Jivan, “benimle evlenir misin?” diye sorduğunda, Eliz’in karnı burnundaydı. Onun, karnında Murat’ın çocuğunu taşıdığını biliyordu. Murat’ın onu terk ettiğini de… Eliz’e çok zor da olsa, “evet!” dedirtmeyi başardığında hiç tükenmeyecek bir mutluluğa “merhaba!” demişti.

Kayınvalidesini, “defol git bu evden! Bir daha da sakın geleyim deme!” diyerek kovmuştu kadın. Kayınvalide, “senin bu şirret yüzünü görmektense, gidip bir huzurevine yerleşirim,” diyerek çıkıp gitmişti. Murat, bir huzurevinde yaşamaya başlayan annesini geri getirebilmek için onu ikna etmek istediğinde de; “Annen bu eve giremez! Bir daha yüzünü görmek istemiyorum onun!” diyerek kesip atmıştı.

Eliz, Jivan’ın annesinin sağ olduğunu ve bir huzur evinde yaşadığını evlendikten hemen sonra öğrenmişti. Çok yadırgamıştı bu durumu. “Onun yeri senin yanındır. Kimsesizler gibi bir huzurevine sığınmış olmasına razı olamam,” diyerek kayınvalidesinin yanlarına dönmesini sağlamıştı.

Yaşanan her şey bir öyküdür. Her öykünün ise bir finali vardır. Yukarıda anlattıklarım, Eliz ile Murat’ın yaşamış oldukları öykünün finaliydi.

   Öykü, bin dokuz yüz doksanlı yıllarda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde başlamıştı. Jivan, aynı amfide ders gören yüz küsur öğrencinin arasında birbirleriyle henüz tanışmamış olan Eliz’in ve Murat’ın müşterek arkadaşı olmasaydı belki de bu öykü yaşanmayacaktı. Bir okul çıkışında arabasında Eliz varken otobüs durağından Murat’ı, “atla götüreyim seni de,” diyerek arabasına almasaydı da öyle. Ama öykünün bu şekilde başlayacağı yazılmıştı bir kere. “Merhaba!” diyerek binmişti Murat, kıza elini uzatıp, “Ben Murat,” demişti. “Ben de Eliz,” diyerek onun uzattığı eliyle tokalaşmıştı Eliz. “Sizi amfide görüyordum hep, demişti Murat, “Ben de sizi,” demişti Eliz. Jivan, oturduğu apartmanın önünde indirirken, Murat’a, “Hoşça kal, görüşürüz,” demişti Eliz, “Görüşürüz,” demişti Murat da.

Eliz’in oturduğu apartmanı öğrendikten sonra, Murat ertesi sabah yakın bir köşede sinerek kızın evden çıkmasını beklemişti. Eliz çıktığında da sindiği köşeden çıkıp kızın hemen ardından yürümeğe başlamış, az ilerideki otobüs durağına ulaştığında o da durağa gelmişti. Geldiğini görmüştü kız onun, “Günaydın!” diyerek gülümsemişti; Murat da “günaydın!” diyerek ona gülümsemişti. Otobüs gelinceye kadar okuldan, derslerden konuşmuştular.

Otobüste kız çantasından para çıkartıp kendi biletini almak istediğinde Murat, “müsaade edersen ben alayım,” demişti. “Olmaz,” demişti Eliz, “ben kendi biletimi alırım.” Murat kızın bu tavrından dolayı hakaret görmüş gibi hissetmiş, bozulmuştu. Oysa ileride öğrenecekti ki, Eliz’in bu tavrı bir kibirlilik değil, prensipti. Kız biletçiye parayı verip, “bir bilet lütfen!” demişti.

Sonraki gün Murat yine durağa gelmişti. Eliz yine biletini kendisi almıştı, bu kez Murat onun biletini almayı teklif etmemişti. Cumartesi günü birlikte Teoman’ın Jolly Jocker’deki konserine gitmeye karar vermiştiler. Birbirlerine ilk temasları konser sırasında şarkılara eşlik ederken olmuştu.

