Yiğit Karan’ı anaokulunda
aldığımda:
-Baba bak Gökçe’nin eli yüzüme değdi ve yüzümü çizdi. dedi.
-Yiğit bu el değme işi değil, dedim.
-Yok, baba valla öyle oldu.
-Yiğit bu el değme işi değil resmen seni tırmalamış. Tırnak izleri var
yanağında.
-Yok, baba yanımda geçerken eli değdi. Biraz konuştuktan sonra
Gökçe’nin yüzünü tırmaladığını kabul etti
-Oğlum neden müsaade ediyorsun seni tırmalamasına? Hem senden küçük o! dedim. Tutsaydın Gökçe’nin ellerini,
bırakmasaydın yüzünü çizmesini.
Yiğit Karan durdu ve bana baktı.
Biraz sonra derinden derine şunu söyledi:
-Baba ama şu gerçek ki Gökçe’nin tırnaklarını kesmesi lazım. Belki
de canı yanmaya başlamıştı Yiğit’in.
Durdum, dondum kaldım.
Canı yandığında ses etmeyip duran
var mı bugün? Ufacık dertleri dahi dünya âlem biliyor anında. Mahremiyeti
kalmadı hiçbir şeyin. Herkes megafonla ağlıyor, megafonla sızlıyor.
Kimse sakin bir şekilde işini
halletmeye derdine derman bulmaya çalışmıyor. Bağırdıkça çözüm oluyor sanki
aslında kördüğüm oluyor.
Hep olumsuz olanı görüyoruz. İyi
de olsa kötü de olsa millet olarak siyah bir gözlüğü takmışız gözlerimize. Hep
siyah görüyoruz her şeyi.
Sizi tırmalayanın tırnaklarını
kesmesi gerektiği gerçeği ayan beyan ortadadır.
Ama birilerinin bunu dillendirmesi
gerekir. Yani tırnak uzattı diye yüzünüzü çizemez biri.
Dişleri var diye dişleyemez sizi.
Elleri var diye canı istediği
vakit sizi dövemez.
Ağzı var diye size sövemez.
Parası var diye size hükmedemez,
koltuğu var diye ezemez, gücü var diye sizden kulluk bekleyemez hiç kimse.
Ağayım diye kimse sizden inekleri
sağmanızı bekleyemez.
Bütün buralar benim diye kimse
sizi yerinizden edemez.
Kralım diye kimse böbürlenip
istediği gibi gezemez sizin sahanızda.
Yakışıklıyım diye volta atamaz
kimse canı istediği için sizin kapınızda.
Ne hale geldi âlem, mevt oldu.
Silahı olan istediği gibi ateş
edip istediği gibi birilerini vurabiliyor magandalık olsun diye.
Oysa bu şehir haydutlarının silahı
bırakması lazım Yiğit Karan’ın düşüncesine göre.
Kapmış olduğu makamın bu dünyada ona
vermiş olduğu yetkiye dayanarak maiyetindekilere caka satan, hava yapan zatı muhteremlerin o
makamı böyle kullanmaması icap eder yine aynı düşünceye göre.
Almış olduğu doğan görünümlü
şahin marka arabayla ekolayzırlı teybiyle ortalığı inleten yahut sırf ses
çıkartsın millet dönüp baksın diye gazladığı motoruyla şehrin içinde fink atan
alicenap tiplerin böyle yapmamaları lazımdır.
Sırf seviyorsunuz diye size
eziyet edip çile çektirmesi gerekmiyor bir sevgilinin. Sizin de kalbiniz
olduğunu ve onun ufacık bir hareketiyle tuz buz olacağını akıl etmelidir o
dilber.
Kalbiniz var diye kırılmamalıdır
yok yere.
Ne çok işimiz var bu toplumda! Çalışmamız
icap eder, durmamız değil! Aklımız var düşünmemiz icap eder, istop etmemiz
değil! Kalbimiz var sevmemiz lazım gelir, nefret etmemiz değil!
“Baba galiba bu toplumun ayakta uyuduğunun farkına varması lazım gelir
çünkü derin bir uykuda sanki!” diye konuştuğunu hayal ettim birden Yiğit Karan’ın.
İtfaiyeyi çağırdım hortum hortum suyu boca etsin diye halkın üzerine, uyandırma
servisinden geldik diye.
Şu gerçek ki başka bir millete
benzemiyoruz. Âlemde belliyiz yani. Ceket omuzlarda, çiklet ağızlarda, çekirdek
bank altlarında, balgam yerlerde, küfür ortalıklarda, çöp açıklarda,
kaldırımlar kasalarda, yollar yayalarda, şoförler bütün geçiş hakları
bendelerde ve kornalarda, sigaralar dudaklarda, terler havalarda, cepler
ellerde, parmaklar burun içlerinde, dondurma külahları kulaklarda, hep ince
işlerdeyiz, hilelerdeyiz, ne hallerdeyiz? Belden aşağıyız beynimiz bel altı,
midemiz çarşı içi, gözümüz okyanus gibi, kulağımız kim ne dedi de, saçlarımız
isyanda, etimiz pörsümekte…
Şu gerçek ki insanız.