Zamansız bir tanık saklı yanı başımdaki kitabın okumadığım sayfalarından, bana başını uzatan ve de kalemini uzatan o tanık…

 

Yararsız bir insan olduğumu düşündüğüm her saniye.

 

Aklıma mukayyet olmak adına sığındığım dostlarım belki de dostluktan ne anlaşıldığı değil de dostluk sınırları içinde neyin saklı olduğu gerçeği. Ah, o gerçekler… aralıksız teyakkuzda ve ben hitap etmekten kaçındığım her an yine sessizliğe sığındığım.

 

Bir dostumu tahayyül ettiğimde ya da yanlı ve ısrarcı bir tutumla hüznüme atıfta bulunanlar: sanki yeryüzünde tek hüzün sahibi benmişim gibi ve ansızın kendimi suçlu, kirli ve günahkâr hissettiğim. Öyle ya, hüzün kondurduğum satırlarda her ne hikmetse, yazının biçeminden evvel hüznümü saklamaktan imtina etmezken bir anda bana yönelen bakışlarda acımaklı bir serzeniş mi yoksa mutluluk veren bir yanılsama mı, diye iç geçirdiğim.

 

Konudan sapmak istemezdim lakin konu hüzünden açıldı mı dile getirmeden duramadım sanki yeryüzü çok matah bir yermiş de ben de örtülü ödenek gibi korumacı imgelerle sağaltıyor/muşum izlenimi verirken.

 

Yazar, yazarın dostu mu yoksa ilahı mı yoksa idolü mü? Bu da nereden çıktı, denmesin diye hemen atıfta bulunacağım sizlere aslında sana mı, demeliydim? Ne de olsa bu yazının tek muhatabı var ve artık nerelerde ise hitap ettiğim gizemli yazar sanırım korunaklı dünyasında yine güzergâhında demlenip yazılar yazıyor ki çok da umurumda değildi yazdıkların-evet, yazdıkların, diyorum ne de olsa ön yargılıydım sana ve yazdıklarına karşı ve elimin altında kitapların olduğu halde hiç mi hiç haz etmedim okumaktan ve bingo! Ne de olsa hiçbir göz atmışlığım yoktu ve ben tüm peşin hükümlülüğüm ile sürekli kütüphanemin arkalarına itiyordum yazdıklarını ta ki…

 

Günden ya da geceden dem vuruyoruz, değil mi sanırım bu da zaman kaygımızda önünü alamadığımız bir öngörü. Sanki gündüz yazsam bir şeyler farklı olacak ya da gece mehter marşıyla herkesi uykuya uğurlarken ben bir hevesle oturacağım masanın başında ama öncesinde üç beş sayfa bir okuma yapmam da Allah’ın emri-demesem mi yoksa ne de olsa son birkaç aydır bu alışkanlığı edindim ve senin yazdığın birkaç deneme yazından sonra karar verdim uyumsuzluğumla sana uymak zorunda olup olmamak konusunda yine de ilk önceleri; siliktin gözümde aslında şatafatlı olduğunu savunanlarla muhatap bile değildim hele ki ufkuma hiç de iyi gelmeyen birkaç sayfadan sonra karar verdim senin de Freudien bir açılıma mazhar kaldığın ve insan ilişkilerinden evvel kadınlar hakkındaki düşüncelerine ilk rast geldiğimde pek de itibar etmedim belli ki dar ölçekli bir şemaydın göz önünde bulundurduklarında ataerkil ilkelere ters geldiğini düşündüğümde.

 

Tipik bir savunma mekanizması belki de bunca sene varlığına itibar etmeyip birkaç gün içinde sempati duymaya başlayıp yazılarında kasıtlı değil de bir hoşnutluk babında yüreğime aldıklarım.

 

Biliyorum artık: en azından çocukluğunda katı bir disiplinle büyütülen çocukların yetişkin oldukları dönemde zincirlerinden boşanmayı pek bir meziyet sanıp da her şeyi kendilerinde hak gördüklerini hele ki günümüz toplumunda insanlar sürekli birbirini bir yerlerinden çekiştirip büyük harflerle konuşup bir de cümle sonuna kocaman ünlemler yerleştirdi mi… yine de tüm büyük harfleri kendime sakladım bir ömür ve ne zamanki yolum edebiyatla kesişti bu sefer başka imleçler kullanmaya başladım ve sorguladığım kadar da sorgulandığımı gördüm hele ki izdüşümü ne ise yine açık yüreklilikle kâğıda döktüğüm sanırım iyi bir konuşmacı değilim ve biraz da sosyal fobi gelişmişken, yazıya sığınmak ekstra yükümü hafifletti.

 

Önsözü olmayan bir roman gibi aslında kayıtlı hayatlarımız ve biz dökümünü aldıkça iç sesin uzayıp gidiyor satırlar hele ki insan hepten kavgalı ise kendisi ile.

 

Zor olan mı kolayı zora soktuğumuz mu? Sanırım ikisi birden bir de şuur kaybına uğramışken insan gün bitiminde ve yeniden bir açılım getirme hissiyatı ile genel bir özet geçtiğimiz gün ve yine duygularımız.

 

Aslında seni çok da iyi tanıdığımı iddia edemem ne de olsa romanlarından hiç birini okumadım belki de asla okumayacağım sanırım roman okumak değil de roman olmak istiyorum bir gün bir kuytuda ve yazılmamış ne ise deli gibi dönendiğim rulet masasında kendime oynadığım kartlar ki asla da anlamam kumardan belki de lafı bile itici gelirken insanlara nereden dolandıysa dilime yine de bizler her gün kumar oynamıyor muyuz, topluma ve trafiğe karışıp hatta evlenip dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızdan olacağımızı bile bile ve sevdiğimiz adamlara güvenip de hayatlarımızı birleştirdiğimizde?

