ALLAH’IN 3
KISIM ORDUSU VARDIR;
1-Yeryüzündeki
Allah’a ulaşmayı dileyerek âmenu olmuş her kademede velilerinden oluşan ordusu.
2-Yeryüzündeki
yaşayan evliyaların şehadete ulaşanların ruhlarından oluşan göklerin orduları.
3-Meklerden
oluşan göklerin orduları.
48/FETİH-29: Muhammedun resûlullâh(resûlullâhi), vellezîne meahû
eşiddâu alel kuffâri ruhamâu beynehum terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen
minallâhi ve rıdvânen sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd(sucûdi), zâlike
meseluhum fît tevrât(tevrâti), ve meseluhum fîl incîl(incîli), ke zer’in ahrece
şat’ehu fe âzerehu festagleza festevâ alâ sûkıhî yu’cibuz zurrâa, li yagîza
bihimul kuffâr(kuffâra), vaadallâhullezîne âmenû ve amilûs sâlihâti minhum
magfireten ve ecren azîmâ(azîmen). Allah'ın
Resul'ü Hz. Muhammed (S.A.V) ve O'nunla beraber olanlar, kâfirlere karşı çok
şiddetli; kendi aralarında çok merhametlidirler. Onları rükû ederken, secde
ederken ve Allah'tan fazl ve rıza isterken görürsün. Onların alâmetleri
yüzlerindeki secde izleridir. İşte bunlar, onların Tevrat'taki ve İncil'deki
vasıflarıdır. Filizini çıkaran sonra onu kuvvetlendiren, böylece kalınlaşan,
sonunda gövdesi üzerinde yükselen, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibidir.
Onlarla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Ve Allah, onlardan âmenû olanlara
(Allah'a ulaşmayı dileyenlere) ve salih amel (nefs tezkiyesi) yapanlara
mağfiret ve büyük ecir vaadetti.
Allah'ın Resulü Hz. Muhammed (S.A.V) ve
sahâbesinin birçok açıdan vasıfları verilmiş. Kâfirlere karşı şiddetli, kendi
aralarında merhametli, rükûda ve secdede, Allah'tan fazl ve rıza isteyen,
alınlarında secde izi olan, Tevrat'ta ve İncil'de vasıfları verilen, filizini
çıkaran, gövdesi kalınlaşan, çiftçilerin hoşuna giden ekin gibi olan sahâbeden
bahsediliyor. Allah, sahâbeden âmenû olanlara ve nefsi ıslâh eden ameller olan
nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yapanlara mağfiret ve büyük ecir (ecren azîm)
vaadetmiştir.
33/AHZÂB-23: Minel mu’minîne ricâlun sadakû mâ âhedûllahe
aleyh(aleyhi), fe minhum men kadâ nahbehu ve minhum men yentezırû ve mâ beddelû
tebdîlâ(tebdîlan). Mü'minlerden bir kısım erkekler,
Allah'a yaptıkları ahde (savaşta şehit oluncaya kadar sebat edeceklerine dair
verdikleri söze) sadık kaldılar. Böylece onlardan bir kısmı verdiği sözü yerine
getirdi (şehit oldu), bir kısmı da (şehit olmayı) bekliyorlar. Ve onlar,
(ahdlerinden) bir şey değiştirmediler
Allah'a ulaşmayı dileyenler
mü'minlerdir ve iki gruba ayrılırlar.
Birinci grup, Allah'a şehit
oluncaya kadar savaşacaklarına söz vermişler. Savaşmışlar ve şehit olmuşlar.
İkinci grup, Allah'a şehit
olacaklarına dair söz vermişler. Savaşmışlar ama şehit olmamışlar. Yani
kendilerine düşen vazifeyi bihakkın yerine getirmişler ama şehit olmaları söz
konusu olmamış. Düşman yenilgiye uğramış, onlar da hayatta kalmışlar. Ve bundan
sonraki savaşta şehit olmayı bekliyorlar. Çünkü onlar için şehit olmak en büyük
şereftir. Peygamberlerle ve Resullerle birlikte adn cennetine girecekler.
