Masum bir sancı belledim hayatı
aslında ırak yükseklikten, alçalışa geçen varlığın tefekkürü iken, yine nida
düşkünü cümlelerin üzerini örttüğüm sevda masallarım.
Bir edimde saklıyım.
Bir rehavet kadar tüm kutsalımı
adadığım hayatın ara kıtalarında, katmer katmer açan bir gül olsam ne çare?
Ya da şaibeli satırları sildiğim,
açık yüreklilikle sevgiye hazır ola durduğum bir güfte olsam, mahiyetinde
bestelenmemiş bir şarkının ve körebe tılsımında oynamaktan korktuğum yalancıl
bir hükmün çıbanı olan nefreti yok saysam da mümkün mü tek başıma yetmeyi
düşündüğüm bir dünya ki; huzur ertesi ölümün sükûtuna, demli bir kıyımla da
kaynayan yerkürenin hangi uzvuysa yenik düştüğüm?
Şimdilerden çıkıp da yola.
Kalender gölgemi sunsam da evrene.
Bir gölgeyi evlat edinsem sonra da
toprağa verdiğim dünümün üzerini kurak çöllerle örtsem.
Öykündüğüm yalan.
Öldürdüğüm ise tek gerçek.
Sonlandırdığım yalan.
Sondan korkmadığım ise bariz bir
gerçek.
Kayıtlarına şerh düştüm bu gece hem
de dünün, irkildiğim hem de yarının bilmezden geldiğim belki de korkmayı
erteleyeceğim gerçekleri yalan nazarında sunarken gök kubbe.
Sarmalında hangi hoşnut imgeysem ve
hangi lekeysem beyazı kirleten, beyazı sevdiğim kadar siyaha da olan aşkımın
altını çiziyorum hece hece ne de olsa fark edilmediğim; ne de olsa zikretmekten
geri durmadığım ve benim olsa keşke dediğim her sona meyilliyim hele ki adına
hayat denen acı reçetenin tek ilacı iken sevmeye dair öykündüğümüz o lahitte
korunaklı dünyalarımızla ne kadar kaçsak da an’dan.
Ansızın sızan bir duyguyu tehir
ediyorum aslında ansızın çalan bir şarkının nakaratında gizli duyguları tescil
ediyorum: söylemediğim şarkılardan çıkıp da yola duyulmasını arz ettiğim hangi
şarkıysam yine Hak yolunda, dönmek değil de geriye varmak iken ikbalimdeki o göreceli
sağanak. Ben ki gözlerimi alamadığım rahmetini Yaratan’ın boca ediyorum üstüne
üstük giyiniyorum gizemi bu da yetmedi saklı tutuyorum isteklerimi.
Şaibeli hayatların fıtratında tekdüze
bir kelam olsa da yalan.
Aşka niyaz edip, sevgiyi çarçur
ettiğimizi görmezden gelsek de…
Belki de sevmeyi ertelediğimiz her
yeni güne çentik atıp, duru bir söylemle kanat açmışken dün mizaçlı
yenilgilerimizi yarına taşıyıp da; an özürlü sevdalarımızı mazimizde köz
bildiklerimizle kardığımız o gönül bahçesi.
Bir aşkı sevap bildiğimiz.
Bir de güven denen duygunun
şeceresini çıkardığımız her dostu ve her sevgiliyi yüreğe kazıdığımız belki
gizlediğimiz belki de sonlandırma gayesi ömrü sahip çıkmayı ertelediğimiz fıtratımız.
Bir güne bakıyorum bir de elimdeki
güle.
Bir soluyorum usul usul bir de
soluyorum kapanmış goncasında aşka tezahür eden o minicik tebessümlerimi, yine
armağan ettiğim sevgilinin yüreğine de kondurmayı unutmadığım bir dilek belki
de yalancıl bir buseden nemalanıp da diril bir aşkı kehanet değil de metanet
bellediğim ve nazarında sevdanın, günü öldürüp güle ihanet ettiğim bir bülbülün
şahikası kadar da umarsız bir sevdayı katık yapmışken ölümlü günceme.
