1
Karşılıklı
bir müddet oturduk. Yeni çaylarımız gelmiş, o da ben de düşünceliydik.
---Diğer mesele neydi Abi?
---Bu daha da önemli evlat, biraz şaşırabilirsin.
---Hele bi de bakalım.
---Sen Mine ile evliyken kaç çocuğu vardı?
---Bir tane oğlu vardı.
---Geçenlerde, Çarşı esnafından çocuğu olmayan yaşlı,
halim selim bir adam eşinin ölümü üzerine evlenmiş. Konuşmalara kulak misafiri
oldum ve kiminle deyince, Mine diye güzel bir kadınla evlendi dediler. Bu Mine,
senin eşin olan Mine olabilir diye iyice araştırdım, oydu. Oralarda dul bir
kadının yalnız yaşaması, hele yaşanan bunca olaydan sonra çok zordur. Mine’de
herhalde bu yüzden o adamla evlenmiş. Adam, malım mülküm çok, kime kalacak diye
çocuklu bir hanım aramış, aracılarda bu işi ayarlamışlar. Yalnız aklıma takılan
bir şey var?
Bir süre
konuşamamış gözlerim camdan dışarıya uzaklara takılmıştı. Ömür boyu seveceğim
kadın, aşkım, ilk kadınım bir başkasıyla evlenmişti…’’Demek yeniden evlenmiş.’’
Şimdi daha iyi anladım ki bana olan aşkı sadece intikam içinmiş. Halbuki bunca
olaydan sonra, zaman zaman kalbimin derinliklerinde acaba diye bir umut ışığı hala
yanıyordu. Çok küçük bir umuttu, ancak küçükte olsa oralarda bir yerde
duruyordu. Bütün kin ve nefretime rağmen ara sıra aklımı zorluyor, Mine’ye olan
sevgimi depreştiriyordu. Bu küçük ışık şimdi tamamiyle sönmüştü. Duygulanmıştım
ama belli etmemeye çalışıyordum.
---Hikmet burada mısın?
---Evet Abi.
---Daha bitirmedim asıl soru gelmedi.
---Dahası da mı var Abi? Bu bile beni bitirmeye
yetti.
---Var oğlum, bunu bilmek senin hakkın.
Aklımdan ‘’Neyi bilmeliydim, her şeyi öğrendim ya!’’
diye geçirdim.
---Söyle Abi, söyle de bu işkence bitsin.
---Mine’nin bir çocuğu vardı dedin, halbuki adam
evlendiğinde kadın iki çocukluymuş. Beş yaşında bir oğlu, bir buçuk yaşında da
bir kızı varmış.
Tonlarca
taşın bir anda üzerime düştüğünü sandım, Amir beyin ne demek istediğini
anlamıştım. Birden bire her yanımdan öyle bir ter boşandı ki sırılsıklam
olmuştum. Elimdeki çayı bırakarak ayağa kalktım odanın camına yaklaştım, tekrar
uzaklara baktım. Oralarda benden bir parça mı kalmıştı? Kanımdan, canımdan,
özümden. Yarabbi, başıma buda mı gelecekti? Tekrar yerime oturup oldukça
hüzünlü bir halde, anlamsız gözlerle Amir beye baktım. Oda beni dikkatle
izliyor, anlamaya çalışıyordu.
---O kız, senin kızın Hikmet. Özellikle Mine’yi
bulup kızın babasını sordum, cevap vermemişti. Hikmet’ mi? Deyince, bakışlarından
evet dediğini anladım. Bir kızın var oğlum. Sende artık babasın, bundan sonra vereceğin
karar senin. Bana sorarsan onlara hiç dokunma. Adam çok değerli bir insan, kızına
baba şefkatini vereceğine inanıyorum.
Hiç cevap
veremeden öylece kala kaldım. Sanıyorum Amir Bey’de söyleyeceklerini
söylemişti. Kendi dünyamla baş başa kalmak istiyordum. Genç yaşımda çökmüş,
ihtiyarlamıştım. Beni anlamış olmalı ki, burada fazla zamanının kalmadığını
söyleyerek ayağa kalktı.
