1
Ramazan orucu, 624’te farz oldu.
Ey âmenû olanlar! Oruç,
sizden öncekilerin üzerine yazıldığı (farz kılındığı) gibi sizin üzerinize de
yazıldı (farz kılındı). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz. (2/BAKARA-183)
Allahüteàlâ
Hazretleri buyuruyor: (Yâ eyyühellezîne âmenû) “ey iman edenler! (Kütibe
aleyküm) Sizlerin üzerinize de yazıldı.” “Sizlere de farz kılındı. “
Nedir farz kılınan?. . (Es-sıyâmu) “Oruç sizlerin üzerine de
yazıldı, farz kılındı. “ Sıyâm ve savm; Arapça’da insanın kendisini tutması
mânâsına gelen bir kelime.Tabii buradaki mânâsı; ibadet maksadıyla belirli
zamanda, sabahın vaktinin girdiği imsak zamanından, güneşin battığı akşam
vaktine kadar yemekten, içmekten ve ailevî, cinsî ilişkiden insanın kendisini
tutması mânâsına geliyor. Zâten, imsak da yemekten, içmekten insanın kendisini
tutması mânâsına bir kelime.
Biz Türkçe’de savm kelimesini biliyoruz, ama sıyâm kelimesi daha nadir
kullanılıyor. Savm-ı Aşûre diye biliyoruz. Daha ziyade Farsça’dan geçme oruç
kelimesini kullanıyoruz.
Oruç kelimesi, Farsça bir kelimenin Türkçeleşmiş halidir. Farsça’daki
aslı rûze’dir. Farsça’da rûz, gün demek. Rûze; bir günde tutulan oruç, Türkçede
“r” ile başlayan Türkçe kelime yoktur. “R” ile başlayan kelimeleri, Türkler
komşu milletlerden çeşitli sebeplerle almışlardır. Tabii her millet lisânına
başka lisanlardan kelime alır. Biz de bu gün birçok Latince, Yunanca,
İngilizce, Almanca, Fransızca kelime kullanıyoruz. Meselâ istasyon kelimesi, meselâ
iskele kelimesi o dillerden geçme. Eskiden de Arapça’dan ve Farsça’dan
kelimeler geçmiş.
Rûze kelimesi Türkçe’ye geçmiş ama, Türkçe’de r harfini kelimenin
başında kullanılmıyor. Dilin yapısında, alışkanlığında bu yok. L harfiyle, R
harfiyle başlayan bir kelime yok. Böyle bir kelime Türkçe’ye girerse, tabiî
konuşmada bu kelimenin başına bir harf ekliyerek r harfini telaffuz ediyor Türk
zevki. Meselâ limon demez, ilimon der; Receb demez, İreceb der. Daha uzuyor
ama, bir harf ekleyince telaffuzu kolay oluyor. Ramazan demez, Iramazan der,
köylümüz konuşurken. Yâni bu işleri kendiğiliğinden, tabiî olarak konuşurken
böyle yapar. Meselâ j harfi olmadığından Türkçe’de, jandarma yazılsa bile,
candarma der. Bunun gibi.
Bu rûze kelimesini de urûze olarak, başına u ekleyerek almış. Sonra o
urûze de, oruç haline gelmiş. Oruç; yâni bir günde yemekten, içmekten uzak
durarak yapılan ibadet mânâsına.
Biz oruç kelimesini kullanıyoruz. Kökeni Farsça, rûze kelimesi.
Arapça’sı siyam ve savm. Siyam, savm, oruç sizin boynunuza farz kılındı ey iman
edenler!.
ORUCUN
ESKİ ÜMMETLERE DE EMREDİLMESİ
Demek ki Peygamber Efendimiz’e bağlı ümmet-i Muhammed, bizler bu ayetle
beraber oruç tutmak vazifesine, şerefine mazhar olmuş oluyoruz. Bu oruç tutmak,
bir farz bir ibadet olarak bize emredilmiş oluyor.
(Kemâ kütibe alellezîne min kabliküm) “Sizden öncekilerin üzerine
yazıldığı gibi, sizin üzerinize de yazıldı. Farz kılındı “
Demek ki bizden önceki milletlere, ümmetlere, Peygamber Efendimiz’den,
ümmet-i Muhammed’den önceki ümmetlere de oruç ibadeti yazılmış. Allahüteàlâ
Hazretleri oruç ibadetini onlara da farz kılmış, onlar da tutmuşlar.
Bizden öncekiler kimler?. Âdem AS’dan beri insanların oruç tuttuğu bildiriliyor.
Biizden önceki milletler de bu oruç ibadetini emir olarak almışlar ve
tutmuşlar.
Mûsâ AS’ın kavmi, Aşûre orucu tutarlarmış. Tabii Aşûre orucunu ne
maksatla tutuyorlar?. Firavun’un gözlerinin önünde helâk olduğunu görüp,
Firavun’dan kurtuldukları gün oluyor Aşûre günü. Ondan tutmuşlar. Ama ondan
önce de oruç ibadeti varmış. Hristiyanlarda da oruç ibadeti varmış.
