EY BİZ
MÜSLÜMANIZ DİYENLER; ALLAH’IN SÖZÜ MÜ, ALİMLERİN SÖZÜ MÜ ?
Müslümanlar Allah’ın sözü olan Kur’an’ı
terk etmişler. Bir konu gündeme geldiği zaman falan âlim böyle diyor, filan âlim
böyle diyor, benim hocam en doğruyu bilir diyerek Allah’ın sözünü bir kenara
bırakıp âlimlerin sözünü esas almaktadırlar. Kendilerine ayetleri anlatanları
ise düşman gibi görmekte, hatta sapıklık ve dinsizlikle suçlamaktadırlar.
Bu gün Resul diyor ki, benim kavmim
Kur’an’ı terk ettiler.
25/FURKÂN-30: Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmîttehazû hâzel kur’âne
mehcûrâ(mehcûran).
Ve Resul: “Ey Rabbim! Muhakkak ki benim kavmim, bu Kur'an'dan ayrıldı
(Kur'an'ı terk etti).” dedi.
Peygamber Efendimiz ve sahabesi Kur’an’ın
tamamına inanıp tamamını yaşadıklarına göre Kur’an’ı terk etmeleri mümkün
değildir. Yani Kur’an bu devirde terk edilmiştir.
3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve
tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev
addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe
alîmun bi zâtis sudûr(sudûri). İşte siz (mü'minler) böylesiniz,
siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân
edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca “Biz îmân ettik.” dediler, yalnız kaldıkları
zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: “Öfkenizden
ölün.” Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.
Kur’an’dan ayrılanlar kime tabi olmuş
oluyorlar, her devirdeki Allah’ın tayin ettiği Veli Resulleri inkâr ederek
şeytana ve şeytanın yoluna sapmış oluyorlar.
Şeytan onlara ne yapıyor; Onları zikirden,
yani Kur’an’dan ayırmış oluyor.
25/FURKÂN-27:
Ve yevme yeadduz zâlimu alâ yedeyhi yekûlu yâ leytenîttehaztu mear resûli
sebîlâ(sebîlen).
Ve o gün, zalim ellerini ısırır: “Keşke Resulle
beraber (Allah'a giden) bir yol ittihaz etseydim.” der.
25/FURKÂN-28:
Yâ veyletâ leytenî lem ettehız fulânen halîlâ(halîlen).
Yazıklar olsun, keşke ben filanı (o kişiyi) dost
edinmeseydim.
25/FURKÂN-29:
Lekad edallenî aniz zikri ba’de iz câenî, ve kâneş şeytânu lil insâni
hazûlâ(hazûlen).
Andolsun ki; bana zikir (Kur'an'daki
ilim) geldikten sonra beni zikirden saptırdı ve şeytan, insana yardımı
engelleyendir.
Kur’an’a Allah kefildir ve Kur’an’ın bir
harfini bile değiştiremeyecek olana şeytan âlimlerin sözlerine insanları
inandırarak Kur’an’ın yerine geçirmiştir.
15/HİCR-9: İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le
hâfizûn(hâfizûne). Muhakkak ki zikri
(Kur'an-ı Kerim'i), Biz indirdik. O'nun koruyucuları (da) mutlaka Biziz.
Bunu başaran ve âlimlerin sözlerinin Kur’an’ın
önüne geçiren şeytan, âlimlerin sözleriyle bid’atları yaşayanlara Allah’ın
ayetlerini anlatanları da düşman göstermeyi başarmış oluyor.
22/HACC-72: Ve izâ tutlâ aleyhim âyâtunâ beyyinâtin ta’rifu fî
vucûhillezîne keferûl munker(munkere), yekâdûne yestûne billezîne yetlûne
aleyhim âyâtinâ, kul e fe unebbiukum bi şerrin min zâlikum, en nâr(nâru),
vaadehallâhullezîne keferû, ve bi’sel masîr(masîru).