---Bak oğlum, benim İl Emniyet Müdürü olarak Aydın’a
tayinim çıktı. Seninle bir daha ne zaman görüşürüz bilemem. Şayet bir gün
uzaktan da olsa kızını görmek istersen, Düzce Emniyetinde çok değerli,
güvenilir, dürüst Gürcü bir Bekçi var. Onu bul, olanları ben ona anlattım, sana
yardımcı olacak.
Amir Baye
cevap bile veremedim, şu an sanki konuşmayı unutmuştum. Gönül dünyamda ne
fırtınaların koptuğunu bilen Amir Bey beni yalnız bırakmak için veda ediyordu.
Uzanıp elini öptüm, doyasıya sarıldık. Gerçek babam vardı ve yaşıyordu ama bana
babalığı bu adam yapmıştı, Allah yolunu açık etsin.
Koğuşuma
dönünce kendi dünyamla baş başa kaldım. İçimde ne kin, ne bir intikam, ne bir
öfke vardı. Günlerce yatağımdan kalkamadım. Doğru düzgün yemek bile
yiyemiyordum. Yüreğimde benim olan bir çocuğu görme arzusu gün be gün büyümeye
başladı. Koğuştaki arkadaşlar bendeki bu değişimi anlasalar da nedenini de
soramadılar. Aksi ve öfkeli biri olduğumu bildiklerinden bu konuyu açmadılar.
Günler
sonra arkadaşım Dursun Abi yanıma gelmiş sohbet ediyorduk.
----Hikmet içinde seni yakan neyse anlat aslanım.
Anlat da rahatla, içini yakma, bak herkes senin bu haline üzülüyor.
Haklıydı
galiba, birileriyle konuşmalı, beni yakan bu sırrı paylaşmalıydım.
---Abi biliyor musun? Bir buçuk yaşında bir kızım
varmış. Benden habersiz, bir başkasına baba diyor.
Yıllar
sonra ilk kez gözlerimden yaş gelince bu halime bende şaşırmıştım. Canavar
Hikmet, eski Hikmet’mi oluyordu?
Günler
ayları kovaladı, uzaklarda benden habersiz kızımın özlemi ile yanıp dururken
burada üç yılımı doldurdum. Okuma merakım devam ediyordu. Bu aralar Ülkede
devam eden siyasi hareketlere hayli merak salmıştım. Bulduğum birkaç kitabı
zevkle okuyor, sol hareket ile ilgili söylemlere büyük ilgi duyuyordum. Ezilen,
çile çeken, emekçi ve işçi kesimine yönelik afişler, resimler, romanlar
içimdeki yalnızlığımı paylaşıyordu. Hal böyleyken Bülent Ecevit başkanlığında
kurulan hükümet genel af çıkaracak diye herkes merak içinde bekliyordu. Benim
cezam azalmıştı ama içeride daha çok cezası olanlar vardı. Mesela Arkadaşım
Dursun Abinin daha yirmi yılı vardı.
Bir gün
merakla beklediğimiz af çıkmış, herkes sevinçten naralar atıyordu. Derin bir
hüzün içerisinde yatağıma oturmuş, yine düşüncelere dalmıştım. Hangi umutları
taşıyarak dışarı çıkacaktım. İçimde oluşan kızımı görme arzusu dışında hiç ama
hiç sevinç duymuyordum. Tüm gençlik hayallerim, umutlarım bu duvarlar arasında
kalmıştı. Dışarıda beni umutlandıracak ne vardı sanki. Ya Mine? O şimdi bir
başkasının karısıydı. Ona ulaşmak, geçmişin hesabını sormak isterdim ama Amir
Beye sözüm vardı ve bu kez sözünü tutacaktım.
Dursun Abi
bir süre sonra yanıma gelerek bana:
---Bırak üzülmeyi aslanım, bak af çıktı yakında
buralardan kurtulacağız. Sende biraz sevinemez misin?
---Haklısın Abi sevineyim de kim için? Hiç bir zaman
kızım diyemiyeceğim biri için mi? Yoksa dışarıda beni bekleyen yeni acılar,
yalnız bir hayat için mi?
