Yeryüzü olanca cömertliği ile baharı yaşıyordu. Her taraf papatya, menekşe, lâle ve çiğdemlerle rengârenk, yeşilin her tonu gözlerimize ziyafet çekiyor. Küçük bir çiçekte rahmet denizi, koskoca bir âlem. Çiçeklerde görülen renk cümbüşüyle, eflâtunda, sarıda, yeşilde, kırmızıda güzellikleri okuyoruz satır satır, hece hece. 

Tabiat ayağa kalkmış, tabiat secdede, bir mektup gibi bizi oku diyor. Rüzgârı, fırtınası, şimşeği, yıldırımıyla bize sesleniyor. İnsan şırıl şırıl akan derelerden, çağlayanlardan bir tas su içmek istiyor şifa niyetine. İçilen su, kor gibi yanan yürekleri soğutsun istiyor. 

Bir ceylanın zıplayarak koşması, bir yağmur damlasının yanakları ıslatması, gece vakti gökyüzündeki pırıl pırıl parlayan yıldızların göz kırpması, papatyaların neşeli bir şekilde sağa sola sallanması, mantarların bir anda yeryüzüne çıkıp selama durması, kayaların asırlara meydan okurcasına kıyama kalkması, otlardan gelen sesin kulaklarda uğuldaması, yaprakların en güzel mûsikileri aratmayacak şekilde fısıldaması yüreklere öyle huzur veriyor ki...

Baharın gelmesiyle tabiat ayakta olduğu gibi genç yüreklerin sevgileri de baharın gelmesiyle uyanmıştı. Kalplerin hiç tanımadığı duyguları daha yeni yeni hissetmeye başladığı dönemler. 

“İki genç köy yolunda karşılaştılar. Birbirlerini gördükleri anda içlerini bir heyecan dalgası sardı. O gün sadece göz göze geldiler. Sadece bakıştılar. Duyguların etkisiyle küçük kalplerine sığdıramadıkları ve bir türlü anlayamadıkları hisler dünyasında göz göze gelmişlerdi. Ve daha ne olduğunu bilmiyorlardı ama ikisi de çok mutluydu. Artık güneşin doğuşu, çiçeklerin kokusu ve kuşların aşk şarkılarının farkındaydılar, birbirlerinde kaybolmuştular adeta…

Uzun süre iki genç konuşmaya cesaret edemedikleri için sevgileri sadece bakışmada kaldı. Aradan bir zaman geçmişti. Ömer ilk konuşma fırsatını kaçırmak istemiyordu. Zehra’nın yanına yaklaştı ve merhaba, nasılsınız diyebildi sadece. İki genç utanmışlar adeta yüzleri kıpkırmızı olmuştu.

Aşktı gerisi yalandı. Bizim köyde Ahmet, Mehmet, Ali, Ayşe, Zeynep, Fatma adında birçok kişi yaşardı, birde Ömer adında bir kaç kişi vardı, yalnız içlerinden bir tanesi hepsinden farklıydı, çünkü o âşıktı, bu yüzden ona Âşık Ömer diye seslenirlerdi. 

Züleyha'nın Yusuf peygamberi sevdiği gibi O da Zehra'yı seviyordu, Zehra’da Ömer'i seviyordu ama bir türlü birbirlerine kavuşamıyorlardı. Önlerine hep bir engel çıkıyordu. Bu engeller bazen maddi, bazen de ailevi faktörlerden kaynaklanıyordu ama iki âşık birbirinden hiç vazgeçmiyor aksine aşkları daha da büyüyordu. 
Yıllar yılı birbirinin yolunu gözlediler, aşkla yandılar, yanıp önce kül sonra kul oldular. Aşk değil miydi her zoru kolaya çeviren, acıya bile şükrettiren? Onlarda sırf bu yüzden beklediler, beklediler, beklediler ta ki kavuşana kadar. Bu bekleyiş tam yedi sene sürdü. Yedi çetin kış, yedi papatyasız bahar, yedi güneşe hasret yaz yaşadılar ve her şey bitti derken onlar sonbahar da yeniden yeşerdiler. Sonbahar herkes için son’ bahar olsa da onlara yenibahar olmuştu, değil midir ki her son bir başlangıç? Onlarınki de işte tam böylesiydi. 

