DÜNYAYI VE
AHİRETİ İSTEYENLER;
“Kim
dünya için çalışırsa, dünya onu çalıştırır. Kim Allah için çalışırsa, Allah
onlar için dünyayı çalıştırır.”
Ehli
dünya dünyada,
Ehli ukba ukbada,
Her ikisi bir dünyada,
Bana Allah’ım gerek.
Aziz Mahmut Hüdayi Hz…
2/BAKARA-200: Fe izâ kadaytum
menâsikekum fezkurûllâhe ke zikrikum âbâekum ev eşedde zikrâ(zikren), fe minen
nâsi men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ ve mâ lehu fîl ahirati min
halâk(halâkın).
Böylece (hacca ait) ibadetlerinizi (ve kuralları) tamamladığınız zaman, artık
atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta daha kuvvetli bir zikirle Allah'ı zikredin.
Fakat insanlardan kim: “Rabbimiz bize dünyada ver.” derse, ahirette onun bir
nasibi yoktur.
Ataların zikredilmesi, onların isminin
tekrarı değildir, hatırlamaktır. Ama Allah'ın zikredilmesi Allah'ın isminin
sonsuz bir standartta tekrar edilmesidir. Ve ne kadar çok zikredilirse o kadar
çabuk hedefe ulaşılır.
Allah'tan mağfiret dilemek, Allah'ı
zikretmek haccın olgularındandır. Bunlardan mağfiretin oluştuğu yer tövbedir.
Böyle olunca hacca gidenlerin de üzerine mürşide tâbî olmaları farzdır.
Mağfiret dilenmek tek yönlü bir olgu değildir. Bir tarafta mürid bir tarafta
mürşid vardır. Birisi tövbe edecek, öteki onun tövbesini kabul edecektir. Allah
da kişinin bütün günahlarını sevaba çevirecektir.
Anlıyoruz ki, bize dünyada ver,
diyenler sadece dünya için bunu isterler. Ahiretteki nasipleri onları hiç
alâkadar etmez. Dünya için de parayı helâl veya haram kazanmaları ve
harcamaları hiç önemli değildir. Sadece dünyayı düşünerek isteyenler Allah'ın
cennetini düşünmezler, istemezler. Onlar bu yaşantıyı sadece bu dünya yaşantısı
zannederler. Oysaki bu dünyada 100 yıl yaşasalar bile, cennet hayatı sonsuzdur.
O sonsuz hayatla, bu dünyadaki 50-60 senelik hayatı karşılaştırdığınız zaman
bir denge kuramazsınız.
“ Hedefiniz, dünya olmamalı,
hedefiniz ahiret yani Allah'ın cenneti olmalıdır.”
11/HÛD-15: Men kâne yurîdul hayâted
dunyâ ve zînetehâ nuveffi ileyhim a'mâlehum fîhâ ve hum fîhâ lâ
yubhasûn(yubhasûne).
Kim dünya hayatını ve onun ziynetini (süsünü) isterse (istedi ise) onların
amellerini(n karşılığını) orada, onlara öderiz (veririz). Ve onlara, orada
(karşılıkları) eksiltilmez.
Allahütealâ, "Yarabbi bize dünyada
ver, biz dünyada senden para istiyoruz, mal istiyoruz, dünyada itibar
istiyoruz. Dünya hayatında haram ver, helâl ver, nasıl verirsen ver ama bize
para ver." diyen insanların durumunu anlatıyor. Haram da olsa helâl de
olsa parayı mutlaka isteyen insanların bir kısmı haramı ister, bir kısmı helâli
ister.
İnsanların bir kısmı haram-helâl
arasında fark gözetmedikleri gibi Allahütealâ'nın onların kazandıkları parayı
harcamalarına da karışmamasını isterler. Burada aslında kazanmayan, para
kazandıkları zaman derecat kaybeden negatif muhtevalı insanlar var. Dünyada
para kazanıyorlar ama ahiret hayatında kaybediyorlar. Allahütealâ:
"Dünyada ne isterlerse onlara onu veririz. Biz zengin olmak isteyeni
zengin yaparız. Parayı veririz harcayacaklarına karışmayız, diledikleri gibi
daha çok günah kazanarak parayı harcayabilirler." buyuruyor. Nitekim
bundan sonraki ayette: "Onlar için ahirette ateşten başka bir şey
yoktur." ifadesi yer alıyor.
11/HÛD-16: Ulâikellezîne leyse lehum
fil âhıreti illen nâr(nâru) ve habita mâ sanaû fîhâ ve bâtılun mâ kânû
ya'melûn(ya'melûne).
İşte onlar, onlar için ahirette ateşten başka bir şey yoktur. Ve orada
(dünyada) yaptıkları şeyler, heba oldu (boşa gitti). Ve yapmış oldukları şeyler
bâtıldır (geçersizdir).
