On iki ekim iki bin on beş pazartesi, unutulmayacak bir gündü.

İki hafta öncesi İzmir Bozyaka eğitim ve araştırma hastanesinden prostat biyopsisi için randevu almamın üzerinden iki hafta geçti. Randevu için hastaneye geleceğim tarih işte bu gündü. Saat on buçukta aldığım randevuya yetişebilmem için İzmir Dikili’den hareketle, üç saatlik bir süre sonunda hastaneye varabileceğimi bildiğim için, sabah yedi de evden çıkmalıydım.

Hafif bir şeyler yiyerek hazırlandım, kolay olsun diye cüzdanımdaki tren biletini ayırıp ön cebime koydum ve saat yedide arabama binerek Aliağa’ya hareket ettim. Aracımı park alanına bıraktıktan sonra iki kontörü olan kartımdan bir kontör kullanarak tren mahalline geçtim, kısa süre sonra gelen içi boş trene bindim. Metroya varmam tam bir saati alıyordu. Boş koltuklardan birine oturup sakin bir yolculuk yaparken yapılacak biyopsiyi düşünmeye başladım. Zaten birkaç gündür bu işlemin stresini yaşamaktayım. Kolay değil sağlık bu, hem de zor bir yerden sıkıntım vardı. Biyopsi sırasında neler yaşayacağımı hayal ediyor, bir yandan da nedensiz bir şekilde ağrıyan karnımla baş etmeye çalışıyordum. Öyle ki bir ara trenden bile inmeyi düşündüm. Sıkıntının kaynağı psikolojik olabilirdi. Trene bineli yarım saat oldu sanırım, ben bu düşünce ve sıkıntılar içindeyken telefonum çaldı. Telefonda eşim:

----Alo Mehmet, sen cüzdanını almayı unutmuşsun,

Demez mi? Elimi cebime attım, cüzdan yoktu. Kimliklerim, param, ehliyetim vs, evde kalmıştı. Her zaman bir miktar bozuk parayı pantolonumun cebine koyan ben, nedense bu gün paramın hepsini cüzdanıma koymuştum.  İyi de ben sabah cüzdanımı elime almış, içinden tren biletini çıkarmıştım, o zaman cüzdan nasıl olur da bende değildi? Biraz düşününce dalgınlıkla cüzdanımı montun cebinden aldığımı, bileti aldıktan sonra giydiğim ceketin cebine değil, eski yeri olan montun cebine koyduğumu hatırladım. Dedim ya birkaç gündür stres yaşıyordum, ondan olmalı.

Şimdi ne yapacaktım? Geri dönmem mümkündü, ya hastane! Biyopsi için randevu almıştım, bu gün hastaneye gitmeyip başka zaman giderek yeniden randevu mu almalıydım? Birkaç gündür yaşadığım stres ve endişeleri yeniden yaşamak istemiyordum. Ne olacaksa bu gün olmalıydı. Karasızlık içinde yol alırken, birde on iki ekim pazartesi günü tabipler birliğinin Ankara’da ki terör eylemi nedeniyle aldığı boykot kararını düşündüm. Aklımda hep cevapsız sorular, bu gün biyopsi yaparlar mı? Hadi biyopsi yaptırdım cebimde kuruş yok, geri nasıl dönecektim? İşin bir kötü yanı İzmir merkezde tek bir dostum da yok.

Allah yardım eder deyip yola devam ettim. Banliyöden Halkapınar’da indim. Tek kontörüm kalmıştı, onunla metroya binip Üç yol’da inecek ve hastaneye varacaktım. Kontör okuyan girişe yaklaşıp bileti okuttum, bir kontör kullanıldı, kalan kontör sıfır yazdı, lakin üç kollu makine dönmedi. Eyvah dedim başka kontör de yok, kaldım burada şimdi. Beynim dönmüştü, o anda bir şeyler yapmalıydım ki, ‘’Böylesi zamanlarda hemen karar verecek soğukkanlı ve çözüm üreten bir kişilikteydim’’ derhal ilerde ki güvenlik görevlisinin yanına vardım:

----Beyim tek kontörüm vardı makine yuttu, kol açılmadı, buradan geçiyorum,

Dedim. Güvenlikçi dediğimden ne anladı bilmiyorum, boş boş bana bakarken, yanından geçip gittim. Oh be dedim, hele şükür bunu atlattım, hele metroya bir binip hastaneye varayım gerisi kolay.

