1
Yunus Emre hayatından
BÖLÜM 2
Yunus Emre dervişlik yolundaki hayatı
Yunus
Emre Aslanlı Hacı Bektaş Veli’ in, tavsiyesi üzerine atına eşi Sitare den
hatıra kalan üzeri yıldızlarla işlenmiş heybesini atının terkisine atar ve Taptuk
Emre dergâhına gitmek üzere yola çıkar.
Yolda
giderken aklında hep Moğollar tarafından esir olarak götürüldüğünü duyduğu oğlu
İsmail ve Moğol askerleri tarafından öldürülen çok sevdiği eşi Sitare’ nin
hayali vardır. Yüreğindeki acıyı bir türlü bastıramamış olan Yunus’ un tek
tesellisi gittiği Taptuk Emre dergâhında, içindeki bitmek bilmez acısının
dineceği tesellisidir.
Yunus
yüreğindeki acıyla Taptuk Emre dergâhına varıp Taptuk dervişle görüşünce Taptuk
derviş onun geleceğini bildiğini beklediğini söyleyerek “Hoş geldin Aslanlı
yadigârı “ nerede kaldın gözümüz yolda kaldı diyerek, onu karşılar ve onu dergâhına
alarak yanına dergâhta Lokman diye söylenen Horasan asıllı biriyle kalması için
bir oda verilir. Görev olarak da, dergâhın kışlık yakacak odunlarını dağlardan kesip
getirme görevi verilir.
Artık
Yunus her gün dağlara giderek, ormanlardan temin ettiği odunları sırtında dergâha
getirmeye başlar. Gelirken de oda odunların yanı sıra oda arkadaşı Lokman
dervişin istediği otları da birlikle getirir bu otları oda arkadaşına teslim
eder.
Oda
arkadaşı Yunus un dağlardan toplayıp getirdiği otları kendi usulünce ilaç
haline getirip bunları şişeleyerek biriktirir. Gerektiğinde hasta olanların
derdine şifa olması için kullanır.
Yunus
yalnız dervişlik değil oda arkadaşından otlardan ilaç yapmasını ve bu yaptığı
ilaçların hangi hastalıklara iyi geldiğini de ezberler.
Yunus
dergâhta iki yıl kadar kalarak okuma yazmasını, kendi gibi şairliğe hevesli
duygularını düşüncelerini şiirle anlatan adaşı diğer Yunus ‘tan faydalanır onu
bazen kendine örnek alır. Bir gün Taptuk şeyhi bunların duygularını şiirle
açıklamaya çalıştığını anlayınca Yunusu ikaz eder der ki Yunus madem şiire
heveslisin içindeki duygularını düşüncelerini bu yolla açığa çıkarmak
istiyorsun o zaman şiirin kurallarını öğren, okuduğun şiirlerin duraklarına
kafiyelerine dikkat et şiirlerini gelişi güzel okuma usulleri kullanarak oku
diyerek tembihler.
Yunus
onun bu ikazı karşısında, öğrendiği okuma yazma ile dergâhta bulunan Mevla veya
bunun gibi daha başka şairlerin kitaplarındaki divan şiirlerini okur inceler ve
özelliklerini öğrenmeye çalışır günden sonra da şiirlerini divan usullerine
göre veya hece vezni ile yazar söyler.
Yunus
her ne kadar burada kendini okuma yazmaya ve dünya halinden sıyrılıp gerçek
dünya haline girmeye çalışsa da aklında hep çok sevdiği çekik gözlü denen Moğol
askerlerinin öldürdüğü eşi Sitare ile yine onlar tarafından esir pazarlarında
satılmak üzere götürüldüğünü duyduğu oğlu İsmail’i aklından çıkaramaz.
Bir
gün dergâha Konya ili, Larende ilçesinden birkaç misafir gelir bunlar dergâhtakilerle
sohbet ederken Larende de Moğol esir tüccarları tarafından Sarı köylü olduğu
söylenen bir genç çocuğun esir tüccarları tarafından Larende de zengin bir
adama satıldığından ve bunun dergâhtaki Yunus’ a çok benzediğinden söz
edildiğini duyar.
Yunus
bu duydukları karşısında heyecana kapılarak onun kendi çocuğu İsmail
olabileceğini düşünerek, Taptuk Emre’den izin alarak Larende ye gidip bakıp
gelmek ister.