Dünya hayatının süsünü, ziynetini, dünya
hayatında refahı ahiret hayatıyla hiç ilgilenmeksizin isteyen insanlar, dünyada
para kazanırlar, başka insanlardan itibar kazanırlar ama onların ahirette bir
nasipleri yoktur. Onların kazandıkları paranın karşılığı dünya hayatında onlara
ödenir ama ahirette onlar ateşten başka bir şeyle karşılaşmayacaklardır.
Dünyadaki işlemlerinin negatif sonuçlarını, ahirette ateşte ödeyeceklerdir. Hem
de dünyadaki amelleri boşa gidecektir.
17/İSRÂ-18: Men kâne yurîdul âcilete accelnâ lehu fîhâ mâ neşâu li men
nurîdu summe cealnâ lehu cehennem(cehenneme), yaslâhâ mezmûmen
medhûrâ(medhûren). Kim acele (bu dünyada
acil) olarak isterse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz şeyi ona orada acele
verdik. Sonra onu cehennem ehli kıldık. Zemmedilmiş (ayıplanmış) ve (rahmetten)
kovulmuş olarak, ona (cehenneme) atılır.
Allahütealâ, Kur'an’ı Kerim'in birçok
yerinde bu husustan bahsetmektedir.
Dünya hayatında, Allah'tan dünyaya
ait geçim vasıtalarını isteyen iki grup insan vardır. Birincisi, Allahütealâ'ya:
"Bana helâl ya da haram para ver. Ben çok para kazanmak istiyorum ve bu
parayı da dilediğim gibi bana harcamayı nasip kıl." diyerek dua eder.
Allahütealâ birçok ayette, kişinin bu dileğini acilen yerine getirdiğini; ancak
onun bu dünyada nasibinin olmadığını buyurmaktadır. Bunlar bu dünyada da
ahirette de kaybetmiş olanlardır. (Bakara-200)
İkinci gruptaki kişi de:
"Yarabbi bana helâl para ver; sonra da beni imtihan et. O parayı kimler
için nasıl harcayacağımı bana emret ve emrine itaat etmiyorsam beni cezalandır.
Bu parayla Senin emrettiğin herkese yardım etmek de istiyorum. Niyetimin halis
olup olmadığını Sen, benden daha iyi bilirsin." diyerek gene para
istemektedir. Allahütealâ, böyle diyen insanın da talebini gerçekleştirir. Ve o
kişi, Allah'ın emrettiği insanlara veya yerlere Allah'ın verdiği parayı harcar.
İşte bu kişilerin dünyada ve ahirette nasipleri vardır.
2/BAKARA-201: Ve minhum men yekûlu rabbenâ âtinâ fîd dunyâ haseneten ve
fîl âhirati haseneten ve kınâ azâben nâr(nâri).
Ve onlardan (insanlardan) kim: “Rabbimiz bize dünyada hasene (güzellik
ve iyilikler) ver ve ahirette de hasene (güzellik ve iyilikler) ver. Bizi
ateşin azabından koru.” derse...
O, Allah'tır. Tükenmez hazineler
O'nundur. O, dilediğine verir ama dikkat edilmelidir ki Allahütealâ, ne zaman
Kur'an’ı Kerim'de "dilediğine" kelimesini kullanmışsa, bunun gerçek
mânâsının "hakedene" olduğu bilinmelidir. Allahütealâ, hakedenin,
hakettiği kadarını diler.
Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o, bunu
hak etmiştir, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı diler ve mutlaka ulaştırır.
Kim de Allah'a ulaşmayı dilemezse, Allah da onu Kendisine ulaştırmayı dilemez
ve ulaştırmaz.
Allah'ın dalâlette bıraktığı
insanları, Allah dalâlete düşürmez. Herkes doğuştan dalâlettedir. Allahütealâ,
kişinin dileğine göre değerlendirir ve dileğine göre verir. Dalâlette
bıraktıkları, sadece, hidayete ulaşmayı dilemeyenlerdir. "Allah dilediğini
dalâlette bırakır." sözü bunu ifade eder.
Bu ayet-i kerimede de Allahütealâ,
kim dünya hayatının meyvelerini isterse, dünya için o paraları dilediği gibi
haram veya helâl yerlerde harcamayı dilerse ve ahireti dilemezse, o kişiye bunu
verdiğini ve sonra onu cehennem ehli kıldığını söylemektedir.
Haram, cehennem ehli içindir. O insanlar
Allah'a ulaşmayı dilememişlerse Allah onlar üzerine Rahîm esmasıyla tecelli
etmez. Gözlerindeki hicab-ı mesture, kulaklarındaki vakra ve kalplerindeki
ekinnet alınmaz. O kişi Allah'ın rahmetinden kovulmuş olarak cehenneme
girecektir. Rahmet onlara tecelli etseydi, o zaman onlar Allah'a ulaşmayı
dileyenler olacaklardı ve mutlaka Allah'ın cennetine gireceklerdi.
