Bilip bilmediklerimle idare ediyorum
ya da sanıyorum belli ki bu duygu sarmalı, hayatımın ilk aksayan töhmeti değil.
Zamandan ırak olmak neymiş, pek bir
müptelasıyım ya da mekân denen sarkaçla ben nereye ait olduğumu sorgularken
aslında hiç kimseyim aslında her şeyim aslında bir tek kelimeden bile ibaret
değilim bu yüzden bağnaz sancılar kıvrandırıp duruyor.
Üstelik sevme dürtüm pek bir sırnaşık
akabinde yoksunluk bildiğim ve sonra da kendime kızıp içime çekildiğim hoş dışa
dönük neyim var da hala içe çekmekle içimi çekmek arasında gidip geliyorum?
Şimdi sorsalar… demekten bile imtina
ederken üstüne üstelik sorma mefhumunu hayatımdan çıkarmışken…
Bir çiy damlasıyım belki de ya da bir
kar tanesi ve her nasılsa diğer kar zerreciklerinden farklı olduğunu
gizleyemeyen ve tüm o kar taneleri birbirine dokunmadan süzülürken ben ak
saçlarını yüreğimin kırık bir tokayla tutturup az sonra eriyeceğimin de
bilincinde.
Sözlüğümde yeni türevleri var
duygularımın ve tüm aksayan ayak sesinin içimdeki gürültüye de sadece ben tanık
iken sonra da suskunluğumu hayra yormuyor insanlar oysaki ne muhalifim ne de
lanetin ta kendisi sadece kırıklarımdan yeni kırıklar türüyor aslında içimdeki
hiciv ile bir türlü büyümeyi beceremiyorum.
Şimdi bir kinaye duysam birilerinden
kesinlikle üstüme alınırım ya da rotamı sabit kılarken ola ki aksadı gidişat
yine kendime yüklenirim.
Ne haznemde saklı tuttuklarım ne de
hazine bildiğim bunca duygu silsilesi…
Gönül gözü nasılsa müebbette ben de
teyakkuzdayım aslında evren arka ayakları ile bindirdikçe bindiriyor içimdeki
hezeyana yine ben odaklı; yine ben minvalli lakin ben-merkezcil olmadığını
bildiğim.
Şimdi birileri çıksa ve dese ki… ki
diyorlar da adım gibi eminim desem ne değişecek ne de olsa her kafadan ayrı ses
çıkıyor işte tekliğimin ve yalnızlığımın değişmez kaidesi sanırım ben oy
çokluğu ile evrene başkan seçilmek istiyorum lakin farklı bir teamül olacak
olan.
En sevilen ya da en aykırısı ya da en
metazori mutluluğa aday yoksa en yoksun mu? Yoksunluktan kasıt ise; içlerindeki
perdeyi ardına kadar açmalarını istediğim sayısız insan belki sayısız maruzat
bellenen belki de benin hiçliğimle sevgimi aynı potada erittiğim.
Yok, yok… bu sefer felsefi bir açılım
getirmeyeceğim zira iç sesim ne kadar buyurgan ise içimdeki çocuk da bir o
kadar yaygaracı. İşte demek istediğim de tam bu: içi dışı bir olan insanlarla
kaynaşmak ya da uzağında olsam bile doğru bir yansıma zikretmesi içimdeki kâh
coşkunun kâh hayretin kâh sevginin.
Sevmekten zarar geldiğini de öğrendi
mi insan üstelik kayıtsız şartsız insanları kendisiyle bir bilip; yaş, cinsiyet
farkı gözetmeden de yaklaştı mı… sonra ne mi oluyor? Çok şey oluyor zira basit
bir tevazu ya da ani bir duygu patlaması ve yine sevecenlik yanlış manalar
duyumsamalarına yol açabiliyor sanırım sevmenin bir diğer ön koşulu yine
hissettirmeden sevmek sadece Allah rızası için ve sadece Allah dostu
bellediğimiz kim ise: yeri geldi mi ufacık bir çocuk ya da yaşı başını almış
nur yüzlü bir Allah dostu. Yoksa farkındalık derken yanlış bir kelime mi
kullandım? Hayır, zira o iyi niyet ve içimizdeki samimiyet bir şekilde yansıyor
yüzümüze.
Aslında söyleyeceğim çok şey var
artık nasıl oluyorsa an geliyor ve bir duygu infilakı gerçekleşiyor üstelik
nedensiz de değil. Gün içinde rast geldiğimiz bir sözcük, bir insan ve bir
duygu katmanı, uzaktan sessizlik ya da kendini beğenmişlik olarak bile
addedilen ne de olsa dış görünüş ilk etapta insanlara ilk izlenimi veren
akabinde kulaktan kulağa yayılan fısıltılar ve derken büyüyen kelime
değirmenleri yine yanlış düşünce ve duyguları öğüten aslında hayatı bize
öğütleyen gerçekleri dışlamak gibi yakın bilip uzağımızda olanlar ya da uzak
belleyip yüreğimizde taşıdıklarımız.