Şehitler için Allahütealâ'nın
sözü var: "Ve onlar, ahdlerinden bir şey değiştirmediler." Sahâbenin şahadeti veya hayatta
kalması, her ikisi de sonuna kadar gitmeyi ifade eder. Bir kısmı şehit olur,
diğerleri gene sözlerine sadıklardır ama şehit olmazlar.
3/ÂLİ İMRÂN-143: Ve lekad kuntum temennevnel mevte min kabli en
telkavhu, fe kad raeytumûhu ve entum tenzurûn(tenzurûne). Ve andolsun
ki siz, ölümü (şehit olmayı), onunla karşılaşmadan (yüz yüze gelmeden) önce,
temenni ediyordunuz. İşte şimdi onu görmüş oldunuz. Ve (oysa) siz (şehit olarak
ölmeyi) bekliyordunuz.
Bu ayet Uhud savaşında "Hz.
Muhammed'in öldüğü" haberi yayılması üzerine bir kısım ashabın dağılması
ile ilgili olarak inmiştir. Oysa onlar, Bedr savaşında şehit düşenlerin
derecelerine özenip, ölümle yüz yüze gelmeden önce, savaşta şehit olarak ölmeyi
temenni etmişlerdi.
İnsanlar şehit olmayı hep isterler ama ölümle yüz yüze geldikleri zaman,
belki bir duraklama, bir bocalama devresi geçirirler. Oysaki; şehit olmak,
Allahütealâ'nın insanlara vereceği en büyük ihsandır. Allahütealâ diyor ki:
4/NİSÂ-69:
Ve men yutiıllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen
nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike
refîkâ(refîkan).
Ve
kim, Allah'a ve Resul'e itaat ederse, o taktirde işte onlar, Allah'ın
kendilerine ni'met verdiği Nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve
şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Ve işte onlar ne güzel arkadaştır.
Şehitler, sıddîkler, salihler
peygamberlerle birlikte haşrolunurlar. Aynı cennete götürülürler. Allahütealâ:
"şehit olmayı isteyip de şehit olmanın üstüne balıklama
atlamıyorsunuz" demek istiyor. Muhakkak ki; sahâbenin savaşa girmesinden
korkarak, sahâbe ile birlikte savaşa giren münafıklar da vardı. Unutmayın,
Allahütealâ'nın "siz bakıyorsunuz" dedikleri, sahâbenin arasında
hainlik edenler, henüz evliyalık mertebesine ulaşmamış olanlardır.
2/BAKARA-154: Ve lâ tekûlû li men yuktelu fî sebîlillâhi
emvât(emvâtun), bel ehyâun ve lâkin lâ teş’urûn(teş’urûne).
Ve Allah yolunda öldürülen kimseler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar
diridirler. Fakat siz, farkında olmazsınız.
Allah'ın dostlarıyla düşmanları
arasında yapılan savaşta bir Allah dostu şehit edilmişse ve kalp gözünüz
açıksa, biri yerde yatan diğeri yukarı yükselen iki kişi göreceksiniz.
bunlardan bir tanesi ölmüştür. Yerde yatan, şehit olan fizik vücuttur. Yüzü
göklere, göğsü Allah'a dönüktür. yüzünde bir gülümseme vardır. Allah yolunda
şehit olan kişinin ruhu vücudundan ayrılır göklerin ordularına o an karışır.
başka bir hüviyette ve başka elbiselerledir.
Şehitlerin, ruhlarıyla yaşamaya
devam ettiklerini baş gözleriyle görmek mümkün olmadığı için Allahütealâ
"Siz onun şuuruna varamazsınız, onu hissedemezsiniz, onu baş gözlerinizle
göremezsiniz." diyor.
