Aşk Dediğin Bu Olmalı

Oldukça efkârlıydı. İlk kez kendisiyle çıkacak bir arkadaşından teklif almıştı. Bu yüzden heyecanlıydı. Ne de olsa arkadaşları vardı. Onlara danışmalıydı. Danışacak ve hayatının en önemli çizgilerinden birinde yalpalamak istemiyordu. Bu sebeple en yakın arkadaşlarından Ahmet’in fikrini almalıydı.
Öğle arası anfiden çıkarken Ahmet’e seslendi:
-Ahmet nereye ?
-Sorma hastaneye gitmem lazım. Hayırdır, telaş içindesin?
-Sorma hemşehrim sorma
Ahmet, kendince durumdan vaziyet çıkarmaya çalışıyordu:
-Ne olmuş kardaşım? Benim elimden ne gelirse hazırım.
-Anlatsam mı?
Yıllardır, aynı mahallede büyümüş, çocuklukları bir arada geçmişti. Arkadaş, zor durumda olan arkadaşına yardımcı olmasa ne zaman yardımcı olurdu:
-Anlat ve rahatla. Yoksa Altıntarak, seni vizede mi bıraktı?
-O olsaydı ne gam… Başka bir şeydir, beni sana getirten.
Ahmet, canciğer arkadaşına bir daha sokuldu. Elini boynuna attı. Arkadaşının bu durumuna olan üzüntüsünü dile getirecek birkaç laf söylemesi lazımdı. O da aynen böyle yaptı:
-Oğlum, sende bir hal var.
-Evet Ahmet, çok sıkıntıdayım.
Bilirdi, Ahmet, kendisinin paraya ihtiyacı olmadığını. İşin ne olduğunu merak saikiyle sordu:
-İnsanı fıtık eder durursun. Ne var ya hu?
-Bir arkadaşla çıkacağım. Heyecanlanıyorum.
-Olmaz olur mu? Aynısını ben de yaşamak isterim. Yenge kim?
-İşin gücün gırgır.Yahu işte mesele bu. Bana bir akıl ver.
Ahmet, elini tuttu, arkadaşının. Az ilerideki banka gittiler. Bankta otururken sağa sola bakmayı ihmal etmedi, Ahmet.
-Ne oluyoruz?
-Bir şey yok. Yerin kulağı var, oğlum.
-Valla doğru söylersin.
-Eh!.. Artık söyle söyleyeceğini be kardeşim.
-Altıntarak’ın dersinden çıkarken bir kız bana tebessüm etti. Sonra da gitti. Defterimin arasında bir mektup.Açıp okudum. Bu gün saat üçte kendisiyle parkta görüşeceğim. Ne alsam?
Ahmet, tebessüm etti arkadaşına:
-Dert etme be oğlum.
-Nasıl dert etmem be kardeşim.
-Alırsın bir çiçeği ve karşısına çıkar, nazikçe takdim eder, kendisine çok hafiften merhaba dersin.
-Ben de aynı fikirdeyim.
-Hepsi bu. Sonra oturursunuz bir masada ve konuşursunuz. Ortacı ne istediğinizi soracak. Çay istersiniz ya da meşrubat.
-Aynen dediğin gibi. Ben de düşündüm.
Ahmet, arkadaşına destek veriyordu. Kötü günün dostu olmak kolay mıydı? Boşuna arkadaş arkadaşın aynasıdır denilmemiş.
-Çiçeği de bırak. Sen zaten çevreci değil misin? Alacağın çiçekler solmayacak mı?
-İyi ve doğru söylersin? En iyisi ben çiçeksiz gideyim.
-Bak oğlum, siyah matem rengidir, sarı hastalığın, kırmızı kanın ve beyaz küskünlüğe son vermenin. Hoş edebiyatçısın. Oturur, işi şıpıdak bağlarsın. Olmaz mı?
-Olur be Ahmet. Sen bana cesaret verdin. Sağ ol, var ol. Seninle iyi ki karşılaşmışım.
