VI

...

Kapının zili çaldı. Kapı zilinin çalmasına uzun zamandan beri alışkın değildi. Meraklandı. Gelen kim olabilirdi ki? Sahipsiz zaman geçmek bilmiyordu. Zaman, gayesiz ve gayretsiz insanı; akrep olup sokuyordu sanki... Gönül ve düşünce dehlizlerinde günler, yıla dönüşüyordu.

 

Merakla kapıyı açtı. Tanımıştı, gelen postacıydı.. Postacının getirdiği mektubu aldı. Alıcının adı yazılıydı ama gönderen kendi adını yazmamıştı. Merak etti. Mektup beklemiyordu. Göndereni aradı. Bulamadı...

 

Yurt içinden bir mektuptu. Pulun üstündeki tarih ve damgaya baktı. Belli belirsiz, gönderilen ilin ismi ve tarihi vardı.   Bakmadan salondaki bir koltuğa oturdu. Usulca mektubu açtı. Birkaç sayfadan fazlaydı. Okumaya başladı.

 

     “Sevgili Vedia Hanım;

     “En güzel günler sizlerin olması dileği ile bu birkaç satırı size yazmayı uygun gördüm. Belki bu satırlar yalnızlığını paylaşacaktır. Eğer bir nebze de olsa faydalı olabilirsem kendimi mutlu ve bahtiyar addedeceğim.”

 

“Vedia hanım; bu satırları okuduğunda göreceksin ki içindeki boşluğun bir kısmını alacak, ne yapman gerektiğine yine kendin karar vereceksin. Kurulu bir aile için –adına aile denebilirse- benim hüküm vermem asla doğru olmayacaktır.”

 

“Karşılaştığın her engel azmini bilemeli, iradene fer kaynağı olmalı, içindeki kar ve buz kesen kin ve nefretini yüreğindeki imanla eritmelisin. En az her kadın kadar senin de mutluluğu, aile huzurunu yaşamaya fazlasıyla hakkın olduğuna; sizin kadar ben de inanıyorum.“

 

“Nasıl mutlu olunur? Bu sorunun cevabı her insana göre farklılık gösterir.”

Siz nasıl mutlu olabilirsiniz? Önemli olan budur. Bunun cevabını da yine siz bulacaksınız. Neleri sevdiğinizi, nelerden hoşlandığınızı bilmek, tasnif etmek ve nedenlerine kesin cevap bulduğunuz da işiniz daha da kolaylaşacaktır.”

 

“Önce kendi düşüncelerinizi, arzularınızı, nefsinizi, ıslah etmelisiniz. Siz ıslah edilmemişken, bir başkalarını nasıl ıslah edebilirsiniz?”

 

       “Gerçekte her insan; hayra, iyiliğe ve güzelliğe yatkın yaratılmıştır. Kâinatta hayır ve güzellik esastır. Şer ve çirkinlikse zahiridir. Bir ipek kozası; içindeki kelebeğe nasıl perde teşkil ediyorsa; vücut da ruha bir perde, bir kozadır.”

 

“Yalınız; kendini bilen ruhlar için; ümidi ve inancı ile bütünleşmiş; ufku aydınlık ruhlar için fazla bir hükmü yoktur. Nefis ruhun önüne bir perdedir. İnsanı kemale erdiren iyilik ve güzellikleri, gönül iklimini devamlı soldurmaya çalışandır.”

 

“Her şeye rağmen; İslam’da emredilen; nefsin öldürülmesi değil, nefsin terbiye edilmesidir. Kemalat ise, nefsin ve benliğin terbiyesi ile mümkündür. Bu ise nefse hizmet eden aklı, nefsin arzu ve isteklerine hizmet etmekten çıkarmaya, istekleri meşru ve helal dairesi içerisinde; aklı, kalbin emir ve hizmetine vermeye bağlıdır.”

 

“Nefis terbiye edilmeden insan benlik hapishanesinden çıkamaz.  Ruhi ve kalbi hayat yaşandığında, nefsin ihtiyaçları meşru dairde kalır. Kalp ve nefis arasıdaki zıtlaşma, nefsin ıslahı ile sona erer ve kalp ilhama açık hale gelir.  Vicdan, ruhun sözcülüğünü yaparak daima insana iyiyi, güzeli hatırlatır.”

 

“Her insanın özünde iyilik, güzellik ve doğruluk buluğ çağına gelindiğinde aktif hale geçen nefisin bencillik maskesi ile gizlenmeye başlar. İnsan ruhu ile bedeni arasında bir perde oluşturan nefis güçlendikçe kötülük yeşerir.”

 

“Nefsin bütün isteklerinin sınırsızca karşılanması ruhun kendi güzelliklerini ifade etmesine engel olur.  Kalp-akıl-nefis üçgeninde cereyan eden imtihanda; nefis, kötülüğün merkezi ve şeytanın kullanacağı bir santralı olur.”

 

“Şeytani özellikler nefis üzerinden insana hâkim olurken, meleki-insani özellikler, kalp ve vicdan üzerinden insana hâkim olur.”

 

“Akıl ise; iyilik ve kötülüğü, doğru ile yanlışı, faydalı ile zararlıyı ayrıt eden bir alettir.  Dolayısıyla akıl; nefse de, kalbe de hizmet eder.”

 

“İnsan nefsinin üç temel özelliği olan öfke, şehvet ve akıl kalbin kontrolüne verilirse insanın kötülüğe meyli azalır. Öfke gücü, yiğitliği, şehvet gücü, iffeti, akıl gücü ise hikmeti üretir.“

Erdemli-270702


...devamı var...

( Mor Menekşe-6 başlıklı yazı KOCAMANOĞLU tarafından 5.08.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.