su’da yanar! Hem de nasıl yanar, toprak söndürür bu yangını tek, toprak temizler bu aşkı yek!

O Su’ya hükmedendi, talip olandı, sahip olandı.

Ona baktığında gül cemaline vurgundu Aras.

Su ona baktığında toprak kokusuna vurgundu.

O ayinesi saf olan Su’ya akıp giderken bir derecik gibi, ona ulaşmaya çalışırken damar damar, ona kanmaya çabalarken çatlamış dudak dudak, belki de ömründen ömür veriyordu, damarından damar, kanından kan, canından can!

Aras yok olurcasına seviyordu.

Ölürcesine bakıyordu.

Tükenircesine aşkı yaşıyordu.

İçebilene aşk olsun, gerçekten aşk olsun iki cihanda bu vuslat.

Kat be kat artsın aşk derdi; olsun ona onulmaz illet!

Aras arazıydı aşkın, aklın arazisinden çıkıp Su’yun dalgalarında raks ediyordu hep. Önü ardı; sağı solu Su’ydu artık. Su’ydu ömrü.

Yaşadığıydı Su…

Ağladığı…

Hüznünü gözlerinden bir sünger gibi çekip alanıydı Su’yun Aras! Aras da Su’yun ülke ülke, kıta kıta, göz göz aradığıydı.

Bakışları bir kanaviçe gibi işlenmişti yüzüne Su’yun.

Asil bakıyordu o kadar. Asalet kelimesinin onunla başladığı rivayet edilirdi görenler tarafından. Görmeyenler ne bedbaht!

Tablo misaliydi yüzde iki iri göz.

Süzüyordu su gibi bakanı ve yakan oluyordu Su iken.

Rabbim özene bezene yaratmıştı Su’yu.

Hayat veren, can veren Su, hayat alan, can alan oluyordu bazı bazı.

Gözlerinde intihar edeni, boğulanı, yiteni, kaçanı biteni… Hadde hesaba gelmezdi.

            Bu yüzden Aras’a bir şey olmasından korkuyordu.

            Gözlerindeki cazibenin Aras’ı alacağını yok edeceğini biliyordu. Kaç kez “Bana uzun uzun bakma!” diye yalvarmıştı. Boşunaydı. Aras aşkın cesur çocuğuydu. “Ölüm gelecekse senden gelsindi gülüm! Kalp üzre yeri var!” diyordu gülerek. Ukalaca ve şımarıkça daha uzun bakıyordu Su’yun gözlerine.

Korkulan başa gelirdi; başa gelen ya çekilirdi ya çekilmezdi. İmtihandı bu işte, aşkın imtihanı. Bedeli ise candı.

            O sahip olunmazdı, kutsaldı. Dağdan kopup gelen bir kaynak suyu niyetineydi bakışları. İçene bin şifa içmeyene milyon dertti. Bir garip hüznü vardı derinlerde gizlediği.

Dikkatlice bakmayan fark etmiyordu. Dikkatli bakan ise fark edebiliyordu bu inceden inceye hüzün kesilen bakışları.

Ona dalan hüzün kesilirdi donakalırdı.

Ona takılan ölüm kesilirdi cemat olurdu.

Aras o kadar baktı o kadar daldı ki bir gün o kadar olur.

 Gül yüzlü okyanus gönüllü çocuk! Bir akşam yitip gitti Su’yun gözlerindeki anaforda. Yiten Aras’sa Su durur mu? Su, başını alıp gitti okyanusun kalbine doğru, aylarca yıllarca ağladı da aktı, aktı da ağladı okyanusun kalbine.

Şimdi ne zaman bir girdap oluşsa Su’yun çağlayışları gelir “Aras Aras!” diye. Ve gözlerine benzetirim o anaforu Su’yun Aras’ı çekip içine alan…

 

           

( Şemsti başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 14.10.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.