Göklerin orduları, ruhlardan
oluşur. Ruh bütün âlemlerde fizik olabilir, bütün âlemlerde fiziğin ötesine
geçebilir. Ne zaman Allah'ın orduları bir savaş verirse, göklerin orduları
mutlaka onlarla beraberdir. Bu sebeple Allah'ın ordularının insanlardan oluşan
kesimi, sayıları az da olsa (düşmanlar kat kat fazla da olsa) Allah'ın
yardımıyla gâlip gelirler. Yeter ki Allah'ın kendilerine yardım edeceğinden
emin olsunlar.
Eğer Allahütealâ o savaşta size
cenneti göstermişse, o gün dünya üzerindeki son gününüzdür. Korkmayın! atılın!
Şehit olacaksınız. Allah'ın "göklerin orduları" dediği o
muhteşem topluluğun içine siz de gireceksiniz.
33/AHZÂB-9: Yâ eyyuhellezîne âmenûzkurû ni’metallâhi aleykum iz câetkum
cunûdun fe erselnâ aleyhim rîhan ve cunûden lem terevhâ, ve kânallâhu bimâ
ta’melûne basîrâ(basîren).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'ın sizin
üzerinizdeki ni'metini hatırlayın. Size (üzerinize) ordular gelmişti. O zaman,
onların üzerine, rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular gönderdik. Ve Allah,
yaptığınız şeyleri görendir.
Kur'an’ı Kerim net olarak insanların
Allah'a ulaşmayı dilemesini içerir, bu bir kurtuluştur. Allah'a inanan herkesi
Allahütealâ mü'min saymaz. Küfür standardında kalan, mü'min olmayan birisi
Allah'a ulaşmayı dilemez.
Bu ayet Allah'ın savaş
sırasında zaferi kazanmasını dilediği tarafa insanların göremediği meleklerle
yardım göndermesini ifade ediyor. İşte gelecekte Mehdi (A.S)'ın kazanacağı
zaferlerde meleklerin de payı olacağı umulur.
3/ÂLİ İMRÂN-123: Ve lekad nasarakumullâhu bi bedrin ve entum
ezilleh(ezilletun), fettekûllâhe leallekum teşkurûn(teşkurûne). Ve
andolsun ki, Bedir (savaşında), siz (sayıca ve silahça) daha zayıf bir halde
iken, Allah size yardım etti. Artık Allah'a karşı takva sahibi olun. Ve umulur
ki böylece siz şükredersiniz!
Bu ayeti kerimede Rabbimiz Bedir
savaşından bahsediyor. Allahütealâ Bedir savaşında gökten indirdiği üç bin
melekle Peygamber Efendimiz ve sahâbesini desteklemiş ve mü’minler savaşı
kazanmıştı. Allahütealâ sahâbenin bulundukları takva kademesinden bir üst takva
kademesine ulaşmasını istiyor. Her olayda olduğu gibi burada da Allahütealâ
(savaşı kazanmalarını sağladığı için) sahâbenin Allah’a şükretmesini,
şükürlerinin artmasını istiyor.
3/ÂLİ İMRÂN-124: İz tekûlu lil mu’minîne e len yekfiyekum en yumiddekum
rabbukum bi selâseti âlâfin minel melâiketi munzelîn(munzelîne).
O zaman mü'minlere (şöyle) diyordun: "Rabbinizin, indirilen
meleklerden üç bini ile size yardım etmesi, size kâfi gelmiyor mu?"
Burada da Bedir Savaşı'ndan
bahsedilmektedir. Allahütealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve ordusuna yardım
ediyor..
Savaş veren biz insanlar gibi
görünürüz. Aslında savaşı veren Allah'tır. Çanakkale Destanı'nın muhtevasına
bakın. Allah'ın evliyası olan bir çavuş 120 okkalık gülleyi topa yerleştiriyor
tek başına. Ve diyor ki: " Yarabbi, istikamet Senin, ben topu dizayn
ettim, onu lâzım geldiği yere Sen gönder."
