Önsözü teğet geçip başlamalıyım.

 

Harala gürele ve kayıtsızlığın da kralı deyip hem de.

 

Aklı evvel fıtratın tahammülsüzlüğü ile aklımı kaçırmak adına elimden gelen ne ise son hızla.

 

Peyda olan güzellik uğruna ölmekle iştigalim yeniden iyinin ve saflığın doğumunu müjdeleyeceğim ne de olsa.

 

Ayrıntılardan geçtim belki de konunun özete indirgenmiş kısa izdüşümünü de irdelemeden, yosun tutan buhranların bir çetelesini tutmakla iştigal olduğum.

 

Sözüm ona sıradan bellediğim sonra sıraya dizdiğim ama sırasız ölümlere de söz geçiremediğim.

 

İsyanların yaşını silip; sözcüklerin kırılganlığın es geçip ve mendebur bir kelamla yolum kesişsin diye.

 

Bakkal Rıfkı’dan çaldığım veresiye defteri belki de gözetmenleri yok sayıp çaldığım sınav soruları sonra da itikat ettiğimize sığınmanın ötesinde sığamadığımız benliklerimiz.

 

Ayıpladıkça günaha bandığımız hayatlarımız ve veballer ile bu denli başımız dertte iken sonra da sorumsuzluğun ilahi tutarsızlığında tutanak bellemek adına kayıt altına aldığımız efkârımız.

 

Sudan çıkmış balıklara nazire edip, en edepli tümceyi sona saklayıp sonra da şerrine lanet olsun, demekle affına sığındığımız Yaratan.

 

Sözcükler kümülatif birlikteliğimizle minimal düzeyde kaygılarımızı eşleştirirken sonra da tasarrufa gidip ışıklarını kapattığımız ruhlarımızda zina benzeri oyunlara yenik düşerken nefsimiz.

 

Mutlak bir savaşın mağlubu olduğum o günden beri…

 

Sırasını bozduğum dizgide, kaptırdığım ellerim yine rahmetini duyumsamak adına aşkın, hazana kaptırdığım iç sızım.

 

Sızlanmak nereye kadar? Bu yüzden kabul ediyorum düşkünlüğümü ve düşüyorum yollara bir başıma.

 

Hep de olduğu gibi. Ve olması gereken ne ise asla karşı gelme olasılığının olmadığı.

 

Zaten hayat olmadık sorunların, çözülmedik denklemlerin çetelesini tutmakla geçti.

 

Kapıma gelen kadını nasıl geri çevirdiysem…

 

Yüzüme inen bulutları nasıl örttüysem anaç acılarımla.

 

Nasıl ki susayıp sudan sebeplerle bin bir naza çekip kendimi inkâr ettiysem susuzluğumu.

 

Kayıpların ayıp olduğunu yeni öğrendiğim.

 

Ağır kayıpların ise bulaşıcı bir hastalık gibi yayıldığını da bu yüzdendir ölümü sevişim.

 

Sesinde ne saklı ise günün, öteliyorum düne doğru. Doğan izdiham belli ki doğacak güne şimdiden sataştı. Öpücüklere boğduğum ölü neşemle kuduran yalanlarına ahvalin saf tutan sıradanlık belki de bu yüzdendir sıradanlığa muhalif oluşum.

 

Hoyrat rüzgârı sollayan beyin fırtınaları.

 

Muzip bir şarkı olmaktansa arabesk bir suskunluk kodlanıyor içimin duvarlarında: geçit vermiyorum.

 

Gezgin ve muteber hayallerimi de uyuttum. Uyumlu olmak değil de uyduruk hikâye kahramanları güncellerken hayatı, yeni yetme sevinçler doğurma ihtiyacı hissediyorum.

 

Tek hissettiğim aslında uyduruk cümle arayışım. Ne de olsa gerçekçi olmak pek bir şey kazandırmıyor sonra da kan tüküren o kadının saçlarını okşuyorum tam da dişçi, uyuşturucu az sonra tesirini gösterecek, derken.