---Bak aslanım, hepimizin geride bıraktıkları,
acıları, sönen hayalleri, tükenen umutları var ancak hala yaşamaktayız. Hele senin dibi
genç birinin daha çok sevinmesi gerekiyor. Henüz askerliğini bile yapmamış
fidan gibi biri için karamsar olmak doğru mu?
Güzel
şeyler söylemişti bana. Ama gönlüm çok derinden yaralanmıştı. Hem de tedavi
olamayacak şekilde. Duygusal bir insan olmam nedeniyle hayat ve yaşananlara
seyirci kalamıyordum.
Bir zaman
sonra tahliyeler başladı. Herkesle helalleşmiş görüşerek adresler aldım ama ben
hiç kimseye adres veremedim. Nereye gideceğim bile belli değildi. Sıra bana
geldiğinde en son giden gruptandım. İçeride kimsenin kalmadığı koğuşuma şöyle dönüp
bakarken burada geçen günlerimi yaşadıklarımı hatırladım. Burası benim için bir
okul olmuştu. Burada hayatın çok farklı yönlerini tanımış, iyiden iyiye
olgulaşmıştım.
Hapishane
Müdürü özellikle beni görmek istediğini söylemiş bunun üzerine beni ona
götürmüşlerdi. İçeri girdiğimde:
---Gel bakalım delikanlı, senden ayrılacağız bugün. Hele
bir otur çay iç, zaman bol nasılsa gidersin.
Karşısına
oturduğum zaman ne diyeceğini merak ediyordum.
---Misafirliğin bitti, bundan sonra artık özgür bir
insansın. Buraların nasıl bir yer olduğunu biliyorsun, söylemeye gerek bile
yok. İnşallah gelecek hayatında daha dikkatli olur, yanlışlıklar yapmaz, söylenen
öğütleri dinlersin. Daha çok gençsin, buna rağmen büyük hayal kırıklıkları
yaşamışsın, toparlaman zor olacak. Çok okuduğunu söylediler, bak işte kurtuluş
yolunu bulmuşsum, okumayı asla bırakma.
Sustu, fazla
konuşmadı. Benimde konuşmamı bekler gibiydi.
---Amir bey sizi aradı herhalde, hala beni
korumakta, gölgesi etrafımda dolaşmakta değil mi?
---Doğrusu evet, af çıkınca seninde çıkacağını
bildiği için bana telgraf göndermiş. Zaten bende seninle konuşacaktım. Senin
gibi dürüst insanların yeri burası değil oğlum. Dışarıda çok daha güzel işler
yapacak birisin, daima dikkatli ve uyanık ol.
---Elimden geleni yapacağıma emin olun Müdür Bey, Amir
Beyime ulaşırsanız saygı ve sevgilerimi iletiniz.
Çayımı
içip kalktım, dışarı çıktığımda hasret kaldığım özgürlüğümle buluşmuştum. ‘’Ah!
Özgürlük, var mı senin gibi güzel bir şey?’’ Şehre doğru giden araçlardan
birine bindim. Cebimde şu an için yetecek param vardı. Üstüm başım da hayli
düzgün olduğu için alacak bir şeyim yoktu. Şehir içinde bir kahvehanede oturup
yüreğimi yakan kızımın özlemini düşündüm durdum. Düzce’ye giderek kızımı görme
konusunda hayli karasızdım. Kızımı görüp ya ayrılmak istemez, ona bir şeyler
söylersem. Ya da Mine’nin hayatına tekrar karışırsam diye uzun zaman düşünmüş,
cevabını bulamadığım sorularla epeyce yorulmuştum. Kızımı görmek isteği ağır
bastıkça, bu benim hakkım diye kendimce söylenip durdum. Kafamı allak pullak
eden bu düşüncelere dayanamayınca, vakit erken olduğu için hemen Düzce
arabalarının olduğu yere gidip bir minibüse bindim. Eski heyecanımın tekrar
ortaya çıktığını fark ettim zaman, artık eski Hikmet olduğumu hissettim. Sevgi
arayan, heyecanlanan, gözlerinde az da olsa umut taşıyan biri.