Onlara
açıklanmış ayetlerimiz okunduğu zaman münkeri (inkârı, reddi), inkâr edenlerin
yüzlerinden tanırsın (fark edersin). Neredeyse, ayetlerimizi onlara okuyanlara
saldıracaklar. De ki: “Size bundan daha şerlisini haber vereyim mi?” Allah'ın
kâfirlere vaadettiği o (şey), ateştir. Ne kötü masir (gidilecek yer)dir.
Bu kişiler kendileri Müslüman zannetmekte
olmalarına rağmen Allah’a ulaşmayı dilemedikleri ve Allah’ın ihsanlarını ve
Furkanlarını almadıkları için kör sağır ve idraksiz olduklarından Kur’an’ı terk
ederek farkında olmadan şirkte kalmış oluyorlar.
Yani bu kişiler ki bu gün yeryüzünde Müslümanların
çoğunu oluşturmaktadırlar. Bu insanlar içleri kâfir, dışları Müslüman
olanlardır..
5/MÂİDE-41: Yâ eyyuher resûlu lâ yahzunkellezîne yusâriûne fîl kufri
minellezîne kâlû âmennâ bi efvâhihim ve lem tu’min kulûbuhum, ve minellezîne
hâdû semmâûne lil kezibi semmâûne li kavmin âharîne lem ye’tuk(ye’tuke)
yuharrifûnel kelime min ba’di mevâdııh(mevâdııhî), yekûlûne in utîtum hâzâ fe
huzûhu ve in lem tu’tevhu fahzerû ve men yuridillâhu fitnetehu fe len temlike
lehu minallâhi şey’â(şey’en) ulâikellezîne lem yuridillâhu en yutahhire
kulûbehum lehum fîd dunyâ hızyun ve lehum fîl âhıreti azâbun azîm(azîmun).
Ey
Resul! Ağızlarıyla îmân ettik deyip, kalpleri îmân etmeyenlerden küfürde yarışanlar
seni üzmesin. Ve Yahudilerden dinleyenlerin bir kısmı, sana gelmeyen başka bir
kavme yalan söylemek için dinleyenlerdir. Kelimeleri sonradan yerlerinden
kaydırıp, değiştirirler ve: “Eğer size bu verilirse o zaman onu alın, eğer
(böyle) verilmezse o takdirde kaçının.” derler. Ve Allah, kimin fitne içinde
kalmasını dilerse, artık sen, onun için Allah'tan bir şeye asla mani olacak
değilsin. İşte onlar öyle kimselerdir ki Allah, onların kalplerini temizlemeyi
dilemez. Onlar için, dünyada bir rezillik vardır, ahirette de onlara “büyük
azap” vardır.
İşte bu şekilde insanların üzerinde bir
sultanlığı ve yaptırım gücü olmayan şeytan yalanlarla âlimlere öğrettiği
Kur’an’a uymayan zanları ve bid’atlarla insanları kandırmış oluyor.
14/İBRÂHÎM-22: Ve kâleş şeytânu lemmâ kudıyel emru innallâhe veadekum
va’del hakkı ve veadtukum fe ahleftukum, ve mâ kâne liye aleykum min sultânin
illâ en deavtukum festecebtum lî, fe lâ telûmûnî ve lûmû enfusekum, mâ ene bi
musrihikum ve mâ entum bi musrıhıyy(musrıhıyye), innî kefertu bi mâ eşrektumûni
min kabl(kablu), innaz zâlimîne lehum azâbun elîm(elîmun). Şeytan,
emir yerine getirildiği zaman şöyle dedi: “Muhakkak ki; Allah, size “hak olan
vaadini” vaadetti. Ve ben de size vaadettim. Fakat ben, vaadimden döndüm. Ve
ben, sizin üzerinizde bir güce (sultanlığa, yaptırım gücüne) sahip değilim.
Sadece sizi davet ettim. Böylece siz, bana icabet ettiniz. Artık beni
kınamayın! Kendinizi kınayın! Ve ben, sizin yardımcınız değilim. Siz de, benim
yardımcım değilsiniz. Gerçekten ben, sizin beni ortak koşmanızı daha önce de
inkâr ettim. Muhakkak ki; zalimlere acı azap vardır.”