 

Kanatlandığım dişçi koltuğundan arakladığım şırıngayı saplıyorum sol koluma ama içine düştüğüm boşluğu asla uyuşturamıyorum. Az sonra diyecek kim ise sonsuza kadar içinde boğulsun az sonranın sonra da dipçiğini saplasın muteber bir yerine.

 

Şimdilerin demindeyim ey, saltanat, yakamozun seyrinde ölümlü bir şiire gebeyim yine nifak öncesi armağanında evrenin.

 

Üstünü örttüğüm acılarımdan arakladığım sevdalarım var ve sevdalardan arakladığım özlem tadında bir sitayiş…

 

Sonralarımdan bir evvel aslında aklın ırağı ve kelamın da yanık teninde zuhur eden esmer düşlerim var.

 

Varlıksızlığımı kıtalara böldüğüm; kıtaları adaları ve adaları şehre sonra da aşka şirk koşan iblisin gazabında terennüm edilesi.

 

Serlerde yangınlardan, sırlarda yalanlardan, sevi dilinde de en muteber yalan yine sevmeye meyyal lakin azabı gark eden sonra da suni teneffüs yoluyla yaşadığım ve yaşattığım her şerri her şehre boca edip başımı kum’a döktüğüm yalan dünya.

 

Surlarda saklı sırlar; sezaryenle dünyaya gelen batıl yalanlar ve sürrealist bir tutanak iken günün son saati.

 

Saat başı acılara kurduğum yüreğin alarmında kanayan bir yürek sesi yine akrepten korkan yelkovanın gazabına uğramaktansa zamanı ve ölümü tensiye eden o zincirleme kaza.

 

Maktulü kayıp cinayetlerdeki tek tanığım ve de sanığıyım aşkın yine hücre hapsime binaen bir şiiri çerçeveletip bir şirki yok sayıp bir de sandıklarıma doldurduğum sanrılar kadar da yalan ve ucube bir gölgeyim yine kendinden korkan belki de kendini kendine sunan.

 

Diplerinde oksijen saçlı Çingene’nin, çekinceli fallarında şaibeli bedellerin ve uzamında yanık kelamın da hangi sure ise yüreğime gark ettiğim belki de dünümü yok sayıp yarını da şimdiden mimlediğim ve derlediğim masallarda kehanetlere kandığım da mı yalan ya da zikrine uyan fikrine binaen kaşlarını çattığı da mı yalan hüzün bekçisi zamanda uyutulduğum kadar unutulduğumdan çıkıp da yola her yeni güne kendimi hatırlatmak adına şiirler derlediğim çok mu elzem evrenin görmeyen gözünde?

 

Kör noktasıyım bunca şiirin.

 

En kurak sevdayım yine batılın girizgâhında çalınmayı unutan bir notayım belki de kayıp rotamda ayıp bellenen aşklara duyduğum özlem tadında kayıp bir kıtayım yine umarsızlığına devranın külliyen inandığım zorba deyimlerden alacaklı, köhne ve cahil zihniyetlerden de sorumlu tutulan mevtayım ömür denen tezahürün de salkım saçak özrüyüm yine Hak nezdinde defolu bir faniyim, dününden bile yoksun ömründen kaçan ve naçar şarkılarla yüreği her an infilak edecekmişçesine çarpan bir nimetim… evet, bir nimetim, öpmeden üç kez yüreğini; sapmadan menzilden ve hala aşkı şiar belleyen çömez bir umudum yine satılmışlar coğrafyasında varılmayı bekleyen bir rakımım belki de kendinden bihaber.

 

Hırpaladıkça güdümünde belirsizliğin, bildiklerimi mimliyorum bilmediğime dair en ufak şüphem kalmamışken.

 

 

( Kör Noktasıyım Bunca Şiirin... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 13.01.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.