Düzce’ye
indiğimde öğlen sonuydu. Şehre şöyle bir baktım, acı tatlı anılarımın yaşandığı
bir şehirdi. Mine buradaydı, sevdiğim aşkı tattığım kadın ama ben ondan
binlerce kilometre uzakta gibiydim. Mine’ye olan eski nefretimin kalmadığını
anlayınca çok daha rahat olduğumu fark ettim ama yüreğimde bir yangın küllenmiş
duruyordu.
Bir lokantada
yemek yedikten sonra Emniyete giderek Amir Beyin söylediği bekçiyi sordum.
Arayıp buldular, henüz göreve başlamadığı için sivildi. Telaşlı bir hali vardı
ve
beni beklediği her halinden belliydi. Kırk yaşlarında
güler yüzlü neşeli biriydi.
---Gel bakalım Oğlum, seni bekliyordum, dışarı çıkıp
biraz dolaşalım.
Beraber dışarı çıkıp bir kahvehanede oturduk. Çayımızı
içerken dayanamadım.
---Geleceğimi nerden biliyordun Abi?
---Amir Bey tayin olup giderken seninle ilgili her
şeyi bana anlattı. Dün de yeni bir telgraf aldım. Senin mutlaka buraya geleceğini
bildiği için dikkatli ol demişti.
Ah Amir
Beyim, babam benim. Gittiği yerlerden bile beni takip ediyor bir hata yapmamı
istemiyordu. Böyle insanların yaşadığı dünyada neden bende geleceğe umutla
bakmayayım diye düşündüm.
---Merak etme Abi içimde en ufak bir kötülük yok. Sadece
kızımı tanımak onu görmek için geldim. Kimsenin dünyasına karışacak durumda
değilim.
Rahatlamış,
Güler yüzü daha da sevimli hale gelmişti.
---Bak şimdi ben her şeyi planladım ve bu gece ki
görevim için izin aldım. Bizim ev Mine’nin evine yakın, akşam gider Mine’ye
durumu anlatır, çocukları bizim eve getiririm. Orada kızınla biraz oyalanır onu
tanırsın. Anlaştık mı?
---Evet Abi, sen nasıl istersen.
---Tamam evlat, doğrusuda buydu zaten anlaştık.
Kahveden
kalkarak doğruca Bekçinin evine gittik. Evde, hanımı ve genç yaşlarda iki oğlu
vardı. Temiz ve cana yakın insanlardı. Yemek hazırlığı yapıldığına göre beni
beklediklerini anlamıştım. Çok güzel yemek yapmışlar, buna rağmen heyecanın
verdiği ruh haliyle ben az yiyebildim. Çok zamandır yemeklerimi azaltmıştım. Bu
nedenle kilom hayli düzgündü. Yemek sonu oturup çay içerken, Bekçinin hanımı
dışarı çıkıp gitmişti. Biliyordum az sonra kızım gelecek onunla tanışacaktım
ama neyi olarak ve nasıl? Heyecanım arttıkça hafif titremeler başlamıştı, bunu
fark eden adamcağız korkup:
---Aman oğlum, ne oluyor sakın ha yanlış bir şey
yapma?
---Merak etme Abi elimde değil, şimdi geçer.
Gözlerimi
kapıdan alamıyordum. Biraz sonra hiç tanımadığım kızım içeri girecek onunla
karşılaşacaktım. Terlemelerim şiddetlendi, bunda içtiğim çayın etkisi de vardı
ama kalbimin sesi, o yok mu? Ah bir sussa!
Mine
kızımla tanışmama neden izin verdi diye aklıma geldi. Benim sinirli biri
olduğumu biliyordu. İzin vermezse daha başka olumsuz olaylar olabileceğini
tahmin etmiş olabilir diye düşündüm. Akıllı bir kadındı, o her şeyin hesabını
yapmıştır.
Dış kapı gıcırdayarak açılınca içeriye Evin
hanımının yanında Mine’nin oğlu ve çok da güzel bir kız çocuğu girdi. Kız hemen
koşarak Bekçinin çocuklarının yanına vardı. Onları tanıdığı için yabancılık
çekmemişti. Mine’nin oğlu İsmail bana dikkatlice bakıyordu. Büyümüş güzel bir
oğlan çocuğu olmuştu. Bir an beni tanıyacak diye korktum. Bende bu arada bıyık
bırakmış hayli yaşlı gösteriyordum. Ondan ayrıldığımda o daha üç yaşındaydı,
sanırım hatırlamakta zorlanmıştı. Fakat yinede bana dikkatlice bakmasından
ürkmüştüm. Evin hanımı kızıma dönerek:
---Bak Gülüm, bu amca uzaktan geldi, benim yeğenim
olur. Sana hediye almış, git alsana.