Taptuk
Emre Yunus’un bu isteğini geri çevirmez bunun yanına yollarda eşkıyalara ve
Moğol düşmanlarına karşı korumak için üç dört tane silahlı çelebiyi de
görevlendirip gönderir.
Dört
arkadaş atları atların üzerinde içinde yollarda yiyecekleri olan erzakları ile
birlikte Konya iline doğru yola çıkarlar. Yolda giderlerken Yunus’un
çelebilerin birinin heybesinde ağır bir sandık olduğunun farkına varır. Merak
eder yol arkadaşına sorar. Fakat bu sandığı taşıyan çelebi sandığın içinde ne
olduğunu söylemez sadece Konya Selçuklu sultanına gönderilen hediye diye cevap
verilir.
Birkaç
gün yol gittikten sonra nihayete Konya iline vararak Selçuklu sultanının
huzuruna çıkarlar Taptuk sultanın gönderdiği hediyeyi teslim ederler.
Sultan
sandığı açtırır bakar ki sandığın içinde o güne kadar görmediği tanımadığı
üzerinde değişik işaretlerin yazıların olduğu altınlar vardır şaşırır bunlar
altın ama ben böylesini hiç görmedim bunlar neyin nesidir derken çelebilerden
biri onların nasıl bir altın olduğunu şöyle anlatır.” Hünkârım bu altınlar Taptuk
sultanımızın toprağından çıkmış çok eski zamanlara ait altınlarmış çıkarıldığı
mülk her ne kadar Taptuk sultanımızın olsa da o yerlerin asıl sahibinin
Selçuklu toprağı olduğunu düşünülerek bunları size getirdik derler”.
Selçuklu
sultanı, bu altınları almayı önce kabul etmeyerek geri göndermek istese de
çelebilerin ısrarı karşısında alarak adamlarına emir verip altınları Konya
halkının fakirlerine dağıttırır.
Günlerden
Cuma olduğu için, çelebilerden biri Cuma namazı kılmak için, Yunus ile beraber
Konya ilinde bulunan İplikçi camisine giderler bakarlar’ ki camide Mevlana
hazretleri vaaz veriyor otururlar onu dinlemeye başlarlar.
Mevlana
cemaat arasındaki kendini dinleyen, Yunus ve yanındaki çelebiyi görür ve onları
kılık kıyafetinden tanır vaazı bitince onların yanına gelerek onların ortasında
Cuma namazı kılar ve onlarla birlikte camiden çıkar.
Yunus
ve yanındaki çelebi onunla tanışır, Mevlana onlara arkadaşı tanıdığı olan
Taptuk şeyhinin nasıl olduğunu sorar ve Yunus ile yanında gelenleri yanında üç
beş gün misafir ederek konuşurlar dergâhtan bahsederler.
Yunus
Mevlana nın yanında kaldığı bu kısa sürede, ondan çok şeyler öğrenir onun yeni
mesneviler yazmak üzere olduğunu bitince kitap haline getirtip Taptuk dergâhına
da göndereceğini gönderdiği zaman okumalarını sağlık verir.
Yunus
ve yanındakiler Konya merkezden ayrılarak birkaç günlük yolculuktan sonra
Larende ye varırlar ve Yunus satın alan zengini bulup konuşurlar ve İsmail’i
görürler.
Gördükleri
İsmail kendi oğlu değildir isim benzerliğinden başka bir şey olmadığını
anlayınca, Yunus büyük bir moral bozukluğu içinde yeniden yanındaki silahlı
çelebilerle beraber dergâha geri döner kaldığı yerden göreve devam etmek ister.
Fakat
bu defa Yunus’a odun getirmek değil’ de dergâhtaki kuyuya su çekme kuyuyu suyla
devamlı dolu tutma görevi verilir. Çünkü
o yıl mevsim kurak gitmiş pınarlardaki sular azalmış sadece kuyularda
biriktirilen sulardan faydalanmak mecburiyeti hâsıl olmuştur.
Yunus
her gün ormandaki hala birazcık olsun suyu akan pınardan doldurarak sırtına
yüklenip getirmeye ve kuyuyu getirdiği sularla doldurmaya başlamış. Bu sutaşıma
işinde çalışırken Yunus’un sırtında yaralar oluşmaya başlar.
Her
ne kadar bu yaraları oda arkadaşı Lokman yaptığı ilaçlarla iyi etmeye çalışsa
da Yunus bu sutaşıma işini engare olarak görür hoşuna gitmez.
