Makale / Araştırma

Eklenme Tarihi : 20.04.2018
Okunma Sayısı : 947
Yorum Sayısı : 0

GİZLİ ŞİRKTE OLAN MÜSLÜMANLAR;

          Onlar fırkalara ayrıldıkları için şevkle huşu içinde Allah’ın dinini değil, şekli olarak insanların yazmış olduğu dünya dinini yaşarlar. Allah’a ulaşmayı dilemedikleri için gizli şirkte olduklarından dilleri ile ben iman ettim derler ama Hak mümin olamazlar.

12/YÛSUF-106: Ve mâ yu’minu ekseruhum billâhi illâ ve hum muşrikûn(muşrikûne).                 Ve onların çoğu, şirk koşmadan Allah'a inanmazlar.

39/ZUMER-65: Ve lekad ûhıye ileyke ve ilellezîne min kablik(kablike), le in eşrekte le yahbetanne ameluke ve le tekûnenne minel hâsirîn(hâsirîne).                                                          Ve andolsun ki, sana ve senden öncekilere: "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan (Allah'a ulaşmayı dilemezsen), amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun." diye vahyolundu.

     Allahütealâ, Son Nebî (Peygamber) Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e de O'ndan evvelkilere de aynı şeyi vahyetmiştir:

     "Gerçekten eğer sen şirk koşarsan yani Allah'a ulaşmayı dilemezsen, amellerin mutlaka heba olur. Ve mutlaka hüsrana düşenlerden olursun."

     Rum 31 ve 32, Allah'a ulaşmayı dilemeyenlerin şirkte olduğunu söylüyor.

          Allah’a ulaşmayı dilemeyen dilleri ile iman ettik diyenler ve kalplerine iman girmeyeceği için bu Müslümanlar büyük bir kısmını teşkil eden tasavvufu ve teslimleri yaşamayan Müslümanlar, sadece İslam dairesine girmiş olanlardır.

49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).                                                      Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: "Teslim olduk." deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah'a ve O'nun Resul'üne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.”

     Bu ayet, öldürülme ve esir edilme korkusu ile Medine'ye gelip savaşmadan teslim olan Bedevî Araplar'ı ikaz için indirilmiştir. Gelenler teslim oldular. Onun için "teslim olduk" deyin. Ama "Allah'a teslim değil, bize teslim olduk." deyin mânâsı çıkıyor. Onlar Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için ve tâbî olmadıkları için kalplerine îmân yazılması mümkün değildir. Ama Allah'a ulaşmayı dileyip tâbî oldukları takdirde günahları sevaba çevrilecekti. Allah'a ulaşmayı dilemedikleri için amelleri boşa gidecek, derecelerinde büyük eksilme olacaktır.

     Ahirette onların imanları kendilerine bir fayda vermez.

32/SECDE-29: Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).                                                                                                                                                De ki: "Fetih günü, kâfir olanlara (Allah'a ulaşmayı dilemeyenlere) îmânları bir fayda vermez ve onlara süre verilmez."

     Burada fetih gününden kıyâmet günü kastedilmektedir. Cennete girecek olanlar için cennetin fethi söz konusudur. Onun için Allahütealâ "fetih günü" diyor. Hem îmân sahibi hem kâfir nasıl olunur? Burada Allahütealâ, Allah'a inanan ama Allah'a ulaşmayı dilemeyen bir kişinin îmânının var olduğunu (Allah'a inandığı için) ama bu îmânın ona bir fayda vermeyeceğini, onu kâfir olmaktan kurtaramayacağını söylemektedir. Allah'a ulaşmayı dilemedikçe îmân o kişiyi cennete girebilecek bir hak mü'min kılamaz. Hak mü'min olsa zaten gideceği yer cennettir. Îmânı olan bir kâfir, Allah'a inanır ama Allah'a ulaşmayı dilemediği için kâfirdir. İfade son derece net: "Kâfirlere îmânları fayda sağlamaz. Ve onlara bakılmaz." Yani süre verilmez. Onların cenneti fethetmeleri söz konusu değildir. Hak mü'minler, Allah'a ulaşmayı dileyen îmân sahipleridir. İnanan ve Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişi Allah'a ulaşmayı dileseydi ve böylece hak mü'min olsaydı, gideceği yer cennet olacaktı. Îmânı kendisine fayda verecekti. Bu ayet Allah'a ulaşmayı dileyen hak mü'mini mü'min kabul etmektedir. Allah'a inandığı için lûgat mânâsıyla mü'min olan fakat Allah'a ulaşmayı dilemeyen kişiyi ise açık bir şekilde kâfir olarak isimlendirmektedir.

