Nefes aldığın kenti teğet geçiyor bindiğim şehirlerarası otobüsler
Avuçlarıma bastırdığım bir çakıl taşı sevdasıyla yollar sarıyorum yokluğuna dair
Amirden paraflı , Müdürden imzalı süreli bir tezkere kağıdı
Üzerine çakar almazın demir soğu tenimi acıtan
Olmazsa olmazım yedlerimde saklı duran

Yamalı sarı taksinin radyosundan yayılan Secde duasıyla nemli bir ada sabahı
Allahın selamıyla varılan bir memleket havası solunan
Eski bir apartmanın önünde bitiyor soluk laci ağır bir bavulun yol hikayesi
8.15 le sarsılmış yorgun bir kentin pavyon makyajlı mahallesi beni gurbete atan

Komşu çocuklarının isim kazıdığı duvarları geçiyorum
Zamanı geri sarıyor yükümü çeken mozaik taşlı merdivenler
Gençlik umutlarımın saklı kapılarını açıyorum ardına kadar
Bir ömrü anlatıyor örümcek tozu içinde gezindiğim eşyalar

Nefes aldığın kenti teğet geçiyor bindiğim şehirlerarası otobüsler
avuçlarıma bastırdığım bir çakıl taşı sevdasına bürünüyorum
Parmak uçlarıma sıkıştırılmış , dudaklarımda büyüyen bir ateş yakıyorum yokluğuna dair
Bulutlar inmiş yeryüzüne, perdeleri aralıyorum
Yirmisinde ne ise otuzbeşinde de aynı manzaraya açılan pencere
Suya batmış parkın içinde yalın ayak oynayan çocukların sesine karışıyor ansız sesin

Canına yandığımın dünyası diye fısıldıyarak geçiyor içimden 18.15 Muğla otobüsleri
Çantamda sevdiğin zeytinyağlı dolma tenceresi
Denizden yeni çıktığına inanılanbalıkçının çipurası , levreği
Cenneti cehennemi varlığınla unutturan ten aydınlığı içinde
Omzuma konan melek busesi
Cuma'dan cumaya sana koşar adım gelen sevda yüreği
Yağmur yüklü bulutları yerleştirmişsin bilmeden ellerinle gözlerime
Muayene aşaması ,doktorun degıl aşkın hatası niyetine

Nefes aldığın kenti teğet geçiyor bindiğim şehirlerarası otobüsler
Avuçlarıma bastırdığım bir çakıl taşı sevdasıyla türküsünü söylüyorum ayrılığın
Mahremiyetle yarım açılan komşu kapıları
Selam la duası üzerime emanet konulan
Bir tas tarhana çorbası, bir dilim trabzon ekmeği sunulan

Fındık bahçeleri saklı orman yolundan yürüyorum şimdi
Gözlerin oluyor yere düşen çiğ taneleri
Eski bir çesme başında soluklanıyorum
Kestane topluyor çocuklar önlükleri üzerinde elleri karaya bulanmış
Küfrü en alasından sallıyorum
İstanbul'a 2 saat uzaklıkta ki köyüme dağ köyüdür diye vesaiti az tutanı saygıyla anıyorum

Sırtında tırmaçla sarılı küfesıyle karşılıyor halam
Yazması sıyrılıyor usulca
Altın rengi saçları beyaza karışmış
Beline kadar inen kalın bir saç örgüsü savruluyor rüzgarda

Alaycı bır sevgili sesleniyor ovadan dağlara doğru
Rapunzel ... rapunzel....
Bir kar tanesi kopuyor Keremali dağının zirvesinden
Sessiz bir çığ oluyor seslenişin
Parmak uçlarımdan yakalayıp yutuyor beni
Yokluğuna dair sürgündeyim

Üç eteğine siliyor nasırlı ellerini halam
Kocaman açıp sinesini uyyyy diye sarıyor
Lazca bır ağıt yakıyor
Kaidesi belli sözü içinden geldiği gibi
Yankısı sinemde büyüyor

'çuta çani - küçük laz kızı
gitti ele gurbete karıştı
çuta çani - küçük laz kızı
bi uşacığı olaydı halasi onuda saraydı'

Dilinde dua elinde mısır ekmeği
Bir kaşık tereyağla azı çok say diyor
Kaba yerİmden bir cimcik basıyor uğurlarken
Namazı İhmal etmeyesİn ha! diyor

Orman yolunun ardından sise karışıyor suretlerimiz
Ardında süt dolu memeleriyle salınan sarıkız
O bildiği dağlara doğru kaybolup gıderken
Lazca bır ağıt yakıyor
Kaidesi belli sözü içinden geldiği gibi
Yankısı dağlarda büyüyen