Dergâhta
hiçbir şey öğrenemeyeceğini düşünerek kaçık Sarı köye dönmeyi orada kendisine
ait olan terk ettiği arazileri ekip biçerek yaşamayı düşünür ve bir gece
gizlice kimseye haber vermeden atına eşinden hatıra kalan üzeri yıldız işlemeli
heybesini atarak biner ve dergâhtan Sarı köye gitmek üzere yola çıkar.
Onun
yola çıktığı yıllarda hala etrafta Moğol devriyeleri dolaşmakta bu da
yetmiyormuş gibi bir de eşkıyalar, soğuk nefesliler, Haramiler sonra Haşhaşiler
vardır.
Bütün
bu tehlikeleri göze alarak bildiği tenha yerleri dolaşa, dolaşa Sarı köye doğru
giderken yolda bir Çingen kafilesine rastlar onlarla birlikte giderse hem
karnını doyurabileceğini hem de yollardaki tehlikelere karşı kendini daha
emniyetli hissedeceğini düşünerek onların arasında yoluna devam eder.
Akşam
olunca geceyi onlarla birlikte yolda gizlenmeye müsait bir mağarada geçirmek
için dururlar. Yunus çok aç olduğundan Çingenlerin kendisine ikram edecekleri
yiyeceklerin ortaya çıkmasını bekler.
Çingenlerden
biri mağaranın tepesine bir idare lambası asar ve parmağını oynatarak o lambayı
yakar yanan lambanın ışığından karanlık mağaranın içi gündüz gibi aydınlanır
öyle bir aydınlık olur ’ki şaşırmamak elde değildir.
Çingenlerden
biri belindeki kırmızı kuşağını açar yere serer. Bütün yolcular onun başına toplanır ve Yunus’
u da yemeğe davet ederler.
Yunus
bir bakar ki, gökten onların yere serdiği kırmızı kuşağın üzerine çeşit, çeşit yemekler
inmiş meyveler inmiş ne ararsan vardır. Yunus çok aç olduğundan nasıl olduğunu
falan düşünmez onlarla beraber yer içer karnını bir güzel doyurur.
Ertesi
gün olunca Çingenler etraftaki tarlalarda çalışarak köylülerin işlerini
yaparlar fakat hizmetleri karşılığında hiç para veya mal mülk almadan mağaraya
geri dönerler yine akşam olunca bu defa bir başka çingene kuşağını çıkarıp
ortaya serer üzerine gökten inen yiyecekleri yiyerek karınlarını doyururlar.
Üçüncü
gün olmuş hala yola çıkmamışlardır ve üçüncü geceyi de aynı mağarada
geçireceklerdir. Bu defa Çingenlerin başlarındaki adam ayağa kalkar Yunus’ un
yanına gelir der ki!
“haydi,
bakalım Yunus iki gündür biz senin karnını doyuruyoruz bu defa da sen doyur
sıra sana geldi çıkar şu kuşağını da kuşağında bizlere yedirecek neyin var
görelim diyerek ısrar etmeye başlarlar.
Yunus
bocalamaya başlar çünkü onlara yedireceği ne bir yemek vardır ne de kuşağında
ekmek kuru bir ekmek bile yoktur. Korku ile Allah’a yalvarmaya başlar. Bildiği
bütün duaları okur onun yardımını ister.
Sonra
belindeki boş kuşağını çıkarır ortaya serer, Çingenlerden biri der ki yahu
Yunus can ne büyük kuşağın varmış bu kuşağın başına bir ordu sığar der ama
Yunus bunu kendisiyle alay edildiğine yorar sonra’ da bir bakar ki, ortada koskoca
olmuş kuşağı üzerinde yok yoktur. Envaı çeşit yiyecekler çeşit, çeşit meyveler
ve içecekler vardır.
O
akşam o yemekler yenir amma, Yunus yaptığı hatanın farkına varır bütün bunları
habersiz terk ettiği tekkenin Şıh’ı olan Taptuk Emre’nin duası ile olduğuna
karar verir sabahı zor ederek geri dönüp yalvarıp yakarıp gerekirse eline
ayağına kapanıp yeniden dergâha alınması için yalvarmak ister.