Gönül neler istiyor, demekten imtina
edeli de çok oldu hani sanırım gönül sadece anlaşılmak istiyor en azından
yanlış anlamlar yüklenmeden yükümüzü azaltmak istemi ile koşturup duruyoruz.
Hayatı idame ettiren biz insanlar
aslında tüm canlılar ne de olsa bir hayvandan bile nasıl yaşanılması
gerektiğini, yeri gelip öğreniyoruz.
Mesela camın içinde duran su kabından
su içmek isteyen sayısız kuş ve her biri diğerini sessizce beklerken üstelik
cüsselerine aldırış etmeden ve bir kuştan beklenilmeyecek saygı çerçevesi
içinde.
Hayatın kayıp mizansenleri ya da biz,
kayıp yolcular aslında biliyoruz kendimizce nereye ait olduğumuzu ya da
arayışımız sonlanmıyor hele ki aidiyet duygumuzu güncellemek isterken ve bir
yüreğe yerleşip tüm yürekleri de gözümüze kestirmişken-ya da bazı özel
insanları ve dostları ya da tüm insanları bir görüp eşit mesafede durup bir
şekilde onlardan enerji aldığımız bazense tüm enerjimizin tükendiği…
Muzdarip olduğumuz ne ise belki de
muhalif sanırım bir enkaz kimi zaman geride kalan ya da kazı çalışmalarında
rast geldiğimiz bir hazine yine insanlar sayesinden yeni keşiflerde
bulunduğumuz aslında insanlar sayesinde kendimizdeki eksiklikleri
gözlemlediğimiz aslında fazlalık bilip de… fazlalık dedim, değil mi… sanırım
beni esir alan bu duygu pek de bir müptelası olduğum yanlış bir tanımlama sanırım
dünyaya fazlalık teşkil ettiğimi düşündüğüm kadar tüm fazla olumsuz yönlerimi
de yok etmek istemi.
Kendimce sevdiğim belki ısındığım
belki içim üşürken içimi sıcak tutan duygulardan nemalanmak adına insanlara
yüklendiğim ya da nükseden olumsuzluklar adına kendimi suçlayıp yine bu dünyaya
sığamadığım ve kelimenin tam anlamıyla atıl durumda kaldığım her an’ı ve her
duygumu yok saymak istemim.
Zorlanmak çok olası ya da yorulmak ya
da devşirmek benliğin alt katmanlarını ve sayaç illa ki bir yerlerde takılı ve
sarkıt çok çok dik ve kesici.
Bir türevi sanırım sevgisizliğin yine
karşı taraftan yansıyan hatta tüm olumsuz duygular yaşama sevinci ile aramıza
nifak sokarken.
Kaderimizle ve nasibimize düşen ne ise…
evet, Allah katında fazlalık olduğumuzu iddia etmek belki de en büyük
günahlardan biri yine de sivrilen dilleri ile insanların ya da olumsuzluk
nakşeden duygu-düşünce devinimleri illa ki insana zoraki yaşadığını
hissettirecek.
Bir eksende seğirten sonra kaybolan
sonra bulmak adına dört dönendiğimiz üstelik neyi aradığımızı da bilmediğimiz
ve genelde genel kabul görmüş tanılardan payımıza düşen ne ise.
Bir söylemde takılı gözüm daha
saniyeler evvel rastladığım ve yazıma eşlik eden düşünce silsilesi ile… kısaca,
fazlalık konusunu kurcalamaya başladığım ilk dakikadan beri kursağımda takılı
ne ise hele ki insan bunu bir ömür sık yapmışsa… sık yaptığım daha doğrusu ani
bir refleksle pek çok şeyden ve pek çok insandan ansızın vazgeçebildiğim ya da
pek çoğumuzun başına gelen: pireye kızıp yorgan yakan misali yine ani bir
kızgınlıkla; fırtınada yelken açmışlığım/ız.
Bu öylesine bonkör bir duygu ki ve de
yaşanmışlık sanırım hayatta ders aldığımız çoğu şeyden de biri bu anlamda sabır
ve şükür en temel iki katığımız yine yaşama şerefine nail olduğumuz kadar
sevmeyi ve şükretmeyi de ihmal etmediğimiz yine de fazlalık kelimesine fazlaca
takılmışlığımla içli dışlı olduğum sayısız duygu ritüeli beni farklı mecralara
sürüklemekte en azından iç sesime dur, demediğim bir günün ertesi idi yazmaktan
geri duramadığım.
İnsan sevdiği kadar mutlu ve inandığı
ölçüde de insan üstelik kim olursa olsun karşımızdaki onunla aynı dili
konuştuğumuza vakıf ve tüm iyi niyetimizle hayatı kucaklamak adına gerçi hayat
bir şekilde üstündeki fazla yükleri atıyor ama… yine de siz demedim farz edin.
Sevgilerimle.