Ve kâlû bela günü huzurdan kovulan lanetli
şeytan insanlar üzerindeki vadini yerine getirmiş oluyor.
34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ
ferîkan minel mûminîn(mûminîne).
Ve andolsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine
getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler)
hariç, hepsi ona (şeytana) tâbî oldular.
Bize düşen görev insanlara Allah’ın Kur’an
ayetlerini anlatmak ve onları yalnız bırakmaktır. Kimseyi yargılama hakkımız
yoktur. Yargılama yalnız yüce Allah’ındır.
13/RA'D-40: Ve in mâ nuriyenneke ba’dallezî neiduhum ev
neteveffeyenneke fe innemâ aleykel belâgu ve aleynel hisâb(hisâbu).
Ve şâyet onlara
vaadettiğimizin bir kısmını sana göstersek veya seni vefat ettirsek de; artık
senin üzerine düşen, sadece tebliğidir. Hesap, Bizim üzerimizedir.
Allahütealâ ayetlerin yerine âlimlerin
sözlerini geçirenlerin Allah’ın ayetleri ile cihad ettiklerini bildiriyor.
6/EN'ÂM-33: Kad na’lemu, innehu le yahzunukellezî yekûlûne fe innehum
lâ yukezzibûneke ve lâkinnez zâlimînebi âyâtillâhi yechadûn(yechadûne). Onların
söylediklerinin mutlaka seni mahzun ettiğini biliyorduk. Fakat muhakkak ki;
onlar seni yalanlamıyorlar. Lâkin zalimler, Allah'ın ayetleri ile cihad
ediyorlar.
Peygamber Efendimiz (S.A.V), Allah'ın
inkâr edenleri cezalandıracağını biliyor. O insanlara acıyor. Bir taraftan da
kabul etmemelerinin onların cehenneme gitmelerine sebep olması O'nu
hüzünlendiriyor. O, Allah'tan aldığı için her şeyden emindir. Ötekiler
bilmedikleri için söylediklerini kabul etmiyorlar. Allah'ın ayetlerini
yalanlıyorlar. Allahütealâ da O'nun üzülmesini istemiyor. Diyor ki:
"Üzülme! Onların seninle ilgili bir konusu yok. Onlar senin söylediklerini
yalanlamıyorlar, Bizim ayetlerimizi yalanlıyorlar. Onlara karşı savaş
veriyorlar. Sen sadece onlarla Benim aramda olansın. Onlar Bana karşı savaş veriyorlar."
diyor. Kim Allah'ın ayetlerini yalanlarsa Allah'a karşı savaş açandır.
Allah’ın ayetlerini kimse değiştiremez.
Onlar ancak kendilerini aldatırlar.
6/EN'ÂM-34: Ve lekad kuzzibet rusulun min kablike fe saberû alâ mâ
kuzzibû ve ûzû hattâ etâhum nasrunâ, ve lâ mubeddile li kelimâtillâh(kelimâtillâhi),
ve lekad câeke min nebeil murselîn(murselîne).
Ve andolsun ki; senden önceki Resuller de yalanlandı. Fakat onlara yardımımız
gelinceye kadar yalanlandıkları şeylere ve uğradıkları eziyetlere sabrettiler.
Ve Allah'ın kelimelerini değiştirecek yoktur. Ve andolsun, gönderilmiş Resullerin
haberlerinden (bir kısmı) sana geldi.
Allahütealâ, hangi kavme Resul göndermişse
bütün kavimler Allah'ın kendilerine ard arda gönderdiği Resulleri
yalanlamışlar, bir kısmını öldürmüşlerdir.
Allah dileseydi onları da hidayet üzerinde
toplardı. Onlara uyup onlar gibi cahillerden olmamak ve onları kendi hallerine
bırakmak gerekmektedir.