Kız oynadığı
yerden bir an bana baktı, ne kadar güzeldi Allah’ım! Benim kızım, canım kızım,
yaşadığım kısa fakat doyumsuz aşkımın meyvesi, karşımda durmuş güzel gözleri
ile bana bakıyor, elimde tuttuğum paketi merakla seyrediyordu. Neden sonra
yavaşça yanıma geldi, elini uzattı. Gözlerine baktım, sanki orada kendimi
görmüştüm. Benim gözlerimin aynısı kızımın gözlerinde gördüm. İçim öyle doldu
ki konuşamadım ve bir an kalbimin duracağını sandım. Hayır, ağlamamalıyım, şimdi
sırası değildi.
---Kucağıma gelir misin kızım?
Hediye
merakından olmalı ki çekinerek de olsa geldi, onu kucağıma aldım. Elimdeki
kutuyu açmaya uğraşırken onu sıkıca bağrıma basıp kokusunu içime çektim. Ne
güzel kokuyordu, tıpkı annesi gibi, o da böyle güzel kokardı. Kızımı birkaç kere
öptüm, saçlarını okşadım. İçimden yaşlar aktıkça gözlerim dolmak üzereydi. Yaşlarımı
saklamaya çalışırken gözlerim bir ara evin hanımı ve Bekçi ağabeyime
takılmıştı. Yan yana oturmuş bize bakıyorlar. Ellerinde birer mendil gördüm. Belli
ki onlarda çok etkilenmiş, yaşlarını tutamamışlardı. Kızım kucağımda çok
kalmadı. Hediyeyi alınca kucağımdan inip gitti, tekrar oyuna daldı. Mendilimi
çıkarıp terimi siliyor gibi yaparak, gözlerimde oluşan yaşları silmeye
başladım.
Dikkat
ettim İsmail hala bana dik dik bakıyordu. Tanıdı mı acaba dedim? Sesimden etkilenmiş
olabilirdi. Ona da bir hediye almıştım, çağırıp hediyesini vermek verdim, o
arada bana dönerek:
---Amca biliyor
musun? Seni daha önce gördüm ama hatırlayamadım.
Çocuğun
hafızası karışmış beni gördüğünü anlamış, aradan zaman geçtiği için kim
olduğumu çıkaramamıştı. Hatırlamadığı daha iyi diye düşündüm.
Bir müddet
sonra kızım ve İsmail Bekçinin hanımı ile beraber kendi evlerine gidecekleri
anda kadıncağızı sakin bir köşeye çağırdım.
---Yenge, Mine’yi görmek istiyorum, belki hayatımda
onu son defa görme şansım olacak, çocukları bırakınca ona söyle yarın sabah
gitmeden önce buraya gelsin. Söz, sadece ayaküstü bir iki dakika görmek
istiyorum, hatta onunla konuşmayacağım.
Kadıncağız biraz endişelendi, Bekçi Amcaya durumu
anlattı. İkisi de bana bakarak tamam der gibi bakıştılar.
Çocukları evlerine
teslim eden kadın, aldığı zor görevi yerine getirerek tekrar eve geldiğinde,
bana dönerek:
---İyi dayandın oğlum, her an kızım diye çocuğa
sarılıp ağlayacaksın sandım. Mine’ye isteğini ilettim. Düşünmem lazım, gelecek
olursam yarın sabah uğrarım dedi.
---Onların huzuru benim için çok önemli Yenge. Yeter
ki mutlu ve sevgi dolu büyüsünler. Benim olup olmamam çok önemli değil. Ben bu
saatten sonra o aileye sadece diken olurum, varsın beni baba bilmesin. Adını ne
koymuşlar?
---Adı Sevgi Gülüm, iki adı var, biz daha çok gülüm
diyoruz.