     Allah’a ulaşmayı dileyip, takva sahibi olanlar şirkte değildir.

     Takva sahibi olmadan yapılan ibadetler kurtarmaz.

     İşte İslam âleminde Müslümanlar birbirlerini mürtedlikle suçlayıp bu yüzden birbirlerini boğazlıyorlar.

     Herkes kendi yaptığından sorumludur, hiç kimse babasından ve atasından sorumlu değildir.

2/BAKARA-141: Tilke ummetun kad halet lehâ mâ kesebet ve lekum mâ kesebtum ve lâ tus’elûne ammâ kânû ya’melûn(ya’melûne).                                                                                                İşte onlar bir ümmetti ki geldi, geçti. Onların kazandığı şeyler kendilerine, sizin kazandıklarınız sizedir. Onların yapmış olduklarından size sorulmaz (siz sorumlu değilsiniz).

     Her insan sadece kendi kazandığı ve kaybettiği şeylerden sorumludur. Başkalarının yaptıklarından sorumlu değildir. Cehenneme gidenler sadece kendi günahları yüzünden cezalandırılmış olacaklardır.

     Dalâlette olan bir insan başkalarının da Allah'ın yoluna girmesine mani olursa, onların kaybettikleri derecelerden pay alır. Çünkü o, Allah'ın lânetine muhatap olmuştur.

     Bu yüzden onları kurtarmayan onlardan miras kalan geleneksel hikâyelere dayalı Kur’an’a uymayan klasik din ilmi babalarının bu dinini yaşayanları da kurtarmayacaktır.

5/MÂİDE-104: Ve izâ kîle lehum teâlev ilâ mâ enzelallâhu ve iler resûlî kâlû hasbunâ mâ vecednâ aleyhi âbâenâ e ve lev kâne âbâuhum lâ ya’lemûne şey’en ve lâ yehtedûn(yehtedûne).                                                                                                                        Ve onlara: “Allah'ın indirdiğine (Kur'an'a) ve Resul'e (itaate) gelin.” denildiğinde; “Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şey (din) bize yeter (kâfi)” derler. Ya onların babaları (bu gerçeklere ait) bir şey bilmiyorlarsa ve hidayete ermemişlerse de mi?

     Allahütealâ, bu ayette "onların babaları ayetleri bilmiyor ve hidayete ermemişse de mi?" buyuruyor.

     Allahütealâ bütün insanların hidayete ermelerini üzerlerine farz kılmıştır. Ruhlarını Allah'a teslim etmeleri "ruhun hidayeti', fizik vücutlarını Allah'a teslim etmeleri "fizik vücudun hidayeti', nefslerini Allah'a teslim etmeleri "nefsin hidayeti" ve iradelerini Allah'a teslim etmeleri "iradenin hidayeti" olarak Kur'an’ı Kerim'de yer almaktadır. Ama günümüz İslâm tatbikatında hidayete doğru yol denilerek "insan ruhunun hayatta iken Allah'a ulaşması" demek olan hidayet kelimesi değiştirilmiş ve aslî mânâsından saptırılmıştır. Bu sebeple Allahütealâ hidayeti, insanların üzerlerine farz kılmış olmasına rağmen din âlimlerinin hidayet kavramını tamamen unuttuklarını, görüyoruz. O zaman mutluluğa tabii ki ulaşmaları mümkün değildir.

 

Allah razı olsun,

Burhan AKSU

( Gizli Şirkte Olan Müslümanlar; başlıklı yazı mihrimah tarafından 20.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.