6/EN'ÂM-35: Ve in kâne kebure aleyke i’râduhum fe inisteta’te en
tebtegıye nefekan fîl ardı ev sullemen fîs semâi fe te’tiyehum bi âyeh(âyetin),
ve lev şâallâhu le cemeahum alel hudâ fe lâ tekûnenne minel câhilîn(câhilîne). Onların
yüz çevirmeleri, sana zor gelirse o zaman, gücün yeterse yerin dibine bir tünel
açılmasını veya semaya bir merdiven kurulmasını iste. Böylece onlara bir ayet
(mucize) getir. Allah dileseydi, elbette hepsini hidayet üzerinde toplardı.
Artık sakın cahillerden olma!
Allah'ın sözlerini anlamayan birçok insan
"Allahütealâ bir kısım insanların hidayete ermesini istiyor, onlar
hidayete eriyorlar. Bir kısım insanların hidayete ermesini istemiyor, onlar da
hidayete ermiyorlar." diye düşünecekler. Ama öyle değildir. Allahütealâ
kişinin hidayete ermesi konusunda, onun iradesinin mutlaka devreye girmesini
ister. Eğer Allah dilediğini hidayete lâyık olmadığı halde hidayete erdirseydi
ve Allah dilediğini hidayete lâyık olduğu halde hidayete erdirmeseydi, Allah'ın
El Adl ve El Hakk esmalarına ters düşerdi. Çünkü hak, haklınındır. Öyleyse hak,
hak edenindir. Böyle bir dizaynda Allahütealâ ne "adalet" esmasını
çiğneyebilir, ne "hak" esmasını çiğneyebilir. Adalet objektif, hak
subjektif bir kavramdır.
Öyleyse kim cenneti hak ederse,
Allah onu cennetine, kim cehennemi hak ederse cehennemine gönderir. Burada
kişisel iradeyi Allahütealâ kesinlikle devreye sokar. İsteseydi gerçekten
insanların iradelerine müracaat etmezdi, herkesi cennetine alırdı. Kendi
iradesiyle insanları kullanırdı. Böylece hepsi hidayete ermiş olurdu.
Allah insanları ikiye ayırır.
"Cehenneme girenler, cennete girenler." Ve ayıracı söylüyor, cennetin
kapısını açan anahtarı veriyor: "Kim Bana ulaşmayı dilerse o mutlaka
cennetime girer." Allahütealâ insanların iradesinden bir işaret bekler.
Kim Allah'a ulaşmayı dilerse bu kişi Allah'tan arka arkaya 12 tane ihsan alır.
Allah onu mürşidine ulaştırır. Ulaşıp da tövbe ettiği zaman 7 tane de ni'met
alır. Bundan sonra Allah'ın yardımıyla ruhunu Allah'a ulaştırır, teslim eder.
Fizik vücudunu teslim eder, nefsini teslim eder ve neticede iradesini Allah'a
teslim eder. Allah'ın yardımıyla, ama hak ettiği takdirde yardım gelir. Kişi
kendi iradesiyle Allah'a ulaşmayı istemedikçe yardımlardan hiçbirisi o kişiye
gelmez. O kişi muhakkak cehenneme gider.
Öyleyse "Allah dileseydi
hepsini hidayet üzerine toplardı." sözünden Allahütealâ'nın muradı budur.
İnsanlar, Allah'ın onları cennetine koymak istemesine rağmen, Allah'ın
emrettiği şeyi gerçekleştirmiyorlar. Allah'a ulaşmayı dilemiyorlar. O zaman da
Allah'ın cennetine girmelerini kendi elleriyle önlemektedirler. Ve böylece ne
yazık ki; insanların çoğu (%90'dan fazlası) cehenneme gidecektir. Allahütealâ'nın
kurduğu kesin bir kanun ve insanlığa çok büyük bir kolaylıktır. Allahütealâ
herkesin kurtulmasını ister. İnsan Allahütealâ tarafından kâinatın en üst, en
büyük yardımını alan mahlûkudur. Allah'a ulaşmayı dilemesi, Allah'ın cennetine
girmesi için yeterlidir.
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU