Kızın üzerinde minicik bir
şort… Birkaç santimlik bir yerini ancak örtebiliyor bacaklarının. Tam arkasındaysa
bir genç… Benim baktığım açıdan son derece garip bir görünüm teşkil ediyor
ikisi. Oğlan benim ruh halimden çok uzaklarda, gayet doğal bir durumun içindeymişçesine
umursamaz tavırlarla sırasının gelmesini bekliyor. Alışveriş yapan herhangi
birinden farksız, önündeki kızın çıplak bacaklarıyla güzel bir uyum yakalamış,
şaşkınlığa yüzünün hiçbir noktasında yer vermemeye kararlı…
Medeniyet bu olmalı diyorum.
Şaşkınlıkla ters orantıda, en küçük ürpertiyi bile kendine ters düşmek sayan
bir dengeleme mekanizmasına tabi tutmak tüm ruhu ve bedeni… Buz gibi suya
balıklama atlamak yerine, yavaş ve kararlı adımlarla an be an suyun ısısına
alıştırarak bedenini, birden kulaç atarken buluvermek kendini denizin
ortasında… Başta ürpertilere boğulan, zangır zangır titreyen o beden hiçbir
zaman sana ait olmamış gibi…
Bu genç o ısınma aşamasını
hangi ara geçti, ne zamandan beri bir markette ödeme için sırada beklerken, bir
plajda kumların üzerinde koştururcasına bir kıyafetle o kızın önünde bitivermesine
bir an bile şaşırmayacak o medeniyete erişti, en küçük tahminde bulunamıyorum.
Ama bu dönüşümün başladığı tarih epey bir önceye dayanıyor, belli. Hareketlerinde
en küçük bir zorlanma olmamasından anlıyorum bunu.
Kız benim bulunduğum noktadan
görebilse, o gencin bacaklarını yok sayan bu gamsız tavrını, fena halde bozulurdu
herhalde. O kısacık şort varlık nedenini yitirir, anlamsız bir ayrıntıya
dönerdi. Eğer düşündüğüm gibi amaç teşhirse, bu heyecansızlık, bu çok sıradan
bir durumla karşı karşıya kalma tavrı, o kızı deliye dönderir, şortuna şöyle bir
göz atardı şüpheyle, yeterince kısa değil mi yoksa diye. Yeterince çıplak et
sergilediğine emin olur olmaz da oğlana bakardı şüpheyle. Bu gözlerdeki
ifadesizlik ve kendi sütun bacakları… Çelişkinin daniskası… Hayır, aynanın
önünde kendini hayranlıkla seyrederken zihninden geçen görüntü böyle değildi
kesinlikle. Az sonra dışarı çıktığında bir tılsım yaratacaktı bacaklarıyla. O
uzun, soğuk mevsimlerde saklı tutmak zorunda kaldığı o en güzel parçasını sere
serpe dökecekti ortaya. Onca ay boyunca hiç olmadığı kadar var olacaktı. Böyle düşünmüştü işte o aynanın önünde… Şimdiyse o parçasını yitirdiği
soğuklardaki kadar onu eksik kalmış hissettiren bir vurdumduymazlıkla karşı
karşıya gelmiş, son sürat bir uçuruma yuvarlanma hissiyle belki küçücük bir dal
bulurum diye umarak oğlanın cinsel kimliğini sorgulayan bakışlar atıyordu. Yani atardı herhalde... Benim olduğum yerden görebilseydi...
Ama o benim gibi göremediği
için arkasındaki o genci, onun yüzünü istediği anlama bürüyebiliyordu zihninde.
Oğlan biliyor muydu acaba, onu gerçeğiyle olmasa da zihnindeki resmiyle ne
kadar var ettiğini? Bence biliyordu; çünkü kız konuşmak için başını arkadaşına
doğru her çevirdiğinde, yüzündeki o mağrur gülüşü görmemek mümkün değildi. Her
şeyi karanlığa gömecek kadar onu parlatan, büyüten bir ışık yayıyordu bacaklarıyla
sanki. Daha doğrusu o öyle sanıyordu. Nerden bilsindi ki o an, kendisini fark
etmesini en çok istediği insanın zerre kadar ilgilenmediğini onunla? Işık mışık
yaymadığını, çünkü onu markette sırasının gelmesini bekleyen insanlardan
herhangi biri yapacak kadar yüksek bir uygarlık seviyesiyle burun buruna
geldiğini… Ve istediği tarzda olumlu olmasa da epey şiddetli bir etkiyi
bambaşka birinde yarattığını… Bir hemcinsinde…