Sevmeyi öğrettiniz
Yaratandan kula kadar
Emeği öğrettiniz
Kuldan toprağa kadar
Kadınla erkeğin yerini öğrettiniz
Güçlü bir ağaç olana kadar

Çocukluğumun ve gençlik yıllarımın yaz aylarını ailemle birlikte köyümde geçirirdim, kağnımız vardı, mercan ve karagöz adında iki tanede öküzümüz,babam çekerdi onları, bizde çekçeğine oturmak için yarışırdık kuzenlerimle, rahmetli babaannem gökte yıldız varken uyanırdı haydi sabah oldu diye bizi uyandırırdı, ne zaman uyur ne zaman uyanırdı anlamazdım.

Kuzinede nar gibi kızarmış patatesler, laz tavasında pişmiş yufka böreği, tahta yayıkta çırpılmış tereyağımız bakır kaplara konmuş bizi bekler olurdu, fındık bahçesine salmazlardı bizi daha küçüğüz diye, hayvanlarımızı yaylada otlatmak gün içindeki görevimizdi.

Büyük bi çınar ağacımız vardı, altında tahtadan oyuklu çeşmesi olan, gün bitiminde o çınarın altında tüm aile toplanırdı, elektrık ıstanbula 2 saat mesafede olan köyüme gelmemişti henüz, gaz lambalarımız vardı bizi aydınlatan.

Ovaya hakim dağların eteklerinde yeşilin içinde kaybolmuş bir köyde geçti benim çocukluğum. Diğer çocuklardan farkım şehirli saymaları idi beni, konuştuğum anne tarafından kalan ege şivem karadenizli olan dedemin alay konusu olurdu, yörük seni derdi, ağlardım, beni ayrı tutar sanırdım.

Kadının, kızın eşşeğe binmesi ayıpmış mesela bilmezdim, çocuk aklımla kuzenımı kandırdım bir kere ama harmanyerinde dedemle bastonu arasında kovalamaca oynadım sonra, rahmetli dedemle en so ki kovalamacamız bundan 6 yıl önce ben herkesten habersiz boşandığımda olmuştu. Uzun namlulu eskı bi çakar almazı vardı, takıp beline gelmişti, kocadan ayrılmak bizde yazmaz diye.

Avrupaya giden ilk işçilerden biri idi, ne zaman ki ilçeye inecek olsa takım elbisesini çeker, kol düğmeli beyaz gömleğini giyer, duvarda çeşit çeşit asılı fötür şapkalarından birini seçip özenle fırçalar, ilçeye indiğinde ise okuma yazma bilmediği halde gazetesini alıp cebine koyardı.

Benim boşandığım zamanlarda bana en yakın arkadaşım yine çınar ağacım dedem olmuştu, babannem çoktan rahmete kavuşmuş dedemin sağlığıda deli rüzgarları olan köyümüzde kalmaya elverişli değildi artık, sana yük oluyorum der her güne hellallik isterdi, uzun bir zaman hastahane de yattı, her akşam mesai çıkışı yanına giderdim, ilk sorduğu gazete olurdu benden, ajansları okurdum ona, hastane yemeklerinden şikayet ederdi.

Doktorlara neresi ağrır asla demezdi, bilsem sana gelmezdim derdi, ben kızardım, fötür şapkasını kolay kolay çıkartmazdı başından, hava biraz kararmaya yüz tutsa haydi derdi geç kalma evine git yalnız kadınsın merak ederim yoksa seni, gülerdim dede derdim unuttun mu ben polisim, bir çakar almaz da bende var, olsun derdi kadı lık başkadır, son günlerine doğru nemli karadenizin esintili soğuk havalardan şikayet edip beni bodruma annenlere götür, annen de bana iyi bakar hem oralar sıcaktır demişti, öyle çok ısrar etti ki dayanamadım ertesi güne bir bilet aldım,özenle katladı cebine koydu,yeşile çalan gözleri ışıldadı, sen de kalma buralarda git ananın babanın yanına dedi.

O gün küçük bi çanta yaptık kuzenle, sabah giyeceği takım elbisesi, kol düğmeli gömleği, fötür şapkasınıda başucuna koyduk, sabah kalkar giyerim hemen,dedi. Takdiri ilahi o gece onu bizden alıp rahmetine sardı, onun gelemediği bodruma dedemin vasiyeti üzerine ben geldim. Bu küçük kent benim yıllardır görev yaptığım Anadolu kentlerinden çok farklı bir şekilde karşıma çıktı, dedem bana onla yaşadığımız kendi yalnızlığımız içinde avrupadaki hayatından gençliğinden bahseder hayatı anlatırdı.

Ondan çok daha önce kaybettiğim Çömlekçi Mehmet Efe dedem de dinimi arapçayı, duay,ı edebi maneviyatı öğretendi. Her güne bir duam olurdu ezberlediğim her ezberde yüklüce aldığım harçlığım... O öldüğünde çocuktum, o da memleketine gitmek üzere yanımızdan ayrıldığında Bozuyük yolunda ıssız bir dağ başında son nefesini vermişti. Babam onu kollarının arasına alıp anneannem zemzem suyu vermeye çalışırken bir çobanın dedemin başına dikilip üç kere ya sabır deyip kaybolduğunu anlattılar ardından. Her iki çınar ağacımda gitmek istedikleri dünyevi yerlere varamadan baki olana vardılar.cTanrı plan yapanlara gülümsermiş. (Latin atasözü)

Çınar ağacımız hala aynı yerinde haşmetiyle gözyüzüne doğru salınıyor, ovaya doğru başını hiç eğmeden... Kuzenım büyük bir masa yaptırdı, tahta çesmeyi de beton... Keşke eski haliyle kalsaydı dedim; akıtıyordu artık dedi.

Akşamları yine aynı çınarın altında çayımızı yudumluyoruz, dedemin yerinde kuzenim,bizim yerimize kuzenın çocukları koşturuyor harman yerinde,eskisi kadar kalabalık değiliz artık, bir şeyler değişiyor, okul gelmeyen köyüme internet geliyor. Yolu yapılan, düzenli vesaiti olmayan köyüme ilçeye kadar yine 9 km yürümek düşüyor, hala kadının eşşeğe binmesi kahvenin önünden geçmesi, derme çatma bakkaldan yağ, tuz, un alması ayıp. Artık guzıne sobalarında yapılan mısır ekmekleri yok. Bakkaldan alınır olmuş ama hala namaz saatlerinde işler durmakta ve onlar için ben hala şehirden gelen bir yabancıyım, oysa bilseler ki yaşadığım bu şehirde ben daha çok yabancı ve yalnızım.
( Çınar Ağaçlarım. başlıklı yazı Sevda URAL tarafından 25.10.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.