1
Geçen hafta stajyer öğretmen arkadaşların Temel Eğitim
kursunda görevliydim. Konumuz Halkla İlişkilerdi. Bu kursa zorla geldikleri ve
mecbur oldukları için tek beklentileri vardı:
“Bitse de gitsek!..”
Öğretmen arkadaşlarımın algıları kapalı olduğu için ne
anlatılırsa anlatılsın anlamıyor, dinlemiyor ve başka şeylerle meşgul
oluyorlardı. Birçoğu da derse ya geç geliyor, ya da imzasını başkasına
attırıyordu. Onlara ilk önce şunu söyledim:
“Karşınızda dünyanın en aptal insanı dahi olsa ondan
öğreneceğiniz onlarca şey vardır. Evet siz buraya zorunluluk sonucu geldiniz.
Ancak unutmayın ki en çok sevdiğiniz bir yere bile giderken oraya yüklediğiniz
anlam doğrultusunda mutlu veya mutsuz oluyorsunuz. Örneğin bir sinemaya
giderken keyifli bir ortam ve güzel vakit geçirmek, harika bir film izlemek
duygusuyla; bir stand-up gösterisine “aman gidelim de biraz gülelim”
anlayışıyla; bir spor müsabakasına, “gidelim deşarj olalım” mantığıyla; bir
sanatsal gösteriye zevkleriniz doğrultusunda ve ilgi alanlarınızı daha da
geliştirmek ve kültürünüzü daha da arttırmak maksadıyla gidiyorsunuz. Yani
bakış açınız içinizde bulunduğunuz durumu şekillendiriyor. Evet, buraya
gelirken ki bakış açınız da “mesleğimizle ilgili harika şeyler öğreneceğiz”
duygusu olsaydı bu böyle olmaz daha mutlu olurdunuz.” dedim.
Ne derce etki ettiğimi bilmiyorum. Ancak hangi sınıfa
girdimse meslektaşlarımızın ilgisini çekmeyi başardım. Sınıfın birinde
“mutluluk” üzerine konuşalım dedim. Herkese düşünmesi için biraz süre verdim.
Seçtiklerimi konuşturdum. Üç arkadaş konuştuktan sonra konuşan dördüncü
arkadaşım “aslında herkes her şeyi anlattı” dedi. Beşincisi de “ben de
arkadaşlara katılıyorum” dedi. Konuşma orda bitti. Bu tür toplantıların mı, yoksa toplum olarak
bizim mi açmazımız bilmiyorum ancak bu durum nedense hemen hemen her yerde bu
şekilde cereyan ediyor.
“Mutluluk nedir?” diye sormuştum ve “Nasıl mutlu oluruz?”
diye eklemiştim. Ya da “neden mutlu oluruz?” En sonunda şöyle bir cümle
kullandım. “Hayatta en mutlu olduğumuz an beklentilerimizin en düşük olduğu
zamanladır”, dedim. Evet, bu çok önemli bir sözdü benim için. Yaparak ve
yaşayarak öğrenmiştim. Beklenti içinde olmak, insanı mutsuz eden en sakıncalı
kuruntulardan birisidir. Çocuklarımızdan, ailemizden, sevdiklerimizden,
arkadaşlarımızdan ve dostlarımızdan hep bir beklenti içerisindeyiz ve
beklentilerimiz gerçekleşmediği zaman da hayatı kendimize zindan ediyoruz.
Bizim ülkemizdeki psikiyatri haplarının %287 artış göstermesinin en önemli nedenlerinden
birisi de işte budur...
Çünkü beklentilerin büyük bir bölümü ciddi hayal
kırıklıklarıyla devam ettiğinden kişiler kendilerini toparlamakta zorlanıyor ve
çareyi işte bu kendileri uyuşturan ve bir başka insan haline getiren haplarda
buluyorlar...
Beklemek, zaten var olan dertlerimize bir yenisini
eklemektir. Beklemek, asla gelmeyecek ve olmayacak olanı sanki olacak ve
gelecekmiş gibi hayal etmektir. Beklemek, insanı tanımamak, hayatı anlayamamak
ve imtihanın sırrına vakıf olamamaktır. Beklemek, yaşamın içinde acemilik
göstermek ve sağlığımızın bozulmasına neden olacak olan su-i zanları kalbimize
ve beynimize davet etmektir...
Beklenti içinde olmayınız efendim. Makam, mevki, şöhret,
sevgili, dost, eş, çocuk bırakın artık beklemeyi. İyi bir şeylerin olmasını her
şeyin güllük gülistanlık olmasını da beklemeyin.
Neden mi? Çünkü bu fani âlemde baki güzellikler tasavvur
etmek ve her şeyin yolunda gitmesini beklemek aptallıktır da ondan...
Benden söylemesi isterseniz devam edin... Tımarhanelerde
sizin gibi onlarcası mevcut. Ya da huzur evlerinde... Orda da yer bulursanız
tabi...
https://www.facebook.com/pages/Zekeriya-Efilo%C4%9Flu/277575402344563