Artık amfideyken de yan yana oturmaya başlamışlardı. Tüm öğrenciler ikisi arasında süren yakınlaşmayı fark etmişler, onların büyük bir aşka başlangıç yaptıklarını konuşmaya başlamışlardı.

Kantinde bir şeyler içtikleri gün Eliz’in taktığı ‘M’ harfli kolyeyi fark ettiğinde Murat, onun kendi adıyla ilgisi olduğunu sanmış, “ben de E harfli bir kolye yaptıracağım,” demişti.

Eliz ise kolyesindeki harfin onun adıyla alakalı olmadığını söylemişti açık yüreklilikle; “o annemin adıyla alakalı,” diyerek. “Annemin adı, Maritsa.”

“Maritsa mı? Annen yabancı mı?”

“Biz, Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız.”

“Jivan gibi yani…”

“Evet. Jivan gibi.”

Murat diğer öğrencilerin bakışları altında kıza sarılmış, saçlarını okşamış, dudaklarını onun dudaklarına değdirmişti.

Ders yılı boyunca Eliz ile Murat her gün otobüs durağında başlayıp okul dağılıncaya kadar bir arada bulunmayı sürdürmüşlerdi. Birbirlerine iyice alışmışlardı artık.

Okullar yaz tatiline girdiğinde yine birbirlerinden ayrı kalamamışlardı. Bir pazar günü buluştuklarında pilaja gitmiştiler, denizin içinde ellerini kızın çıplak tenine dokundurarak dudaklarını dudaklarına değdirmişti, dudaklarını hafif aralamış, kız da ağzını hafif açarak dudaklarını iyice öpmesine izin vermişti. Yaz boyunca her buluşmalında birbirlerini okşayıp öpüşmüşlerdi.

“Seni annemle tanıştırmak istiyorum,” demişti bir gün Murat. Eliz bunu sevinçle karşılamıştı. O sevinçle çılgıncasına sevişmişlerdi. O gün evlenmeye de karar vermişlerdi.

Eliz en şık kıyafetlerini giyinerek gitmişti Murat’ların evine. Murat sevgiyle sarılarak karşılamıştı onu kapıda. Birlikte pencerelerinde renkli sardunyalar açmış, iki çekyat arasında bir televizyon kurulu, orta sehpalarının altında renkli bir makine halısı serili küçük salona girmiştiler. Onu, “Hoş geldin!” diyerek karşılamıştı Murat’ın annesi. Kadının başı kapalıydı, üstünde uzun, kalın giysiler vardı; deforme olmuş vücudundan ellili yaşlarda olduğu tahmin edilebiliyordu. Kadın, “oğlum ile okul arkadaşı imişsin, öyle mi?” diye sorgulamaya başlamıştı. Daha pek çok soru hazırlamış gibiydi kıza sormak için, ama annesinin ismini sorduğunda, “Maritsa” yanıtını alıp da, onun ermeni kökenli olduğunu öğrendiğinde birden bire suspus olmuştu.

Eliz müsaade isteyip de kalktığında Murat da kalkmıştı onu götürmek için. Birlikte Eliz’in evine kadar elele yürümüşlerdi. Sonra Murat evine dönüp de annesiyle karşılaştığında, kadın açmıştı ağzını, yummuştu gözünü: “Allah mustahakını versin Murat! Arkadaşlık etmek için bir ermeni şırfıntıya mı kaldın? Bulamadın mı eli ayağı düzgün bir Müslüman evladı? Yemedim yedirdim, giymedim giydirdim, sırf oğlum okusun da avukat çıksın diye saçımı süpürge ettim. Bana tanıştırmaya getire getire bir ermeni şırfıntıyı mı getirecektin a be oğlum. Reva mı bu bana?”

Eliz, iki ay geçtikten sonra anlamıştı gebe olduğunu. İki aydır adet görmemişti. Günlerce evden çıkmadan bu durumunu düşünmüştü. Sonra konuşmak için Murat’ı evine davet etmişti. Oğlan çıkıp gelmiş, Eliz onu boynuna dolanarak sevgiyle karşılamıştı. “Murat ben gebeyim,” diye fısıldamıştı kulağına. Evlenmeye karar vermişlerdi ya, o Murat’ı, Murat onu seviyordu ya, kaygıya ne gerekti!