Köyün meydanına büyük bir düğün ateşi yakıldı. İbrahim'in ateşi gibi ama bu ateş Zehra ile Ömer'in düğünlerinin ateşiydi. Düğün ateşi evlenen çiftin yuvaları ve sevgileri hep sıcak olsun, aralarına soğukluk girmesin diye yakılırdı. Yetmiş gün düğün hazırlığı yapıldı. Köy ahalisi düğün için seferber oldu, hep birlikte bu iki aşığın düğününü eksiksiz bir şekilde organize ettiler. Kurbanlar kesildi, yemekler pişirildi, düğün için her şey hazırlandı. Cuma namazından sonra damat evinde bayrak kaldırıldı, bayrak için kurban kesildi ve kurbanın kanı gelin ve damadın alnına sürüldü. Cemaatle birlikte yemek yenildi. Akşam olunca sahne davul ve zurnaya bırakılmıştı. Köprüden geçti gelin türküsüyle halay çekildi, farklı oyun havalarıyla düğüne gelen misafirler oyun oynadılar. Düğün bu şekilde yedi gün altı gece sürdü. 

Herkes mutluydu, Zehra ile Ömer ise herkesten daha çok mutluydu. Zehra ile Ömer yıllardır acaba olur mu diye hayalini kurdukları düğünleri göz açıp kapayana kadar bitmişti. Bugün düğünün son günüydü. Erkek evi son gün konvoyla birlikte kız almaya gidiyorlardı. Düğün kamerasını taşıyan araç en önde gidiyor kamera konvoyu kayda alarak ilerliyordu. Düğünün bayrağı da bu araçtaydı. Araçların aynalarına havlular bağlanmış konvoy korna çalarak yavaş yavaş ilerliyordu. Ömer heyecanlı içi kıpır kıpırdı, etrafa gülücük saçıyordu. Bu sırada araçların camlarından bir kaç delikanlı dışarı sarkıp havaya tabancalarıyla ateş açıyorlardı. Herkes keyifliydi, konvoyun geçtiği yerlerden havai fişekler atılıyor, her virajda konvoyun yolu çocuklar tarafından kesiliyordu. 

Yol Ömer'e uzadıkça uzuyor bir türlü bitmiyordu. Ve nihayet konvoy gelin evine varmıştı, adabına ve edebine göre gelin kız evinden çıkarıldı, kız evi bahçesinde halaylar çekildi, oyunlar oynandı. Etrafta çocuklar koşturuyordu, havaya atılan bahşişleri toplamak için birbirleriyle yarışıyorlardı. Gelin arabasının üstüne içi buğday, fıstık, şeker ve bozuk para ile dolu olan tepsi boca edildikten sonra Zehra erkek evine gitmek için aracına yöneldi. Ömer de arkasından. Gelin arabası ve konvoy erkek evine geldiklerinde hazırda bekleyen davul ve zurna son halay ve son oyun için iş başındaydı. Halay çekilirken halayda ki bir delikanlı belinde ki silahını çıkartıp hava bir kaç el ateş etti, ardından silahı olan diğer kişiler... 

Her şey güzel gidiyordu ama tam o sırada davul ve zurnanın sesini bastıran bir çığlık yankılandı, bu ses Zehra'dan işitilen son ses oldu. İlk başta nereden geldiği belli olmayan kurşun Zehra'nın kurban kanının değdirildiği iki kaşının ortasına nazar boncuğu gibi asıldı. Gelinlik baştan ayağa Zehra'nın kanıyla kırmızıya boyandı ve Zehra sevdiği adamın kollarında o anda can verdi. Ömer Zehra'nın gözlerine son kez bakamadan Zehra gözlerini yumdu ve bir daha açmadı. 

Daha bir kaç dakika önce Cennet bahçesi gibi olan avlu mahşer yerine döndü, kadın - erkek herkes şok içindeydi, birden bir feryat koptu, bu feryat Ömer'in yüreğinin en derininden yükseliyordu. Gülen yüzlere yağmur yağıyordu ama yağan hiç bir yağmur Ömer'in yüreğinde ki acıyı ve ateşi söndürmeye yetmiyordu. Âşıklar tam kavuştuk derken sonsuza kadar ayrılmışlardı ve son kez birbirine sarılamadan, gözlerinin içine doyasıya bakamadan... 

Günler sonra kamera kayıtları incelenerek kurşunu sıkan silahın sahibi tespit edildi. Silahı tutukluk yapan genç kolunu yere indirdiği an silah ateş almış ve karşısında halay çeken Zehra'yı vurmuştu. Köyde yas ilan edildi ve düğünlerde silah kullanmak yasaklandı, delikanlı ise cezaevine götürüldü ve yedi seneyle cezalandırıldı. Ne yapılırsa yapılsın Zehra geri dönmeyecekti. O günden sonra Ömer'i de gören olmadı, Ömer de dönmeyecekti. Bir kurşun iki aşığa isabet etmişti, Zehra ölmüştü. Ömer'e ne olduğunu ise kimse bilmiyordu. O sene doğan kız çocuklarının kulaklarına ezandan sonra Zehra, erkek çocuklarına ise Ömer adı okundu ve bu olay yıllar boyunca unutulmadı. Onların ki aşktı, gerisi ise...” 
( Kör Kurşun… başlıklı yazı Ali ÖZKANLI tarafından 5.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.