Üç yol’da inip on beş dakika yürüdükten sonra hastaneye saat dokuz kırk beşte vardım. Önce biyopsi yapılıp yapılmayacağını sordum, çalışıyoruz dediler. İyi dedim tabipler birliğinin boykotu beni kapsamadı. Biyopsi yapılacak yere geldim, kayıt yaptır dediler. Kayıta gittim kimlik istediler.

----Yok,

Dedim.

----Tüm kimliklerimi kısaca cüzdanımı evde bıraktım, uzaktan geliyorum, tekrar gidip gelme şansım yok.

Kayıt memuru:

----Biyopsi odasına git, kayıt et derlerse kayıt ederim.

Tekrar biyopsi odasına gittim durumu anlattım. Mümkün değil, kimlik olmadan olmaz dediler. Canım sıkılmıştı, zaten böyle durumlarda oldukça asabileşen bir yapım vardır.

----Beyler, üç saatlik yoldan geldim, olan oldu bir kere, cüzdanımı evde bırakmışım, elimde randevu kağıdı var, aldırdığınız ilaçlarda burada, ayrıca sizin defterinizde ismim yazılı bakınız, kim gelir benim yerime buraya?

Gençten biri:

----Uzaktan gelmiş Bey, yardımcı olalım,

Dedi.

Aralarında bir kadın var ki ketum mu ketum. Olmaz dedi kestirip attı. Başka bir yerde olsa söyleyecek çok sözüm olurdu ya! İşim burada, onların elindeydim. Fazla kızdırmak istemeden uzaklaştım. Burnumdan soluyarak kayıt memurunun yanına vardım. İdareyi sordum üst katlarda dedi. Zaten yürümüş, yorulmuş, stresle dolu halde, ter içinde kalmıştım. İdareye vardım kimse yok, sordum boykotta dediler. Bir güvenlik görevlisi bayan, poliklinik binasında Yavuz Bey diye birine git, yardımcı olabilir dedi. Bir hamlede yan binaya koştum, kan alma birimlerinin yanına vardığımda, bir bilgisayarın arkasına yapıştırılmış bir kağıtta’’Kimliksiz gelen hastaların kimlikleri tespit edilir’’ yazısı gözüme ilişti. Allah dedim, kolaylık varken o kadın beni neden yokuşa yokuşa sürdü, bu durumdan haberi de mi yoktu?

---Merhaba, kimlik tespiti yaptıracağım.

Bir evrak vererek doldur dediler. Doldurup uzattım, iki dakika sonra bayan görevli:

----Tamam, bilgiler doğru, bu kağıdı alıp kayıt yaptırın,

Dedi. Evrakı alıp diğer binada biyopsi kayıt yerine varıp kaydımı yaptırdım. Zor da olsa bu faslı tamamlamıştım. Sıranın bana gelmesini beklemeye başladım. Yanımdakiler birer birer azaldı nihayet beni çağırdılar. Belden aşağı soyunup bir masaya yatırıldım. Ayaklarım yüksekçe bir yerdeki alete yerleştirildi. Doğum hanede doğum yapan veya doğum doktoruna muayene olan kadınların bulundukları uygunsuz şekildeydim. Bilmeyenler olabilir: Prostat biyopsisi için kalın bağırsağın son kısmından girilerek istenilen parçalar iğne ile prostattan alınır. Uyuşturucu yapıldıktan sonra, doktor iğne uçlu alet ile sekiz on yerden parça almaya başladı. O an kadınların hayatları boyunca pek çok kere böylesi çirkin vaziyette, mahrem yerlerini sağlık nedenleriyle açmaları aklıma geldi. Çok zor bir durum, istenmeyen görüntü ve mahremiyetin ortadan kalktığı an. Böyle zor durumlarla karşılaşan ve bu duruma itiraz edemeyen kadınların, saygı duyulması gereken birer varlık olduklarına bir kez daha inanmıştım. Bu durum aslında biz insanlar için zorlu birer sınavdan başka bir şey değildi, tabii ki anlayana.