 

Asla bir üçüncü sayfa haberini ihbar etmek niyetiyle yazmadım yukarıdaki cümleyi belki de içime işleyen bunca sessizliğin ve göz göre göre yapılan zulme anlık bir tepki babında ne de olsa aklı başında insanlarız, değil mi ya da tüm bunlar sadece gerilim filmlerindeki senaryoların bir izdüşümüdür tıpkı anlık bir sahneyi ömre mal ettiğimiz gelin görün ki; günümüzde neyin gerçek neyin hayal ürünü olduğunu saptamak iyice zorlaştı.

 

Dile getirdiğin şu öngörü ile kesişince yolum az da olsa sempati duymaya başladım kalemine. Ne mi diyordun?

 

‘’Hayata ihanet ettiğim oldu ama edebiyata ihanet etmeyeceğim. Tasvirleri seveceğim.’’ (Alıntı)

 

Tüm kitabı okumama gerek kalmadı demek ki edebiyatın gücü hayattan bile fazla yoksa farz-ı mahal deyip de sadece bir azınlık mıyız edebiyata olan aşkımızla hayatımızı bile es geçerken? Tuhaf olduğunu biliyorum ama son dört, beş yıl boyunca edebiyatı ilk sırada tuttum hayattan bile önce bu yüzden fazlasıyla kendimi kaptırdığım bu süreçte çok şeyden uzaklaştım belki de mahrum bırakmalıyım kendimi, diye düşünüp arka plana attım hayatı ve… İnsanları demeyeceğim elbette ne de olsa hayatın içinde de dışında olsak insanlar hep ilk sırada sadece uzağımızda veya yakınımızdalar, deyip geçiştiriyoruz mesuliyetlerimizi hele ki yüreğin kibri yaşama sevincinden bile fazlaysa.

 

Mevsimden nasipleniyorum da bir yandan: hani, adresini ve kimliğini kaybetmiş kış mevsimi. Üşümemiz gerekirken terlediğimiz; kazaklarla korunmak yerine ince kıyafetlerle arz-ı endam yaptığımız ve bol dökümlü bir kazak gibi içimizin duyguları ile tıkış tıkış dolu sonra da zıpkın misali belki de kör noktası olması gerekenlerden çıkıp da yola olmaması gerekeni içimize sindirmek zorunda kaldığımız. Ne acı, değil mi? Bir kuruntuyu ya da uyumsuzluğu zırh gibi giyip istemeye istemeye seçtiğimiz şıklar…

 

Sevdiklerimizle iştigal olmamız gerekirken sevmediğimiz ne ise nasiplendiğimiz bu da yetmezmiş gibi zafiyetlerimize teslim olmanın verdiği bir teselli mi yoksa tecelli mi, deyip de dumura uğradığımız…

 

Hakkaniyetli olmasını dileyip hak dilendiğimiz sanırım metazori bir mutluluk takındığımız tavır ve benzeri.

 

Yararlı olup olmadığımız gerçeğini kurgularken ya da tesadüflerle çıkıp da yola teveccüh bildiğimiz bir tanımlama ya da yüklendiğimiz bu da yetmezmiş gibi yüklediğimiz ve içine düşülen o kaos tıpkı ölü bir yazarın ardından methiyeler yazan bir diğer yazar ama ölü yazarın bilip de yazamadıklarını bir bir tahayyül etmek adına kumpasa giden kalem ve yazılmayan metinler…

 

İlk sıradakileri arkaya atıp, arka odadakileri sokağa fırlatıp ve ben de keşfine çıkmışken sokaklarını İstanbul’un… Ne yapayım bir garibim şu son zamanlarda: hem uyumak istiyorum hem de defalarca dirilmek ne de olsa bir ömrün hezeyanlarından kurtulmanın mutluluğunu yaşıyorum tıpkı senin Göztepe’nin sokaklarında dolaşıp da rast geldiğin ağaçlara şiirler yazdığını da düşündük mü yoksa şiir değil de bir hikâye mi tasarladığın zihninde ne de olsa seni fazla tanımıyorum zaten hangi bir yazarı eniyle boyuyla tanıyabilir ki bir okuyucu lakin konu yazmak oldu mu, sorumluluklar daha bir had safhada: evet, ciddiyet, disiplin ve gözlemci ruhlarımız ile kendimizi bile ikinci plana atıp çevremizden nasiplendiğimiz sonra da kukumav kuşu gibi zifirinde benliğin bir beyazlık tahayyül edip renkli fırça darbeleri ile resmetmek hayatı ve o an’ı ki andan kasıt dün de olabilir ya da asla erişemeyeceğimiz bir zaman dilimi.

 

Erişemediklerim.

 

Erişilmeme izin vermediğim.

 

Eremediğim.

 

Aklımın ermediği ama hayal gücümle tutarlı bir rota izlediğim ya da izleme kaygım ve kapasitem belki de limit aşımı duygularımla görücüye çıktığım satırlar ve gözüme soka soka hayatın gerçeklerini ve hayal gücümün de yardımıyla derlediğim mutluluk senaryoları yoksa göründüğünden daha mı mutluyum ne hele ki… bu da bana kalsın belki de asla eremeyeceğim hidayete ve çıkamayacağım kerevit ile şimdilik sonlandırıyorum sözümü ve bir de mutluluğumun rüştünü ispatlamak adına bir tura çıkmam lazım belki de turladığım kadar teyellerken hayatın dokusunu içimdeki yırtık elbiseye…

 

 

 

( İçimdeki Yırtık Elbise... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 10.01.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.