Suretlerin bir mimiğinde; gölgelerin
ritminde; sevi dilinin aksanında; yorgunluğun da ayak izi iken şairin sihirli
kalemi ve demlendiğim şiirlerde-yazmaktan imtina ettiğim ve yüreğimi koyduğum
hangi şairse-bir de derlediğim önsözünde bir münazaraymışçasına hayatın ara
duraklarında kayıp bir lehçeden nasiplenip bir de kutsallığın şanına yakışır
doğru ve masum bir anlatım ile giyinmekse mutluluğu ölüm öncesi.
Bir öykünme olmasını dilediğim o girizgâh
lakin yanlış anlamların yükleme yaptığı kocaman bir hazne.
Durağanlığın çıtasını yükseltmek
olmasa da isteğim…
Ya da bir hedef tahtasına meyleden
aciz varlığımın kıyılarında ölmemek adına enginleri seçtiğim ve dehlizin
karanlığını da yok saymak adına titreşim yayan bir yürek.
Ne ise sunum.
Ne kadar çok çabalasam da belli ki
yetmediğine değil de yetim verdiklerime duyduğum hüzün.
Kıtalar aşmak olası ya da yerinde
saymak sonra da sevmeye dair yüklemler sunmak eğer ki; o özne gizli bir ben
ise. Sanırım anlatmak istemiyorum lakin anlatmaya mecalim yetmese de gayret
göstermelerini istediğim onca insan. Gayemden çıkıp da yola, gayretleri neyin
ikbali olacak sorusuna da açıklık getiremediğim ve ben hala tebessüm kondurmaktan
aciz iken yeni biten güne… Belki de biteviye ıssız şarkılar mırıldanıp ezkaza
rastladıklarıma nüktedan bir yürek sesi ile arz-ı endam eden iç acılarımın
toplamı bile çıkmazken aydınlığa.
Günyüzü görmek büyük ihtimalle gayesi
bizlerin belki de gülümseme haricinde yanlış telaffuz edilen bir tutum
sergilemekten geri durup yine başımızı kuma soktuğumuz.
Elden gelen belli ki ikramı değil de inkârı
hayatın.
Elemsiz geçen günü ise ihbar
etmektense gönülsüz bir suskunluğa dalmak.
Kıyım bilip kıyama durmak ardından.
Ya da Hakkın nezdinde nasılsak açık
ve yalın bir ibare geliştirip yine dokunaklı tümcelerden imtina edip de neşeye
boğulmak mı günün aksinde ya da mahiyeti bilinmez mecralarda güme giden
kaygılarımızdan muzdarip olduğumuz kadar sabrı ve şükrü elden bırakmadığımız
mı?
Göreceli çok şey aslında: duyum değil
de duyuru başlığı altında, saygıda kusur etmeden sevdiğimiz onca insan.
Kıymete binen bir hayat yine
iskelesini atan çımacının dirlik ve birlik beyanlarında bizler bir yakadan
diğer yakaya ulaşmak adına koşturup da bir arpa boyu yol almaktan aciz.
Dönüp de geriye, kısık gözlerle talan
edilen ömre delalet madem yazdığım ve yaşadığım her yeni gün, değişenden değil
de değişmeyenden almak nasibimi ve uzanmak sere serpe ışıltılı bir gökyüzünü
makber bellediğim gecenin yasını değil de yaşını yüklendiğim.
Tereddüt dolu her insan, her mizaç,
her ikram ve her ihanet.
Gölgeden bile nasiplenmek ne de olsa
peşimize takılı ve ihanet etmeyen tek dost.
Kalburüstü yükümler ve hükümler artık
uzağımda zira ne duyacak ne de görecek takatim kaldı. Ismarladığımız seyrinde
yeni kuracağım bir hayatın ve sunacağım bunca cümlenin nazarında, biliyorum ki
insanların kayıtsızlığı ile yeni bir darbe alacağıma dair inancı yine hak
maliklerinin: hani sevdiklerim, hani yürekte beslediğim şarkılar, hani her yeni
gün görücüye çıkan duygularımla hemhal ben bir mızrap misali dokunmuşken
yüreğin teline.
Dünlerin Hint fakiriyim, şimdilerin
de yoksunuyum ve titrek bir nameyim… kim ne der, hangi görevimi aksattım, kime
daha az sevdim, gibilerinden sorular sırtlayıp karşı atağa geçen çatırtılı bir
ses duyma kaygısı ile artık yoksunlukların mihrap bellediği o sessizlik ile
yüzleştiğim ya da tenkit taşıyan mızrak misali taarruzun ayak sesi dibinde
biterken umutlarımın ve gönül yorgunluğumun.
