"ne zaman seni düşünsem bir güzçiğdemi tadı gelir dolanır dudaklarıma"

Dağınık yer yatağının kenarına usulca ilişti. Bir gidişten ziyade bir kalbin, bir ruhun, bir bedenin aşkla dinamitlenmesiydi bu.Yer değil zaman kaydı ayağının altından, yığıldı kaldı boş bir çuval misali.
Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen sessizlik küçük bir ekmek kırıntısı için çığırtkanlık eden serçelerin, düş bozan sesleriyle yırtıldı.Cam parlaklığındaki gözleri birer yağmur damlasına dönüşmeye başlamıştı bile. El yordamıyla buldu yastıktaki sıcak izini. Bir kaç tel saç ve gidişinin ardında doldurulması mümkün olmayan boşluktu geriye kalan. Beyni kırık bir film makinesi gibi içini acıtan son sahneyi gösterip duruyordu.

-o-

Melodisi bozuk bir zil sesine bağlıydı umudun ipliği.Açtığı kapı sokak kapısı olmaktan çıkıyor, arkası ya yokluğun cehennemine ya da o ruhunu kendinden geçiren kokunun cennetine açılıyordu.Çalan her kapıya ona koşar gibi koşuyor ama her seferinde ruhuna işkence eder gibi kapıyı açmadan önce öylece durup boş gözlerle boyası dökülmüş tahta yapıya bakakalıyordu. Beyninden yayılan "ya o değilse?" çığlığı "ama ya oysa" şeklinde bir kıvranış olarak yankı buluyordu. Usta bir demirci edasıyla kalbini önce harlı ateşlerde eriten sonra soğuk sularda bekleten o bozuk melodi tekrar çaldı.Eşikte geçen birkaç saniye yoklukla çokluk arasına düşen bir buğday tanesi gibi eziyordu ruhunu.
Olsun! Buna da razıydı. Bir parçada olsa umut vardı ya. Kendine ait olmadığını düşündüğü bir el uzanıp açtı sonunda kapıyı, kapının kilidi döndü kınında ve zamanın bütün kilitleri kırıldı. Tanrıça Elpis'in eli deydi dünyaya, yokluk hiçlikte kayboldu, hayat bir bebeğin ağlayışıyla yeniden başladı.
Neden geldiğini sormadı, niye gittiğini sormadığı gibi. O odaya doğru geçerken usulca yürüdü arkasından. Odaya girince birden arkasına döndü, küçücük bedenine inat kocaman bir yürek taşıyan, gidişiyle kimsesiz bıraktığı kadına sarıldı. Aşk sese dönüştü "özledim seni hem de tahmin edemeyeceğin kadar çok". İşte bu an umutsuzluğun umuda, gidişin dönüşe, acının mutluluğa yenildiği andı.
Sarıldı kadın, asırlık uykudan uyanır gibi sarıldı, dolan gözlerine inat gülümseyerek sarıldı. Oysa kaç uykusuz gece söz vermişti kendine "gelirse eğer bir gün gelirse hesap soracağım" diye. Ama aşk gelişiyle bütün hesapları temize çekmişti.
Bir süre kaldılar öylece, sonra adam usulca oturdu sayısız güne beraber başladıkları yatağın üzerine. Kadın ince bir dal gibi salınarak cızırdayarak yanan kibrit çöpünün alevini mumlara ödünç verdi .Sessiz adımlarla gittiği mutfaktan iki kadeh ve bir şişe şarapla döndü. Odanın kapısını kapatarak adamın gidişiyle sahipsiz kalan duvar yazılarını, küçük bir yatağı, kitapları, dolabı yine onların yaptı.Ve olduğu yerden, olması gerektiği gibi yeniden işledi zaman.
Küçük odanın dört duvarına eşsiz bir müzikal gibi dağıldı adamın sesi. Düşündü kadın bir el başka bir ele, bir kulak bir sese, bir göz bir yüze bu kadar susayabilir miydi?
Saatler sonra tenini tenine gömüp yorgun bir uykuya hapsetti bedenini.


Yaşanmamış bir güne daha açıldı gözleri, aşkla sarıldı yanındaki gerçekliğe. Çocuğunu uyandırmaya kıyamayan bir anne edasıyla kalktı yataktan ve sessizce pencereyi açtı. Güne boğuldu küçük odanın her zerresi, denizin iyot kokusu sardı miskin bedenini.
Adam ışıktan rahatsız olan gözlerini oğuşturarak kalktı yataktan, dağınık yatağın kenarında duran giysilerini suçlu bir çocuk ifadesiyle giymeye başladı. Kadın pencerenin kenarında arkasından vuran ışığın içine garkolmuş bir şekilde ona bakıyordu, sol yanında sol göğsünün tam altında ne olduğunu anlayamadığı bir acı duydu.Ve adam çorabının son tekini de giyip son bir nefes çektiği sigarasını külden oluşmuş bir tabakanın içine gömdü.Gidiyordu...
"Bekle" dedi kadın, "bende çıkacağım hazırlanayım beraber çıkalım". Yüzünü bile dönmeden "acelem var" diyerek öylece çıkıp gitti.

-o-
"Yeter!!" diye bir çığlık attı.
"Yeter artık !!" Bu haykırış ne gidişe ne hayata ne de geride kalan yapış yapış yalnızlığaydı, bu bir başkaldırıydı.
Ruhuna, kalbine, kendine oyunlar oynayan beynine karşı bir başkaldırıydı.Çünkü tanıyordu bu gidişi, küçük bir çocuğun her gece beraber uyuduğu oyuncağa duyduğu özlemle gelmişti, bırakmaya karar verilen sigaradan çekilen son nefes gibiydi bu geliş ve pişmanlık sancılarına bürünmüş bir bedeni sırtlayarak gitmişti. Gidişlerin en acısını,en taşınmazını bırakarak gitmişti.Aşk hiç bu kadar çirkinleşmemiş, bedeni hiç bu kadar kirlenmemişti.

Zorla kalktı kadın yığıldığı yataktan, ayaklarını sürüyerek dolabın önüne geldi. Eline aldığı küçük bir valize tüm boşluklarını, tüm dünlerini ve tüm yarınlarını koydu. Onun kokusunun sindiği pijamaları büyük bir hınçla yırtarcasına çıkarıp yalnızlık dolu giysilerini geçirdi üstüne. Hazırdı artık...
Yapılması gereken son işini de yapıp onunla karşılaşma ihtimallerinin olmadığı, sokaklarına iyot kokularının uğramadığı bir şehre sürgün gidiyordu...

-o-
Adam usulca gönderen kısmı boş olan zarfı açtı içinde bir anahtar ve küçük bir not vardı:

"İçimde seni yansıtan ne varsa bin parçaya bölündü, bölünen her parça tekrar yüzüne döndü .Oysa ben yönü sana doğru olan her acının üzerine adresimi yazmaya çoktan hazırdım...”
( Medcezir başlıklı yazı yasemin-eksi tarafından 5.03.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.