İşlem bitince çocuk bezler gibi bezlenip üzerimi giydiğimde doktor bana dönerek:

----Bu kağıtta yazılanları iyi oku, bekleme yerinde iki saat yat ve dinlen, bir iki gün içinde ateş, titreme gibi haller olursa derhal acile gel, yara mikrop kapmış olabilir.

Kağıdı aldım dinlenme yerine gittim, soğuktu, bende çok terlemiştim. Üşüyüp hasta olmaktansa kalkıp yavaş yavaş gideyim dedim. Bu fasılda tamamlanmıştı.

Gelelim son fasıla, geri dönecek kadar parayı nereden bulacaktım, topu topu on lira yeterdi. Ama kimden istemeliyim diye düşünürken aklıma iki hafta önce ilaç almak için gittiğim eczaneden eczacı kadınla tanışma anı aklıma geldi. İlaç alırken kimliğime bakan eczacı, bana hemşerim diye hitap etmişti. Nereden diye sorduğumda aynı ilçeden olduğumuzu söyledi ayaküstü birkaç dakika konuşmuştuk. İyi dedim varıp durumu anlatayım, bir on lira isterim hemşerimden diye düşündüm. Yavaş hareketlerle birkaç dakika sonra hastanenin karşısındaki eczaneye vardım. Eczacı hanımı sordum birazdan gelecek dediler. Oturup bekledim, üç beş dakika sonra geldi, durumu anlattım, ama bu anları birde bana sorun, yerin dibine geçmiştim. Dilenci gibiydim, bir on lira istemek ne zormuş. Eczacı ikiletmeden isteğimi yerine getirdi. Parayı alınca teşekkür ederek yavaş hareketlerle on beş dakika sonra üç yol durağına gelerek metro için bilet aldım. Önce Halkapınar’a varıp,  ardından Menemen banliyösüne bindim. Trende Muş’lu bir delikanlı ile tanıştım, halsiz olduğumu anlayınca nedenini sordu, anlattım. Menemende inip Aliağa için tren beklerken pek konuşmadık. Aliağa treni gelince beraber binip yan yana oturduk. Delikanlı başladı hastanelerin yaptıkları hataları anlatmaya. Biyopsi sonucu hastanın en az bir gece hastanede kalması gerektiğini, Üniversite hastanelerinde uygulamanın böyle olduğunu, araştırma hastanelerinde hasta eve yollandığını bu sebeple geçen yıl İzmir Yeşilyurt eğitim ve araştırma hastanesinde babasına yapılan biyopsi sonucu vücudunun mikrop kapması nedeniyle babasını kaybettiğini, bunun sonrasında hastane ve doktorlara dava açtığını içi yanarak anlattı. O anlattıkça ben bir tuhaf oldum, zaten vertiko denen illet bende var ya! Kısa süre sonra nedenini tam bilemediğim bir durumla karşı karşıya kaldım. Midem bulanmaya başladı, tren bir durağa gelmek üzereydi, trenin içine kusmaktansa dışarı çıkmak için ayağa kalkıp bir iki adım atmıştım ki gözlerim karardı, düşeceğimi anladım ve sıkıca demirlere tutunarak dizlerimin üzerine düştüm. On, on beş saniye bayılmışım galiba. Müthiş bir şekilde terlemeye başladım. Üzerimdeki gömlek birkaç dakika içinde sırılsıklam olmuş, yüzümden akan ter yerde küçük bir gölcük haline gelmişti. Kısa süre sonra kendime gelmeyi başladım, bu arada delikanlı su bulup getirdi, birkaç yudum su ferahlamama yetmişti. On beş dakika sonra Aliağa’ya varmış, artık yürüyecek kadar iyi durumda olduğumu anlamıştım. Genç adam, arabama kadar beni yalnız bırakmadı, gidip gidemeyeceğimi sordu, iyiyim giderim deyince vedalaşıp ayrıldık. Allah ondan razı olsun güzel insanmış diye düşündüm.

Hayattan alınacak derslerin zamanı ve mekanının olmadığını bir kez daha görmüştüm, lakin aldığım derslerin faydalarını görecek kadar ömür kaldı mı ki, kim bilir?

 

Mehmet Macit

20.10.2015

Dikili/İzmir

( Ne Gündü Ama! başlıklı yazı mucit55macit tarafından 20.11.2015 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.