Ahmnet, ayağa kalkarak, kendisini iyice bir süzdü. Başıyla olmaz gibi bir mesaj verdi:
-Böyle olmaz. Oğlum madem ilk karşılaşma. O halde kaportaya çeki-düzen şart. Git hemen üstünü değiştir.
-Değiştireyim değil mi?
-Ne demek değiştireyim. Spor giyin. Biraz deodorant ve saçına bir ütü.
Arkadaşı, buna sevindi.” Sonucu öğrenmem lazım” dedi, Ahmet, “Mutlaka haber ver sonrasında. Olmaz mı?”
Arkadaşı, başıyla evetledi. Eğitim Fakültesi’nin gezi yolunu alelacele yürüdü. Ahmet ise az ileride bekleyen arkadaşlarına yöneldi.
Bir saat sonraya varmadan spor kıyafetiyle, heyecanlı heyecanlı. Fakültenin dış kapısından girdi. Ali Pınar Köprüsü’nün ilerisindeki parka gitmeye daha bir saat vardı. Kimsenin dikkatini çekmemişti. Çekseydi, yanındaki arkadaşları en azından kendisine seslenirdi:
-Looo!... Nereye gidiyorsun?
Kimsenin farkına varmaması en iyisiydi. Zaten Ahmet, banka otururken sağa sola bakmamış mıydı…
Beraberinde bir şey getirmemişti. Ahmet’in dediğini yapmıştı. Çevreci olduğu için çiçekleri soldurmaya niyeti yoktu. Zaman bir su gibi akıyordu. Zaman Dicle misali eriyordu. Şu heyecanını bir yense.
Karşısına çıkacaktı ve öncelikle şunu diyecekti:
-Ben size çiçek getirmedim. Çünkü senin güzelliğinin karşısında çiçeğin ne alımlı yönü vardır. Şu kır çiçeklerini alsan benim içi dünyaya bedel. Beklettim mi seni?
Kız, gülecek kendi kendine ve başını çevirecekti yana. Elindeki iki papatyayı sunacaktı, kendisine. Kız, o iki papatyayı kulağının arkasına saçıyla uygun biçimde yerleştirecekti.
Saatine baktı, zaman kalmamıştı. Bekletmemeliydi. Koşar adımlarla ayrıldı, Fakülte’den.
Mektuptaki kızın yazdıklarına göre etrafına baktı. Kimsecikler yoktu. Sadece sırtı dönü bir kız oturuyordu, masada kendi halinde. “Merhaba “dedi, kıza.
Kız yanına usul usul oturan gence baktı. “Merhaba” dedi, oturana.
Hemen söze girdi:
-Ben size çiçek getirmedim. Çünkü senin güzelliğinin karşısında çiçeğin ne alımlı…
Kız, elini başına attı. Karşısında anlı şanlı arkadaşı Ahmet duruyordu. Peruk, her şeyi açıklığıyla ortaya koyuyordu.
Derken kendisine tebessüm eden kız da karşılarındaydı.
-Merhaba arkadaşlar!...
“Merhaba” dedi, ürkekçe:
-Bizim Ahmet oldukça muzip biri. Bir arkadaşa oyun oynamak için buradayız.
Kız, bu martavalı yememişti, anlaşılan:
-Mehmet, kalk gidelim. Zaten biraz sonra abim gelecek. Beni seninle görse ne olacağını sen bilirsin.
Kalkan ikiliden sonra elinde iki papatya ile kala kaldı, masada.
Masada duran karalamaya baktı, iste istemez. Kısa bir nottu, masaya bırakılan:” Arkadaş, sen geçen yıl beni iki gün kampusta saatlerce elimde karanfille bekletmiştin. Fakat ben senin ayakta kalmanı istemedim. Çayını iç ve parasını ödeme. Doğum günün kutlu olsun.”
( Aşk Dediğin Bu Olmalı başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 11/9/2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.