'Neyleyim yetmedu finduğin parasi
Uşaklara az celdi misirun darasi
Fakir fukaranın gaidesi
Gurbete düşmüş garındaşlarımın hasrati '

halden... hatırdan...
Süresi belli bir tezkere kağıdına sıkıştırılmış zamandan fazlasını söylüyor bir ananın yüreği

Nefes aldığın kenti teğet geçiyor bindiğim şehirlerarası otobüsler
Avuçlarıma bastırdığım bir çakıl taşı sevdasıyla kara bir denize salıyorum kendimi
Simsiyah bir geceye açılıyor gökyüzü
Hırçın dalgası kayalıkları dövüyor
Zamanlı zamansız vuran deniz fenerinin ışığı parlatıyor loş masayı
İstanbul işine hevesli acemice açılan servisi soruyor garson
Memnuniyet bekliyor besbelli
Mısır ekmeğini miskete çevirmişsin
Karalahanayı zeytinyağlı yapıp Bodrumlu laza benzetmişsin demek geliyor içimden
Susuyorum , elinize sağlık diyorum
Gelsin bizim barbunlar
Usulca eğilip
Bari diyorum şu fasulye turşusunda havuçta olmasa hani ...

Olmazsa olmaz bir ezgi asılı kalıyor içimde
Kemençenin sesiyle dudaklarımdan dökülüyor sözleri

'ben seni sevduimida dünyalara bildurdum
endurdun kaşlaruni babani mi öldürdüm'

Voltasını atıyor içimde senli zamanlar
Rotasız bir duraktan kalkıyor 18.15 Muğla otobüsleri
Günlerden her gün Cuma şimdi
Beyaz bir sayfaya düşüyor alaycı sözler
Hayırlı bir evlilik yap bir evladın olsun arkadaşım!
Kemençenin sesine halamın ağıdına karışıyor
ben senı sevduimida ... halası onu da saraydı ... evladın olsun .....

Nefes aldığın kenti teğet geçiyor bindiğim şehirlerarası otobüsler
Avuçlarıma bastırdığım bir çakıl taşı sevdasına hasretİm
Gökyüzünde belli belirsiz salınan bir kar tanesi oluyor gözlerin
Toprağıma düşmeden yitip giden
Geçmiş zamandan bir el uzanıyor
Saçlarımın arasında geziniyor ilk günki gibi
Ben diyorum hala... seni....
Kilitleniyor iki dudak arası
Avuçlarımın içini dolduruyor doktorun değil aşkın hatası gözyaşları

Bir otobüsün camı oluyor karadenizin seyrine daldığım pencere
Avuçlarından salınan bir buse ile ardına bakmadan gidişin
Mart soğuğuna inat cılız bir papatya kadar bana açılmamış yüreğin
Keskin bir karadeniz kadar adamın ciğerine işliyor sözlerin
Ellerimle kapattırdığın lüks bir apartman dairesinin soğuk çelik kapısı değildi yüzüme kapanan
Nede var olduğu sanılan pireye inat yakılmış bir atlas yorgandı sevdam

Kırmızı serkeş bİr mum yakılıyor ortaya kırmızısı içimde eriyen
Garson diyorum usulca, çayı eksik bırakmadan
Aman ha kırmadan bir 35liğin şişesini açta gel
En dublesinden aslana batır suyumuzu
Yoksa benle bir barbunlarıda ağlatacak üç harften ibaret kalan sevgili
Takalara sevda yükleyip karadenize salma vaktı
Bir demli caydan,bir duble rakıdan ,acısı sevdasından daha da uzun bir gece olucak !

Güneyde bir kasabaya açılıyor yollar
Samanyolunun altında vuruluyor ürkek bir ceylan
Şaşırılmış bir duayı eksiksiz öğretiyor bir adam
Bir kadın düşüyor dizlerinin üzerine çaresizce
Bin yılın sevdasını taşıyor içinde
Büyüyor karaya çalmış gözleri
Denizlerin tuzlu suyunu doğurmak için her güne
İsyan bayrağını açıyor soteye demir atmış korsan bir gemi
Kemiksiz dilden kılıçlar çekiliyor
Er meydanı değil kurulan bır aşkın bitiş hali

Nefes aldığın kenti teğet geçiyor bindiğim şehirlerarası otobüsler
Avuçlarıma bastırdığım bir çakıl taşı hikayesi
Seni seni ....


12.03.2010- Sakarya .....



( Çakıl Taşı Sevdası başlıklı yazı Sevda URAL tarafından 3/12/2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.