Mermi, zırhlının bordasını
deliyor ve geminin batmasını sağlıyor. Gemi, suların akışına paralel bir
şekilde batmışken, cereyan yavaş yavaş gemiyi döndürüyor. Ve suyun cereyanına
paralel hüviyetteyken batan gemi, yavaş yavaş dönerek suların cereyanına dikey
hale geliyor ve bir uçtan öteki uca boğazın 2 yakasını kapatıyor. Artık oradan
bir geminin geçmesi ve geminin öbür tarafa geçmesi hiçbir şekilde mümkün
olmuyor.
3/ÂLİ İMRÂN-125: Belâ in tasbirû ve tettekû ve ye’tûkum min fevrihim
hâzâ yumdidkum rabbukum bi hamseti âlâfin minel melâiketi
musevvimîn(musevvimîne). Bilâkis,
eğer siz sabrederseniz ve takva sahibi olursanız ve onlar size aniden
gelirlerse (saldırırlarsa), Rabbiniz bu nişaneli meleklerden beş bini ile size
yardım eder.
Nişanlı melekler, işaretlenmiş
melekler vazife yapmışlardır ve İslâm'ı gâlip getirmişlerdir. Allah'a sonsuz
hamd ve şükrederiz ki; ne zaman İslâm'ın, Allah'ın dostlarının başka bir toplulukla
bir savaşı olsa Allahütealâ, dilerse insanların ruhlarının oluşturduğu göklerin
ordusundan, isterse meleklerden oluşan kesimden Allah'ın dostlarına mutlaka
yardım gönderir.
Allahütealâ'nın vaadi açık ve kesindir:
"Onlar size saldıracak
olurlarsa hiç korkmayın; siz de onlara saldırın. Çünkü siz, yalnız değilsiniz.
Allah'ın beş bin tane nişanlı meleğiyle Allah size yardım edecektir."
Nerede Allah'ın düşmanlarına
karşı bir savaş verilmişse, Allah oradadır. Allah, yardım göndermeye hazırdır;
eğer kendimize düşeni yaparsak. Tarih boyunca hep böyle olmuştur. Eğer Allah'ın
dostları Allah için savaşa girmekten korkarlarsa o zaman Allah'ın yardımı onların
üzerine tecelli edemez.
Allahütealâ diyor ki:
"Eğer Bana inanıyorsanız,
Bana güvenin. Eğer güveniyorsanız, en kuvvetli sizsiniz."
Gerçekten insan en kuvvetli mi
olur Allahütealâ ile beraberken? Hayır, o kuvvetin sahibi olmaz ama "En
Kuvvetli" onunla birlikte olduğu için o da en kuvvetli olur. Bu, dolaylı
bir kuvvetli olmaktır ama kesin bir sonuçtur. Yerlerin ve göklerin orduları
Allah'ındır. Allahütealâ o ordulardan dilediği ile, dilediği kadarıyla yardım
eder.
48/FETİH-4: Huvellezî enzeles sekînete fî kulûbil mu’minîne li yezdâdû
îmânen mea îmânihim, ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu
alîmen hakîmâ(hakîmen).
Mü'minlerin
kalplerine, îmânlarını îmân ile artırsınlar diye sekîneti indiren, O'dur.
Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Ve Allah; Alîm'dir, Hakîm'dir.
Sekînet Allah'tan gelen öyle bir
nurdur ki ulaştığı kişi üzerinde uyuklama hali oluşturur. Allah yolunda
olanların güçlükle karşılaştığı her noktada Allah sekînet nurunu indirir.
48/FETİH-7: Ve lillâhi cunûdus semâvâti vel ard(ardı), ve kânallâhu
azîzen hakîmâ(hakîmen).
Ve
göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Ve Allah; Azîz'dir, Hakîm'dir.
Allah razı
olsun
Burhan AKSU