Metazori bir gülümsemenin
bağcıklarını çözebilir insan ya da mısır patlağı ihtimallerin defterini dürer.
Kıyımdaki varlıktır aslında kıyamda
durması gereken sonra da yanlı bir tarife zikreder gece.
Patavatsızlığın gölgesinde kala kalır
insan ki zemheri fırtınalarının odağıdır içindeki sarkıtlar ve deli fişek
poyraz susturur çığlık ötesin hezeyanları ve erteler varışını ömrün ecele.
Son durakta inen yolculardanım bu gün
aslında gittiğim istikamette nerede inmesi gerektiğini bilmeyen bir meczup.
İçimin aksanında dönüp dolaştım ve
geldim ilk harfe sonra da sükûtun eseri mutsuzluğumla saf tuttum aksanlarında
şehrin, ben beylik cümlelerin arayışında oysaki bihaber içime diktiğim
gözlerimi alamadığım hüzün sağanakları.
Kelli felli adamlardı geceyi boğan.
Naif bir hüsranla peyda olmuştu bir
kez karanlık.
Gök kubbede devrilen ölü yıldızlar
secdeye vardı ve aşkın hükümranı sundu diyetini.
Yandı.
Yanlıydı her şiir.
Yanmak ne kelime eridi bitti varlık.
Gök delinmedi de ve kuru sıkı bir
yıldız kaydı yine peşrevine sunumu hulasa bir aşkın damarlarında dolaşan özlem
misali.
Yorgunluğun vebaliydi şiir; aşkın
kazanımı hep hasret ve anlam olmakla anlamlandırmak arasında gidip geldi şair.
Şaibeli bir iksir mi neydi de, önce
imgeleri sağalttı kendince sonrasında hoyratlığında hayatın ölümü zikretti
kendince.
Kelimelerdi solan ve kelebek misali
bir günlük yazılar asıldı vitrine.
Tebeşir tozuna bulaşan eğitim
neferleri doluştu şiire.
Tekdüze atımlarla şiirin kör
noktasına vuruldu sevdalı.
Sevdanın vecizesi mi solandan ziyade
solduran…
Kutupların ittifakı yine aşkı
sonlandıran ne de olsa sıcağın ritminde doldu kalpler ve soğuk neşretti, soğudu
yürekler, ayrıldı sevgilisinden kadın ya da adam.
Adam boyu hüzne çanak tutan evren…
Aşkı yalıtan ihtiras.
Masumiyeti öldüren çılgın istekler.
Soldu hepten hülyalar, solunda aşkı
barındıran çiçekler secde etti Yaratana.
Göz çukurlarında haşin bir soru,
belleğin ikrarı yine solundan kalkmış şairin şiire tüneyen imgeleri kışkırtıp
alkış tuttuğu dizeler belki de gök kubbenin hacmine vakıf bir yürek ki seyrine
anlamlar yükleyen; başaklar eğilirken hep ağır gelen değil mi içlerinde biriken
ve tortusu dibe çöken hüzün ve benzeri yine aşkın neşriyatına hükmeden deli bir
imtiyaz.
Zambakların sıradanlığı…
Gülün pervasızlığı.
Bir kanadı kırık bülbülden geriye
kalan ise hep esefle kınadığı gülün zerrelerine bile tav olup ölümü dahi
memnuniyetle kabullenişi.
Delinen göğün yamasında kara bulutlar
ve ağırlığınca rahmet her nasılsa kuytulardan süzüleni avuçlarken aşkla ve
şevkle.
Göz pınarlarında İlahi tortunun;
sükûtunda bilinmezin; yerdikçe benliğini daha fazlasını tol ere edebilmek belki
de düşen payına ne de olsa beşerin intikamı yine sorgulardan geçen aslında
yüreğin küpeştesine sinen ayrımcı bir veda busesi belli ki alacaklı aşk; belli
ki sondan yana kaygılı âşık.
Delici imgelerden çağlayan ama
sunumunda kaygılarını bertaraf etmek adına sadece kendince sevmeyi ilke edinmiş
bir şairden yansıyan…
Şimdi gitme vaktidir ki gelmelerden
bile yorgun iken insan gitmenin nesi zor hele ki hiç var olmamış varlığınız hep
bir beden küçük gelirken içinizde büyümeyi reddeden o çocuk kadar hırçın ve
masumsanız…