Sabahın çok erken bir saatinde kalkıp, işe gitmek için hazırlandım. Bizim işimiz öyle memurlar gibi sabah "08.00-17.00" saatleri arasındaki bir çalışma değil maalesef. Evdeki ahalinin rızkını kazanabilmek için amale pazarındaki yerimde, erkenden hazır olmalıyım.

Allah uzun ömürler versin, eksikliğini göstermesin. Evde, tam tamına sekiz kişiyiz. Kışın bu sayıya iki kişi daha eklenir. Etti mi on kişi! Altı çocuk, bir avrat, bir de ben. Kış gelince, anam ile babam da gelir yanımıza. Anlayacağınız kışla gibi. Oduna, kömüre de ihtiyaç yok aslında ama alıyoruz işte azıcık. Adet olmuş bir kere.Kömür dağıtıyorlar ama utancımdan onu da alamıyorum. Soğuk gecelerde, avrada sarıldım mı ısınıyorum zaten.

İşten eve gelirim yorgun argın. Avrat başlar dırdıra. Anam başlar gelinini kötülemeye. Babam başlar romatizma ağrılarından şikâyete. Neyse! Kimini dinlerim. Kimini de dinlermiş gibi yaparım. Geçiştiririm.

Zaten canım sıkkın. Sinirim tepemde. Sabahın köründe, amele pazarında, gözlerimdeki umutla bakıyorum yanımıza yaklaşan iş sahiplerine. Çok çalışırım ben. Sırtımda neredeyse kırk kiloyu taşırım. Velakin, tipimden kaybediyordum ilk zamanlar. Gelen adamlar, orada bulunan amelelere şöyle bir bakarlar. Ben yalvaran gözlerle bakarım onlara. Adam, beni görmez bile onca kalabalığın içinde. Kendimi öne atmaya çalışırım ama nafile. İri kıyım adamlar tutmuş ön safları. İteklerim, kenarından, köşesinden geçmeye çalışırım önlere. İri kıyım, doksan kilogram ağırlığında. Ama o sadece dış görünüşte öyledir. Yük taşımaya kalksa, yarı yolda, tıkanır, nefessiz kalır.

İlk zamanlarda çok işsiz kaldım. Ben, beni çağırsınlar diye kenarda bekleyip duruyorum. Gelen, iri yarı arkadaşlarımı bindirdiği gibi alıp götürüyor. Ben kalakalıyorum ortada.

Akşama eve gideceğim. Fakat cep delik, cepken delik. Böyle olduğu günlerde, avrattan ve çocuklardan utandığım için onlar yattıktan sonra hırsız gibi giriyorum, hırsız gibi onlardan önce kalkıp çıkıyorum sokağa. Sokakların uzunluğunu, adımlarım tanıdı artık.

Hangi sokak kaç adım biliyorum. İnsanlara bakıyorum. İnsanlar mutlu gibi gözüküyor gözüme. Herkesin elinde bir cep telefonu, boyuna konuşuyor deli gibi. Lüks kafeteryaları ya da lokantaların önünden geçiyorum. İnsanlar, pahalı yiyecekleri midelerine bir an önce indirme telaşında ama benim gibi elleriyle değil de sol elleriyle çatalı tutarak, nazik bir şekilde yiyorlar. Çok aç olduğum zamanlar kenara çekilir, görünmemeye çalışarak seyrederim onları. Bir taraftan da içim sızlar. Böyle bir yere ne kendim girebildim, ne de ailemi götürebildim. İçimden bir iç çekerim. Kimse duymaz o iç çekişimi. İnsanlar farkında bile değil benim varlığımdan. Onlar, o anın tadını çıkarırlar sadece.

Baktım olmayacak. Kendi kendime “ Oğlum Hüseyin ! Boyun kısaysa kısa. Zayıfsan zayıf. Aklın yerin de ya. Ona şükret. Kafanı çalıştır. Bir Çare bul bu işsizliğine. Hemen bir inşaat buldum. Amale pazarına yakın. Kimsenin olmadığına kanaat getirdikten sonra orada bulunan ytonglardan sekiz on tanesini arakladım. Ama içim de rahat değil hani. Ama ne yapayım. Mecburum bunu yapmaya. Açlık canıma tak etti. Avratı ve çocukları göremez oldum utancımdan. Başka da bir iş gelmiyor elimden. Parayı kazandıktan sonra yerine koyarım yine aldığım gibi. Haramı helalı biliriz evvel Allah. Neyse, bunları aldım. Kısım kısım taşıdım. Görünmeyecek bir yere yığdım üst üste. O gece eve de gitmedim. Bizimkiler de farkındalar eve niye gitmediğimi. O gece üstümde kalın bir şey de yok ama “ Üşümüyorum,üşümüyorum” Diyerek sabah ettim. İlk iş sahibi damladı amele pazarına.

