Bu şehrin puslu havasını,  akşam olunca  yüreğimi saran hüznü ve üstüme üstüme gelen duvarların  yalnızlığını, kimsesizliğini nasıl anlatabilirim?

Desem ki  baştan aşağı yorgunluk ve bıkkınlık sarmış yüreğimi.  “İnsanın yüreği yorulur mu?” demeyin; yaşayarak öğrendim. Bir zamanlar bildiğim bir hayat vardı; benim şimdilerde hiç bilemediğim…

Neden yerinde duramaz insan. Neden kuşlara özenir? İnsan, farklı topraklara, farklı yaşamlara meyleder. Kuş kadar özgür ve bağımsız olmadığını bilmez mi, yoksa   heveslerinin peşinden mi sürüklenir;  benim gibi. 

Düşünüyorum da, galiba ben bir zamanlar mutlu bir insandım. Sabahın köründe uyanmam gerektiğini bilirdim. Koyunların, kuzuların bir beslenme saati vardı ve koca gün içinde çalışıp çabalayacağım, başka bin türlü işin beni beklediğini bilirdim. O zamanlarda değerini bilemediğim huzur ve de mutluluğum varmış meğer yıllar sonra ancak fark edebildiğim…

 Bu sisler şehrinde çok şey öğrendim ve de birçok şey kaybettim. Kuşlara meylederken, her kuşun  kendi sürüsüyle uçtuğunu ve sürüsünden kopamadığını nasıl da fark edemedim.

Evet, kendi sürümden koptum ve tek başıma uçmaya karar verdim. Daha rahat bir hayatın umutlarını beslerken yüreğimde…

Bir zamanlar benim olanı elimden acımasızca çekip alan, puslu ve sisli bu şehirde, şimdilerde neredeyim, kimim ben diye düşünürken buluyorum kendimi.  Bir şehir ki beni içine almayan, bir şehir ki bana nerede olduğumu  unutturan… Değiştim ben de, bunca değişimin içinde bir zamanlar baskı olarak gördüğüm gelenek, göreneklerin beni koruyan  güvenli kollar, barınaklı çatım olduğunu ancak anladım. Şimdilerde bazen anlamak için bedel gerekirmiş diyorum kendime ve ben verebileceğin en ağır bedeli dün gece verdim. 

Oysa  bir zamanlar bir hayatım vardı. Güler yüzlü komşularım, her güne yüklediğim belirli iş saatlerim vardı. Biraz ağır, biraz yorucuydu hayatım ama çevremde beni seven insanlar vardı. Beni olduğum gibi kabullenen ve aynı yaşam tarzına inandığımız bir kültürümüz vardı. Şimdilerde şehirliler tarafından horlanan yaşamlar var. Bu, iki arada kalmak gibi bir şey. Şimdi, nasıl anlatırım bunca ezikliği, Araf dedikleri bu olsa gerek. “Bayan şunu yap, bayan bunu yap…” diye emir veren hemcinslerimi ise, hiçbir zaman dillendiremeyeceğim. Evet, biraz köylüyüm; biraz da cahil. İlkokulu okudum elbette ama bu cehaleti yenmenin  üniversiteye kadar yolu da varmış meğer. Ben ne anlarım bütün  bunlardan?..

            Akşam oluyor ve yine beni çaresizlik ve kimsesizliklere boğan puslu, sığınamadığım bu şehirde zaman hızla akıp gitti; yakalayamadan ben onu... O çekip gitti benden ve evlatlarımdan. Şimdiyse neresinden tutsam hayatın,  bir  parçası kalıyor elimde ve yine sislere boğuluyor. Gün geceye devrediyor. Ben biliyorum ki vefası yoktur gecenin, tüm çaresizlikler seni, neren yaralıysa oradan vurur. Geceyle başlar puslu karanlıklar, diyarıdır ne de olsa gece, yine sessiz ve yine bir başınalığın pençesinde kıvranıyor düşüncelerim ve diyorum ki kendime, bazı coğrafyalar lanetlidir çünkü puslu gökyüzü hiç eksik olmaz o diyarlardan.  Bazı coğrafyalar kutsal suyla vaftiz edildiğinden midir nedir; lanetlidir. Bazı coğrafyalar lanetlidir çünkü ölüm eksik olmaz tarihinden. Ölüm tarih sahnesinde gezmeli ki, o iklimlerin, kutsanmış toprakların, kutsal varlıkları türesin. Bazı coğrafyalar lanetlidir çünkü ayrıştırıldığı dil, din, mezheple uğraşmalı ki, bazı coğrafyalarda hayvan hastaneleri, bakım evleri kurulabilsin. Kan revan bombalar yağmalı ki, göğünde  kıyam, cehennem sarmalı bedenleri eksilmesin. Bazı coğrafyalar lanetlidir, çünkü uçurumun dibinden bakarken gün ışığına, en tepedeyken unutmak gibi bir akıl tutulmasıdır hayat. Ondan biraz köylüyüm; evet, biraz da uyum sorunu yaşıyor ürkekliğim. Açlıkla sınandığım…

 

Bir yaşamın pençesinde, evlatlarıma barınak olamadığım bir coğrafyanın kadınıyım ben.

 

Köyümü terk edip geldiğim bu şehirde, neler gelmedi ki başıma? El kapısında temizliğe gittim. Hem cinslerimin bile “bayan” diye üstten ve buyurucu ses tonlarındaki  cahilliğimle tanıştım. Sonra evlatlarımın akran arkadaşlarının peşinden imrenerek bakışlarıyla yaralandı duygularım. Bu sisler şehri bana, kimsesizliğin nemenem lanet bir duygu olduğunu tanıttı. Bir kap yemeğin bölüşüldüğü, tek toprağın köyler olduğunu da öğrendim. İnsanı sımsıcak sevgisiyle sarıp sarmalayan vefayı, ben ne yazık ki çok geride bıraktım. Biter mi yalnızlığın, kimsesizliğin derdi? Bitmez elbet, köydeyken evimin kadını, çocuklarımın annesi olduğum adamın, bu sisler şehriyle tanışıklığından sonra  beni aşağılayan, küçümseyen bakışlarıyla karşılaştım önce. Boyun eğmeleri hep bilirdim ya,  kimsesizliğin eğdiği boyun bir başka yaralarmış kadını ve yalnızlığını. En sonunda beni bir başıma çocuklarımla terk ettiği bu yuvada, çocuklarıma barınak, yemek, aş olmanın ne zor ve çetin bir savaş olduğunu öğretti bana yaşam. Yuva bellediğim bu evin kırık pencerelerine,  soğuk duvarlarına sıcaklık olamadım. Ne yazık değil mi? Isıtamadım yavrularımı. Sabah olunca, evladımın cansız bedeniyle sarsıldı tüm dünyam. Ve dedim ki kendi kendime; bir duayı ezberlercesine, bazı coğrafyalar lanetlidir, çünkü kan revan açlıkla sınanmalı ki, kutsal suyla arınmış coğrafyaların hayvanları bile rahat edebilsin barınaklarında… 

                Çünkü, bazı coğrafyalar lanetlidir…
( Çaresizlik başlıklı yazı zeliha uyar tarafından 12/27/2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.