Artık, yapmaları gerekenleri düşünmeye başlamışlardı. Eliz, “annenle konuşmalısın,” demişti. “Durumumuzu anlayacaktır, eminim.”

Murat annesiyle konuşmaya dönmüştü evlerine. Annesi hemen anlamıştı ondaki garipliği, “ne oldu, neyin var?” diye sormuştu. Murat da, “anne Eliz hamile, evleneceğiz biz,” demişti.

Annesi çılgına dönmüştü birden. Çığlıklar atarak, “onunla evlenemezsin! İzin vermem!” diye kesip atmıştı. “O afişte kimbilir kimden kapmıştır o piçin dölünü de sana kakalamaya çalışıyordur…”

“Ama biz birbirimizi seviyoruz!” diyecek oldu Murat.

Bu kadını daha da çıldırttı. “Öldürmeye mi çalışıyorsun beni sen, a nankör evlat! Bunun için mi ömrümü verdim sana ben? Bir ermeniyi bana gelin et diye mi? Olmaz! Olamaz! Bu evde o şırfıntının adını bile duymak istemiyorum bir daha!” Annesi bu ilişkiye noktayı koymaya kesin kararlıydı. “Telefon edeceksin o şırfıntıya, aramızdaki herşey bitti, diyeceksin! Anladın mı? Seni terk ediyorum diyeceksin! Haydi, telefon et! Sütümü haram ederim sana… Ya noktayı koyarsın, ya da öldürürüm kendimi…”

Murat telefonun başına gitti, numarayı çevirdi. Bir robot gibi kendisine tembih edilenleri tekrarladı. “Eliz bu iş bitti, sen başının çaresine bak artık!”.

Eliz, böyle bir sonu hiç ummamış, büyük hayal kırıklığı ile kalakalmıştı. Kendini biraz toparladığında da hızla evden çıkarak Murat’ların kapısına dayanmıştı. İnanıyordu ki, Murat onu görür görmez az önce söylediklerinden çarkedecek ve annesine resti çekecekti. Kapıyı açan annenin birden suratı gerilivermiş, Eliz’in kollarından tutarak, “ne istiyorsun?” diye sorarak içeri girmesini engellemişti.

Eliz, “Murat’la konuşmalıyım! Lütfen çağırın Murat’ı!” diyerek direnmişti kadına.

Murat onun geldiğini duymuştu, odasına kapanıp yastığının altına gömmüştü başını onun sesini duymamak için.

Eliz, söz geçiremediği kadını aşamayınca bağırmaya başlamıştı. “Murat! Sevgilim! Murat!”

Kadın, “defolup gitsene sen!” diyerek hırpalamaya başlamıştı Eliz’i. “Elimden bir kaza çıkacak şimdi! O piçini kimden peydahladıysan ona git! Benim oğlum kodoşun değil senin!” Eliz’i daha sıkı bir iteklemeyle uzaklaştırarak kapıyı çarpıp içeri girmişti.

Eliz, anlamıştı Murat’ın annesinin baskısından çıkamayan bir pısırık olduğunu. Tüm yüreği buz kesivermişti ona karşı. Evinden günlerce çıkmamış, Murat’a ve annesine nefretini büyüterek yaşamıştı. Bu süreçte çocuğu doğurmaya, doğar doğmaz da o pısırık serseriye babalık davası açarak çocuğu onun nüfusuna kaydettirmeye karar vermişti.

Jivan gelip de Murat’ın annesi tarafından bir ev kızıyla evlendirildiğini haber verdiğinde, gebeliği altı ayı doldurmuştu.

Daha sonra Jivan’dan, kadının oğlunu evlendirdiği kadın tarafından evden kovulduğunu öğrenmişti. Jivan, “Murat, adeta bir alkolik gibi sabahtan akşama içki içiyor,” demişti. “Mahvoldu oğlan!” Eliz, bunun için üzülmüştü. Öte yandan, “onun için üzülmeye değmez,” diyerek umursamaz görünmeyi tercih etmişti.

 

 

( Ermeni Gelin… başlıklı yazı AliKemal tarafından 27.03.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.