Kuşluk vakti acılar örüyor zaman,
öteleşen duyguların Tanrısı her sitem kendi kanında boğuluyor.
Örtülü hayatların kayıp yüzünde
bazense ayıp addedilen neşriyatın aykırı doğasında önsözü kayıp siciller.
Pervasız dokunuşlar.
Yeknesak kelam.
Zaman fukarası yalan.
Haczedilmiş benlikler…
Muğlâk sancıların yaftalanan türküsü,
kayıp ritmi neşenin, bağnaz gölgelerin de istila ettiği insan ve masumiyet.
Ansızın verilen bir molada ve yürek
sofrasında yine kıyamet öncesi sinen vicdanların yokluk-tokluk dalaşı.
Mağlup her kıta, aciz her yürek…
Korunaklı dünyalarının öbür yüzü yine
insan ırkından ayrık bir günce ve altında Tanrının imzası.
Olup olacak kayıt altında.
Fıtratın coşkusuna yenik düşense
zulüm.
Korkak ve titrek oynayışları yine
nefsin doyumsuzluğu; yine hırkası üzüncün belli belirsiz bir tını.
Arpa boyu yol almakla kalmıyor titrek
bir ışığın da üzerini örtüyor yüreğin sisi.
Nemli caddelerinde aşkın heba olan.
Yeknesak sorgularında mahremin, bir
zerre kadar anlamsız belki de muğlâk mahkûmiyetin toleransı.
Adım atmadığımız hangi şehirse istila
edilmiş…
Hangi sitemse yanık türkülerin
bağrında koyu bir leke.
Kandan bağımsız bir sıvı yine ömrün
nemini silen bazense mağduriyet yüklü bir müfreze tanımında neyse delalet olan
cesarete ve neyse anlam olan yüreksizliğine mahrem kaygıları ile saf tutan
teyakkuzunda bilinmezin.
Bir zar atıp da her seferinde düşeş
demenin coşkusu belli ki düşlerle örtülüyüz; belki ki bağımsızız gerçeklerden
ve kanıksıyoruz hidayeti de kaderi de.
Şimdilerin coğrafyasında dolduruşa
gelen istikametler…
Şimdilerin yalnızlığında, şehir tüten
şiirler ve şiirle beslenen az sayıda adam ve kadın.
Adam gibi seven kaç kişi kaldıysa ya
da yüreğini rehin veren aşk meleğine: belki de azap ve korku ikilemidir
iklimlerin devrildiği, saçakların kırıldığı hele ki aşk da özgürlük de henüz
rüştünü ispatlamamışken…
Nifak sokan aşka hep hasret.
Belirsizlik imleci takılı yine şiirin
doğurganlığında, hazan mahsülü gözyaşı ne de olsa haram olmayan bir acı bizimki
ve şehrinki: tıpkı kıyılarında şiirin süzgün acılarla batıl kazanımların derya
olduğu varlık ve yoksunluğun zikrine çalım atan son turfanda bir aşk yine
nemalandığımız bazense körelen aslında sona ramak kala başa alma olasılığımız
olsa keşke, dediğimiz yüreğin sarnıcı ve sarkacı.
Diyalektik bir tanımlama; kayıtsız
bir soru tufanı sonra da şıkları eleyip ölümü avuçladığımız aslında hayatın
eleminde toz tutan mazinin bir zikrine sahip olmak, derviş misali
arşınladığımız satırlarda; Kerem misali bağdaş kurduğumuz aşklarda.
Sözcükler sivrildikçe, dikenler
battıkça kanayan ne gülün yaprakları ne de bülbülün olmayan kanatlarına nazire
yapan bir çiçeğe sitemi de özlemle eşleştiren doğurgan tabiat.
Hüzün gibi doğurgan.
Gök gibi engin.
Yaratıcı kadar ulvi.
Nem kadar kaygan.
Kaftan kadar sıcak tutan yüreği de
ruhu da ve tümden gelen bir eylem yokluk aslında varlık kadar da kutsal ve
yeknesak.
Şimdilerin şerrine öykünen ibliste
saklı onca kehanet zira dünden arda kalan sadece mazlum ve mağdur bir kaygı
tıpkı üstü örtülü zihniyetlerin korumacı tutumuna şapka çıkartırken medeniyet.
Eşrafın dilinde gıybet.
Gıybetin hükmünde aciz kullar.
Kul hakkı yemeden yaşamaksa vicdanın
zaruri seçimi belki de ölçüsüzlüğün sunumunda limitleri zorlamadan ve
yüklenmeden hayata, dirayeti sınanan bir hâkimiyet kadar da kuralcı ve
yükümlülüklerin bilincinde.
Bir zaafı örten bazense zarfının
yokluğuna alışmış bir mektuba özenen kalem.
Arda kalan hep hazan
mahsulü.
Sondan başa sayarken kayıpları.
Görünmezin gücüne vakıf hele ki
ayrımcılığın gölgesine tapan zalimlerden de uzak kalmak adına.
Hayatın sınadığı belki sınanmanın
doğasında saklı tutulası umutlar.
Umutsuz ve bakir acılardan alıp da
nasibini ta ki ölümün bir gafına tanıklık yapıp sanık koltuğuna oturan Kara Melek.
Zanlardan sıyrılmak adına hele ki
zaruri hedeflerden uzaklaşıp kendi içinde devinen bir ritmi güne ve hayata
yaymak.
Zorların baş tacı.
Kayıpların hüsranı mimlediği.
Yine de vazgeçmeden umut beslemek
hele ki hayallerin ölçeğine galip gelen bir mağduriyeti bile sindirip
kuytusunda şehrin bir kalesinde mahsur kalmak yitilmişliğin.
Ne zamanki güneş doğacak belki de
sunumu ışığın en elzemi…
Ne zamanki karanlık kayıplara
karışacak ne de olsa umut yüreğin kıblesinde aralıksız nöbette.
Ve ne zamanki kıracağız
zincirlerimizi…
Tanımsızlığın tanımına ayak uyduran
bir tebaa.
Aşkı reşit bilen bir yüreği de
sonlandırmadan.
Belki demenin mahiyeti ne zamanki
belirgin bir nota.
Belli demenin bedeli ne zamanki bir
seçim.
Hadi, kap gel tüm duyularını ve at
yüreğin karasını ki çeperinde saklı tuttuklarından da utanma…
Ne gaflet.
Ne de zaruri yet.
Asaletin yongası hep bekleyişlerin sabra
bandığı bir de gönül gözünde uçuşan perdelerin yine aydınlığa çıkmakla eşdeğer
olduğu.