17/İSRÂ-19: Ve men erâdel âhırete ve saâ lehâ sa’yehâ ve huve mu’minun
fe ulâike kâne sa’yuhum meşkûrâ(meşkûren).
Kim mü'min olarak ahireti
istedi ise ve onun (ahiret) için, onun gerektirdiği şekilde çalıştı ise işte
onların çalışması, böylece meşkur (şükrün, karşılığını hak eden) oldu.
Konunun temelinde mü'min olmak; bir başka
ifadeyle Allah'a ulaşmayı dilemek vardır. Mü'min olmanın başlangıç noktası,
Allah'a ulaşmayı dilemektir.
Allah'a ulaşmayı dileyen kişi:
İşte
kişi, bu inancın sahibi olduğu andan itibaren âmenûdur. Allahütealâ, bu kişiyi
Allah'a ulaşmayı dilediği için mutlaka mü'min kılacak, mürşidine mutlaka
ulaştırıp tâbiiyetini temin edecek ve o kişi yaşarsa, onun ruhunu Allah'a da
ulaştıracaktır. Bunu yapacak olan, kişi değildir; Allah'tır. Allahütealâ'nın bu
konuda sözü vardır.
Allahütealâ bu sözü verdiği cihetle, yukarıdaki
4 inancın sahibi olan kişiyi mü'min kabul eder. İşte bu ayette "mü'min
olarak ahireti istemek" yani Allah'a ulaşmayı ve cenneti istemek vardır.
Ahiret kelimesi, ruhun Allah'a
ulaşmasını, bu dünya hayatından sonraki cennet veya cehennem hayatını, kıyâmet
gününü ve ahirette cennette olmayı ifade etmektedir. İşte bu insanlar, Allah'a
ulaşmayı dileyenlerdir ve bu dileklerinin gerektirdiği şekilde davranırlar.
Allah'ın Rahîm esmasıyla kişilerin üzerine tecellisinden sonra Allah'ın ardarda
birçok ihsanları gelir. Bu ihsanlar yukarıdaki 4 îmân esasına inanarak mü'min
olana verilir. Kişi Allah'a ulaşmayı dilediği andan itibaren Allahütealâ
tarafından mü'min kabul edilir ve 12 ihsan ardarda gelir. Bu kişi, Allahütealâ'dan
devamlı yardım alacağı için, Allah'ın emrettiği biçim ve boyutta çalışır,
ahireti ve cenneti hakeder.
17/İSRÂ-20: Kullen numiddu hâulâi ve hâulâi min atâi rabbik(rabbike),
ve mâ kâne atâu rabbike mahzûrâ(mahzûren).
Bunları
herkese (dünyayı isteyene de ahireti isteyene de) veririz. Ve bunlar, Rabbinin
atâ (ihsan) larındandır. Rabbinin atâları (ihsanları) mahzur (sınırlı, kısıtlı,
men edilmiş) değildir.
Allahütealâ, ihsanlarından bahsetmektedir.
Kişi dünya malını hangi standartlarda isterse, Allahütealâ ona o standartlarda
verir. Kişi ahireti düşünmeden dünya malını istiyorsa bu onu ne mutlu kılar ne
de o kişi cenneti kazanabilir. Ama dünya malını halis niyetlerle isteyen kişi,
hem dünya malına sahip olur hem Allah'ın emrettiği bütün nafakaları infak eder.
Bu sebeple devamlı derecat kazanır ve ahiretini garanti eder. Sadece bunlar
rahmete müstahak olanlardır (Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir).
17/İSRÂ-21: Unzur keyfe faddalnâ ba’dahum alâ ba’d(ba’dın), ve lel
âhıretu ekberu derecâtin ve ekberu tafdîlâ(tafdîlen).
Bak, nasıl onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Muhakkak ki
ahiret, dereceler bakımından daha büyüktür ve üstünlük bakımından da daha
büyüktür.
Allahütealâ'nın katında, ahiret için
çalışanlar, başka insanlara mutluluk verme konusunda yardımcı olanlar, derecat
bakımından pozitif (zait) dereceleri yüksek olanlardır. Onlar diğerlerinden
daha üstün kılınmışlardır. Sadece bu açıdan değil; Allah'a yakınlık ve Allah'ın
sevgisi açısından da üstündürler.
10/YÛNUS-7: İnnellezîne lâ yercûne
likâenâ ve radû bil hayâtid dunyâ vatme'ennû bihâ vellezîne hum an âyâtinâ
gâfilûn(gâfilûne).
Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah'a ulaştırmayı)
dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve
onlar âyetlerimizden gâfil olanlardır.
10/YÛNUS-8: Ulâike me'vâhumun nâru
bimâ kânû yeksibûn(yeksibûne).
İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir
(cehennemdir).
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU