Yalıtılmışlığın dünyasından sesleniyorum sizlere ve bilip bilmemek arasında geniş aç(c)ılar düşüyor payıma.

 

Acının rengini tahayyül ediyorum ne de olsa acıdan noksan neye delalettir bunca yük?

 

Kuruduğum dalımda sadece ihbar ettiğim sıcak da değil hani.

 

Oldum olası sıcakla başım hoş olmadı belki soğuk iklimlerden damlayıp düştüm içimdeki denize ve karanlık dehlizlerde hep soluk bir çiy damlası olmayı diledim.

 

Çiğneyen ayaklarında ölü hatıralarım saklı.

 

Çiğ sarı yine aşkın pas geçtiği aslında aşka inancım da kalmadı hele ki sevmekte bile kusur arayan oncasından sonra.

 

Bir çocuk olabilirdim an itibariyle ya da çocuğu olan bir yetişkin: peki, hangisini tercih ederdim?

 

Kestirmeden söyleyeyim:

 

Ölü bir çocuk.

 

Zaten çocuklar ve kadınlar mütemadiyen zan altındayken sağ kalmanın da bir anlamı yok ve faydası da.

 

Zaman aşımına uğradığım halde zanların aşındırdığı bir iklimden daha geliyorum.

 

Geliyorum işte: sadece geliyorum lakin gidemiyorum oysaki defalarca karar vermiştim gitmeye ama sürekli tetiklenen bir gelme hali.

 

Gel-git olmaktan bile acizim sadece aklımın hulasasında yaşadığım bir kavram adına kocaman soru işaretleri sığdırdığım.

 

Gönül gözünden yana da pek bir dertliyim ne de olsa açıkgözlü olmalı zamane insanı.

 

Açacaksın gözünü ve pusuya yatacaksın. Bak bakalım; kimleri ne sıfatla yargılayacaksın ya da damgalayacaksın…

 

Kusur addedilen… çok da umurumda hani lakin el-alemin pek bir umurunda ne de olsa boy aynalarında sadece varsayımlar üretip sadece deşifre etmek adına iştigaller pek bir mühimmişçesine sadece kuru sıkı tabancaları ile ıskaladıkları vicdanlarına renk renk gömlekler giydiriyorlar.

 

Yanlışların mubah olmadığı gerçeği mi yoksa gözüne soka soka kusurları ile ayan beyan dalga geçtiklerimiz mi?

 

Amiyane bir tanımlama lakin pek bir itibarsız zarif ve naif yüklemler ve geride kalan o kibirli tortu.

 

Denklemleri çözmek ya da türetmek kimin umurundaki üstelik dünyayı kurtaracak son kişi hala beklemede oysaki iblis teyakkuzda.

 

Zamirlerin istilasında yüklemler.

 

Sıfatlar pek bir niteliksiz lakin direniyorlar da adlarının niteleme sıfatı olduğuna dair.

 

Kıyamet kopsa da umurunda değil cihanın ve dünya halkının zaten hane halkı hanelerinde olmayı unutmuş düşmüşler gıybetin yoluna.

 

Suskunlar sınıfından bir mürit arayışındayım… deme hakkımı es geçip itibar da etmiyorum hani; neye kılıf geçireceğinin peşinde olanların.

 

Dün bir bu gün iki, mirim.

 

Kimden mi bahsediyorum?

 

Bu da umutsuz vaka/imiş dediğim yeni bir zat yine çocukluğumdan esinti hatta aynı hanenin çocukları iken lakin haneyi bir bina olarak gözetin.

 

Yeni yeni konuşmayı sökmüş akranlar yine dünümden miras gel gör ki; geçen zaman içinde madem ben engel sahibiyim içimdeki çocuğu büyütememek adına ama diğer yandan akranım pek bir Pişekâr; pek bir beynamaz.

 

Satırlarda ölüp gideceğim… deme hakkımı da es geçiyorum zira satır değil de bir yatırmışçasına sabrediyorum epeydir.

 

Sabahın köründe şafağı atarken gecenin.

 

Ya da gecenin bir vakti horozlar öterken.

 

Gel de anlat derdini.

 

Gel de çöz zaman denen mefhumu.

 

Kaç kalibre ki acının sunumu?

 

Doz aşımı hüzünle nasıl ölmedimse…

 

Bir beyit kadar kısa olabilirim ya da zincirleme sıfat tamlaması kadar da kararsız ve sıkıcı.

 

İtiraf ediyorum: sıkıcıyım ne de olsa eşrafın dilinden anlamıyorum. Varsa yoksa duygularım; varsa yoksa dünüm ama daha da önemlisi günümle iştigalim son zamanlarda.

 

Yankısı olmayan bir çığlık mı istersiniz ya da kansız bir ölüm mü?

 

İnfilak eden iç sesimden asla muzdarip değilim en azından kimsenin kirli çamaşırlarını toplayıp ifşa etme derdim yok.

 

Gölgesinden korkan kabadayılar.

 

Ya da kredi kartlarının limitimden bihaber muhteremler.

 

Geçtim, mirim.

 

İçindeki kini beyaza boyamak adına bir diğerinin masum yüreğini ihlal edip kara çalan nicesi. O kadar çok var ki yanı başımda bunlardan sonra da gelip bir selama karşılık vermeyip ansızın çemkirebiliyorlar da lakin sağ gösterip soldan vurup ya da arkanızdan atıp tutup. Daha da beteri diğerlerinin bu kirli yalanlara inanıp sayısı çoğalan yandaşları yine nefretin ve hasedin.

 

Mükemmel olmak gibi bir kaygım var mı peki?

 

Olmaz mı?

 

Lakin beceriksizliğimle de fırtına gibi esiyorum yine kibir ve sulu sepken mağduru bir bulutu istimlâk edip ansızın yere düşmeye hazır olduğumu beyan etmekten kaçındığım.

 

Zorların insanı olabilirsiniz lakin bu demek değil ki; her zora sokuluşunuzda insanlar çark edecek.

 

Dedim ya; z/amansızım.

 

Zaten suratsız bir mutlulukla bu kadar içli dışlı olup üstüne üstük küçük mutluluklarınız bile zan ve kayıt altındaysa.

 

Marifet olan ne ola ki?

 

Ya da mağfiret?

 

Kul sıkışmayınca madem Hızır yetişmiyor demek ki; daha da çok sıkışacak başım ama burada olan da sevdiklerime oluyor ve bu sefer geniş ölçekli sıkıntılarla muhatap olup cümleten daralıyoruz.

 

Mesken tuttuğum kadar meram bildiğim.

 

Hatır-şinas bir yüreğe itibar edip daha da büyük bir yürek olma umudu ya da tıkış tıkış o yüreği sahiplenip daha çok sevmek azıcık da olsa sevilmek.

 

Geçtim hani sevilmekten bari bu kadar nefreti ve kini sahiplenmeseler ya da içlerinden farklı dış yüzleri ile en azından Allah’ı kandırmak gibi bir gaflete düşmeseler.

 

Başım dik şükürler olsun ki ne de olsa insandan insana yansıyan bunca olumsuz enerjiyi bir şekilde boşaltıp yine Allah dostu olan insanlarla yürek yüreğe olmayı şerh düştüm hayatıma.

 

Zaman mı daralıyor ben mi?

 

Aşk mı zor yoksa aşka sahip çıkmak mı?

 

Gölgesine ihanet eden kimden ne bekleyebilir ki insan?

 

Gözümden sakındığım ne çok insan ve ne az insan yine beni gözünden sakınan.

 

Gel de sevme şimdi.

 

Gel de sus şimdi.

 

Gel de maneviyata yüklenme.

 

Gel de… ah, bir de gitmeyi bilse insan ama ne mekandan ne zamandan sadece çizmeyi aşmış yüreklerden uzak durmak gerçi ne ihanet ne sirayet lakin o olumsuz akımla ters yüz olmak da mümkün.

 

Açtım madem kollarımı.

 

Aç’tım madem sevgiye ve dostluğa.

 

Açmak değil de açık tutmak üstelik aralıksız hatta sonsuza kadar ve elbette gönülden ırak olmadan gözden ırak olanları da sevip kollamak.

 

İhanet edenlere duyurulur.

 

Nefreti dost bilenlere ise söyleyecek tek sözüm yok.

 

Allah’ını bildiğini söyleyenlerden yana da en çok korkum ne de olsa her şey lafta kalıyor ve en küçük fırsatta maneviyatını bile lekeleyebiliyorlar insanın. Tecrübe ile sabit ne de olsa çok kere tanık oldum bir diğerinin inancı hakkında ileri geri konuşanları hele ki gerçekten Allah dostu olup bunu defalarca zikrederken benzeri eylemlerde bulunup arkasından kocaman bir kahkaha koparanları.

 

Mutluluk çok da elzem değil hani yeter ki; huzuru ve vicdanı baş tacı etsin insan gerisi de bir şekilde geliyor.

 

Göreceli kavramlar yine mutluluğa vasıta ya da engel ama hüzünlü kalbin sahibi hep tek değil mi?

 

 

 

 


( Şafağı Atarken Gecenin... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 25.04.2018 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.