Gittikçe kalabalıklaşmaya başladı. Ama ben akıllandım. En ön sırada yerimi aldım. Yanımda da beş tane ytong. Onları üst üste koyuyorum ve gösterime başlıyorum. Beni öyle gören iş sahipleri, bir bana bakıyor, bir de yaptığım gösteriye. Sonra işaret ediyorlar “ Gel “ Diye. Sevinçle arabaya atlıyorum hemen. Yerde duran, oynadığım tiyatronun oyuncuları olan ytonglarıma bakıyorum. Onlar da bana “ Nereye gidiyorsun Hüseyin “ Dercesine ama umurumda mı.? İş buldum iş dercesine atlıyorum kamyonetin arkasına.

Beni bir kez götüren anlıyor değerimi. Sonra tekrar işleri olduğunda hemen geliyorlar yanıma. Öyle böyle derken, bir bakıyorum ki marka olmuşum. En ağır iş olduğu zaman ben gidiyorum. Artık karnımız doymaya başladı. İlk işimden sonra kısmetim açılmıştı. Cebim para görür olduğunda, arakladığım ytongları koydum gizlice yerine. İçim huzurla dolmuştu sanki. Eve de rahatça gider olmuştum bu sayede.

Bir gün yine bir iş çıktı. Çalışırken iş kazası yaptım. Ama bende sigorta ne arar. Daha önce çıkarttığım yeşil kartım var. Neyse, beni apar topar götürdüler hastaneye. Pek bir şeyim yok ama kartım da yanımda. Önümde de kelli felli bir adam tedavi için bekliyor. Adama memur ,

“ Sosyal güvenceniz var mı ? “

Deyince, adam cebinden benimkinin aynısı olan yeşil kartını çıkarmaz mı ?Dünya başıma yıkıldı. Kendimden utandım doğrusu. Elim, ayağım tutarken ben, o karta nasıl sahip olabilirim diye. Oradan o utançla çıktım gittim. Yolda, kendimi azarladım. Bu kadar garip ve yardıma ihtiyaç duyan insan var iken nasıl alırsın o kartı, onların hakkını nasıl gasp edersin diye.

Ertesi gün tekrar aynı pazardaydım. Allah korumuş ve bir şey olmamıştı bana. Taşıdığım her yük, tüy hafifliğine dönüşüyor, ruhum huzur ile dolup taşıyordu. Sırtım ise ter içindeydi. Ama onlar alın teriydi.

Hani, demin demiştim ya o lüks lokantalara ne kendim gittim. Ne de ailemi götürebildim diye. Para kazanmaya başlayınca gittik. Krallar gibi karnımızı doyurduk. Gerçi, sonraki bir ay da biraz aç kaldık ama olsun! Gittim ya. Para amaç değil ki araç sadece. Niye ben onun kölesi olayım. Bugün çalışırım,bugün yerim. Yarına da mevlam kerim. Aslında, daha fazla kazansam, bursda vereceğim öğrencilere. Ama yetmiyor işte amele gündeliğim. Elbet bir gün onu da yaparım.

Bir kitapta okumuştum. Kitapta şöyle bir ifade vardı. “ İnsanlara her gün balık taşımaktansa, balık tutmayı öğretmek daha iyidir “ Bunu hiç unutmadım. Fakirlik, tembellikten ortaya çıkar. Ben çalışıyorum. Sağlığım el verdiğince de çalışmaya devam edeceğim. Benim adım “ Amele Hüseyin”.

Çalmıyorum, çırpmıyorum ve hortumlamıyorum. Sadece çalışıyorum.

Nermin KAÇAR
( Benim Adım Amele Hüseyin başlıklı yazı Nermin Kaçar tarafından 3.01.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.