Hafızamda kayıtlı ne çok ses.
Yüreğimde kayıtlı yine sessizliğine
prim verdiğim insanlar.
Evet, insanlar… hani sevdiğim ama
sevgisizliği makber bellemiş yüreğin de açık ara farkıyla ve ben hala sizi
seviyorum, demekten bitap düşüp de kendi gölgemden bile soğudum sonra da
sağaltmak adına bunca acıyı, son vermekle iştigal eden belleğim her nasıl
oluyorsa koruma altına almışken iç sesimi.
Öncesizliğimin acılarından da bihaber
iken ahvalim.
Yansızlığımın ikbalinde hangi uzvum
ise kalemle eşdeğer bir alınganlık yüklenip de sevmekten yorulan özdeyişlerimin
yükümlülüğünü sadece meleklerime beyan ederken.
Mükemmel olmadığımın bilincindeyim
belki de muteber bir insan olmayı içime çekip yine sindirildiğim şu kayıtsız
evrende ben hala hangi kaydın altına şerh düşeceğimi de bilemezken.
Yorgun kelamın sunumu değil
yazdıklarım sadece şatafatlı yalnızlığın badire bildiği bunca teyakkuzu
sırtlanıp, tevekkülün doruğunda içimin nüktedan sevinçlerini bile çok gören
evrene armağanım.
Sevdiklerimden yana da dertli değilim
ne de olsa tek akit yok aramızda karşılık bulmama dair ne de olsa Allah rızası
için yaşadığım ve de soğuduğum hayatın bir ara durağı yine yazdığım satırlar.
Kifayetsiz mizacımın, üstünkörü
kalemimin ve sevdiklerime geçen nazımın da beyhude beyitleri ve az sonra kopacak
iç kıyametimden arakladığım üç beş duygu kırpıntısı hele ki içimin
kımıltılarına mahal vermezken belki de sancılandığım kadar sanrılandığım
gerçeği yine koşulsuz ve yine ayan beyan ve yine bana dair belki de beni bile
aşan bir bent ve hala içimin kıyımında neyden ya da kimden medet umuyorsam,
sesimi duyurmakla mükellef aciz bir kul… Yetilerimi öldüremediğim hele ki
içimdeki yetim çocuğun yaşlarına engel olamazken ve belki de yetemediğim evrene
anlattığım/anlatamadığım müşkülüme paye vermez iken bilinmez ve bilindik
tezahüründen yola çıkıp da insanlığın, günbegün yetmediğimin de bilincinde ama
her nasılsa bilediğim içimin zemininde kaygan bir menşe olsa da adına edebiyat
denen mecra.
Bir kelamda saklı sırlarımız madem…
Bir selamdan ibaret aslında belki de hayatlarımız:
doğduğumuzda ve öldüğümüzde kayıtlı tek selam, tek sela.
Ve ara duraklarında bin bir eda ve
naza tabi olup, kelime hafriyatında ölümüne yolculuk yaptığımız.
Bir nazire iken evren ve selama duran
yürek.
Bir badire ise hayatlarımız.
Bir kuramsa ömür.
Sevgiden yana dertli başın da
naçizane yorgunluğu iken yazmaya dair her günü şerh düşüp bir aşka bir de
hayata doyamadığımız ve sessiz imgelerin kayıplarında sürüklenen hangi ibare
ise beyan edilesi…
Kısaca sevgiden müteşekkil.
Kısaca kırılgan mizacın da
tetikleyicisi iken sessizlik.
Sevebildiğim kadar.
Sevgiden nasiplenmekse iştigal
ettiğim birincil kaide…
Dertli başın yası.
Yasın toplamı.
Sevgiye sunum, sevgiliye sunum ve
İlahi Aşkın güftesini yazmaksa adına hayat denen yoksa ne yazardım bu sevmeler
olmasa?
Şimdilerin matemi, yarınların makberi
belki de dünlerin yorgun mizacı yine an’ı yakalayıp da bir anı olmak adına an
dün bileceğimiz yarında saklı iken…