Ertesi
gün sabah erkenden kalkarak atına biner yeniden geri dönüp bir gün öğleye doğu
dergâha gelir. Gelmeyi gelir de daha onu dergâhın önünde bekleyen arkadaşları
ona düşman gibi davranmaya, kovalamaya hatta hakaretler etmeye başlarlar.
Arkadaşları onu içeri almaz bütün uğraşılara rağmen içeri giremez,
arkadaşlarının kendisini darp etmesi sonucu aldığı yara ile bir kenarda akşam
vakti duvarın dibinde sabahlamayı düşünür kıvrılıp kalır sabahı bekler.
Sabah
olmuş gözleri görmeyen, dervişinin hanımı abdest almak için dışarı çıkmıştır.
Onun dışarı çıktığını görünce, yalvarmaya eşi Taptuk dervişi ile kendisini bir
kez olsun görüştürmesini ister.
Kendisine
yalvaran Yunus’a Taptuk dervişin eşi der ki, Yunus sen git bizim evin eşiğine
yat biraz sonra derviş abdest almak için dışarı çıkacak onun bastonu nasıl olsa
sana takılır.
Sen
de o zaman, elini ayağını öper kendini affettirmeye çalışırsın, af ederse
yeniden dergâha girer kaldığın yerden devam edersin af etmezse benim sana
yapabileceğim bir şey yok der.
Yunus
dediğini yapar gider eşiğe yatar biraz sonra derviş bastonu ile önünü
yoklayarak abdest için dışarı çıkarken, Yunus’un kokusunu alır ve eşine bağırır
ben burada bizim Yunus’un kokusunu alıyorum o mu gelmiş yoksa der. Eşi evet
deyince derviş ayağını eşikte yatan Yunus’un yüzüne koyar var gücüyle bastırır.
Demek
pişman oldun döndün haydi bakalım al abdestini de, beraber sabah namazını
kılalım diyerek af eder ve beraberce sabah namazını kılarlar.
Tekrar
dergâha kabul edilen Yunus artık eskisi gibi ne odun taşır ne de su taşır.
İçerde dervişlerden ve okuduğu kitaplardan ilim irfan öğrenir ve Taptuk
sultanının kendisi yetiştirmesine olanak tanır kendisini onun ellerine teslim
ederek maddi dünya halinden ebedi dünya haline geçer tüm varlığını ruhani âleme
teslim ederek çok şeyleri kaldığı beş yıl içinde öğrenir iyice pişer
olgunlaşır.
Bir
gün dergâha Horasan’dan bir derviş kafilesi gelir. Gelen dervişler dergâhta
misafir edilir namazlar kılınır yenir içilir ve dergâhta derviş usullerine
göre, ayinler yapılır arkasından sohbetler edilir.
Her
şey bitip sohbet’ sıra geldiğinde, oradaki misafirler dervişlerden şiir
okumasını isterler. Taptuk sultan dervişleri arasından, iyi şiir okuduğunu
bildiği birinin şiir okumasını ister. İster ama bu derviş sıkılır şiir okumak
istemez bu defa Taptuk Emre Yunus’ a der ki haydi Yunus sen oku da şöyle içimiz
bir açılsın demeye başlamış.
Yunus
önce o da diğer arkadaşı gibi mahcup olmaktan korkarsa da bakar ki okumasa
olmayacak aklına gelen her konuyu şiire dökerek öyle bir söylemeye başlar ki ne
kendi kendine hâkim olabilir ne de onu orada dinleyenler durdurabilir su olur ırmaklara
denizlere akar dinleyenleri büyüler.
Ertesi
gün olur artık onun dergâhta pişip olgunlaştığına inanan Taptuk Emre onun artık
gitme zamanının geldiğini söyleyerek Anadolu topraklarını, dolaşmasını her
gittiği yere Müslümanlığı şiir diliyle anlatıp yayması isteyerek onu yolcu
ederler.
Yunus
yine altında atı, atının üzerinde çok sevdiği eşinden kalma üzeri yıldız
işlemeli heybesi yola çıkar aylarca yol gittikten sonra eşinin mezarının olduğu
Sarı köye gelerek yerleşir.
Yunus
sarı köye gelince köyde kimseyi bulamaz, her yer yakılıp yıkılmış harabe
halinde evlerin olduğu sessizliğin hâkim olduğu ıssız bir yerdir. Gider esas
adı Elif olan eşi Sitare nin mezarını ziyaret eder dualar okur sonra gelirken
dağlardan topladığı yemişler ile karnını doyurur. Kendine oradaki harabelerden
kalacak bir yer yaparak gelip geçen yolculardan hasta olanları Lokman
arkadaşından öğrendiği ilaçlarla iyi etmeye çalışarak yaşamaya çalışır.
Yunus’un
arkadaşından öğrendiği ve burada otlardan yaptığı ilaçlarla, hastaları iyi
ettiği kısa zamanda çevre köylerden ve kasabalardan duyulunca Sarı köy
ziyaretçi akınına uğrar ve kısa zamanda bazı insanların yeniden buraya gelip
yerleşmesi ile yeniden canlanır yeniden bir yaşam yeri haline gelir.
Aradan
geçen bir zaman sonra, köye bir eşkıya kafilesi gelerek köyü basar ve köyde
yaşayanlardan haraç almaya başlarlar.
Bunların
içinde yaralı olan biri vardır, Yunus’un namını duydukları için yaralıyı onun
yanına getirip yaralarını iyi etmesini isterler. Yunus onun yarasını iyi etmeye
çalışırken bu gelenlerin reislerinin kim olduğunu sorar onlardan reislerinin
adının İsmail olduğunu duyunca, hemen aklına bir türlü unutamadığı kendi oğlu
gelir ve görmek ister.
Çağırırlar
görüşür ve sonunda onun kendi oğlu İsmail olduğunu anlar ve kalkıp boynuna
sarılarak hasret gidermek ister ama oğlu İsmail hem şaşkınlık ile karşılar hem
de kızmaya başlar aralarında neden aramadan neden bu güne kadar beni bulmadın
tartışması başlar.
Oğlu
çete reisi İsmail dinsiz dine inanmayan çekik gözlü Moğollar’ ıh yanında geze,
geze şaman inançlarına alışmış biriymiş. Artık babasını bulunca orada yaşamaya
karar verir ve dağlarda eşkıyalık yapmaktan vaz geçerek yanındaki kızanları ile
beraber onlar da Sarı köyde kalmışlar kendilerine evler yapıp yerleşmişler.
Müslümanlığı
tanımayan biri olunca babası Yunus ile başlangıçta çok zor günler geçirmiş
devamlı olarak babası ile tartışmalara girmiş amma sonun’ da onun da yüreği
yumuşamış ve Müslümanlığı kabul etmiş sonra derviş olan babasına Sarı köyde
küçük bir derviş hane yaparak onun orada kalıp insanlara yardım etmesini
istemiş.
Fakat
Yunus dergâhtan ayrılırken Taptuk şeyhinin kendine söylediği vasiyet ettiği
emrini yerine getirmek istiyormuş.
Sonunda
Sarı köyden ayrılıp Anadolu’nun bütün şehirlerini köylerini dolaşıp insanlara
yol göstermeye Müslümanlığı okuduğu şiir diliyle ve sohbetleriyle yaymaya
başlamış.
Oğlu İsmail’ de babasının ayrılmasından sonra
Sarı köyden ayrılıp Şimdiki Karaman ili olan o zamanki Larende denen yere
yanında kızanlarıyla gelmiş, burada bir arsa alarak üzerine ev yapmışlar ve yerleşmişler
burada yaşamaya başlamışlar.
Bir
rivayete göre daha sonra babaları da oraya yerleşmiş bir rivayete göre ise
Yunus tekrar çok sevdiği eşi Sitare (Elif ) in mezarının bulunduğu yer olan
sarı köye geri dönüp yerleşmiş ve ömrünü orada tamamlamış amma gerçek nedir
bilinmiyormuş.
Esas
olan onun, dergahta çok iyi yetişmiş bir halk şairi, bir divan şairi ve
Müslümanlığı her gittiği yerlerde kendi öğrendiği usullerle tatlı diliyle
anlatan dinleyenlerin gönlünü fet eden biri olmasıymış..
24
Şubat 2017
Ahmet
Yüksel Şanlı er
Yar yüreğim yar
Gör ki neler var
Bu halk içinde
Bize güler var
Ko gülen gülsün
Hak bizim olsun
Gâfil ne bilsin
Hakkı sever var
Bu yol uzaktır
Menzili çoktur
Geçidi yoktur
Derin sular var
Girdik bu yola
Aşk ile bile
Gurbetlik ile
Bizi salar var
( Yunus )