Ve bize de onlara yazıldığı gibi yazılmış. Acaba oruçlarımız aynı
zamanda mıydı, aynı miktarda mıydı, aynı sıfatta, aynı şekilde miydi?. . Bazı
rivayetlerde geçiyor ki, Allahüteàlâ Hazretleri, daha önceki ümmetlere de farz
kılmış. Nitekim Abdullah ibn-i Ömer RA’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber
SAS buyurmuşlar ki:
(Siyâmu ramadàn ketebehullàhu alel-ümemi kableküm) “Ramazan
orucunu Allah-u Teàlâ Hazretleri sizden önceki ümmetlere yazdı. “ diye bir uzun
hadis-i şerif. Kısa bir cümlesi bu. Böyle bir rivayetten bahsediliyor.
Bu Ramazan orucu hristiyanlara da yazılmış, farz kılınmış. Fakat bu
Ramazan döndüğü için, zamanla oruç tutulan mevsimler değişir. Çünkü kameri
olarak ay hesabıyla olan sene 354 gündür. Güneş yılı olan 365 günden, onbir gün
eksik. Bu her yıl onbir gün eksik ola ola, biraz daha çabuk başlıyor. Ocak,
şubat, mart, nisan. . gidişine göre ters istikamete doğru gelir. Meselâ,
Ramazan kışlarda tutuluyor diyelim, son bahara doğru gerileyecek. Ondan sonra
tam yazın çatır çatır sıcaklarında oruç tutulacak. Çünkü her yıl onbir gün daha
erken başlayacak ay takvimine göre. Böylece 33 yılda, bir sene farkedecek,
mevsimleri değişecek.
Orucun tutulduğu mevsimler değiştiği için,
onların alimleri oturmuşlar, “Mevsimin çok sıcak olmadığı, orucun zor
tutulmadığı, çok soğuk olmadığı, üşünülmeyen, terlenmeyen bir zamana
nakledelim!” diye ilkbahara nakletmişler. Bu değiştirmeden dolayı da, keffaret
olsun diye Ramazan orucunu kırk güne çıkartmışlar.
Sonra, hükümdarlarından bir tanesi
rahatsızlanmış, ağzı yara olmuş. Orucu tutamayınca demiş ki:
“Bu orucu ben tutamıyorum, ama
iyileştikten sonra bir hafta fazlasıyla tutacağım!” demiş.
Böylece 7 gün ilavesiyle 47 gün olmuş.
Ondan sonra bir başka hükümdar gelince:
“Bu yedi gün ne oluyor? Bunu ona
tamamlayalım!” demiş.
Üç gün daha ilavesiyle 50 gün olmuş,
hamsîn diyorlar. Sonra bu oruç tutmayı da, perhize çevirmişler. Bilmem yumurta
yemeyecekler, hamur yemeyecekler vs. haline getirerek değiştirmişler.
Eski ümmetlere de böyle emredilmiş olan bu
ibadet, demek oluyor ki, bu rivayetlere göre miktar bakımından da, zaman bakımından
aynıymış. Ama onlar değiştirmişler.
Onun için, bu Ramazan hilali göründü mü,
görünmedi mi diye ilk gün tereddüt ediliyor.
“E canım görünse de, görünmese de
ihtiyaten bu tereddütlü günde oruç tutsak olmaz mı?. . “
Olmaz! Peygamber Efendimiz yasaklamış.
Yevm-i şek orucu; “Ramazansa Ramazana sayılsın, değilse ihtiyaten bir oruç
tutmuş oluruz. “ gibi bir şey olmaz! Çünkü eski ümmetler ibadetlere böyle
ekleyerek, ibadetlerin vasıflarını değiştirdiler, bozdular. Böyle bir şey
yapılmasın diye, âlimlerimiz kesin hadis-i şerifler rivayet ederek bu hususu
beyan etmişler. Yâni emredileni aynen yapmak, herhangi bir sebeple
değiştirmemek ve güzel bir şekilde edâ etmeye çalışmak lâzım!
(Lealleküm tettekùn. ) “Tâ
ki, ola ki sizler sakınırsınız; yâni kendinizi korursunuz, müttekîlerden
olursunuz, korunabilirsiniz. “Oruç tutarsanız, nefsinize hakim olursunuz,
iradeniz kuvvetlenir. Böylece günaha düşme tehlikelerinden kendinizi
korursunuz, sakınırsınız, Allahu Teàlâ Hazretleri böyle nefsinin hevesına hakim
olan, kendisini tutan; gönlüne göre hareket eden kullarından olursuınuz.
Oruç insanın nefsini zayıflatır, nefsânî
arzularını zayıflatır. Böylece kötülüklere meyli azalır. Nefis kuvvetlendikce,
insanı çekip sürükler. Ama zayıfladığı zaman da mecâli olmadığından yapamaz.
Böylece onun en çok sevdiği, istediği yemek, içmek gibi arzuları ona vermemek
suretiyle; yanlış şeyler istediği zaman, yapılmaması, istenmemesi gereken
şeyler istediği zaman tutma melekesini de insan kazanmış olur.
Yâni bu bir idmandır. İnsan bu idmanı yapa
yapa, yapılmaması gereken bir işle karşılaştığı zaman, düşünür; “Bu
yapılmamalı, bu günah, bu yanlış bu zararlı diye nefsine hakim olur.
“Oruç tutmak size farz kılındı; tâ ki
böyle sakınıp korunabilen, günahlardan uzak durabilen takvâ ehli insanlar
olabilesiniz. “ diye birinci ayet-i kerimede böyle bildiriliyor. Yâni oruç,
takvâya götüren bir yol olmuş oluyor.
Oruç tarih olarak ne zaman farz kılındı?.
. Medine-i Münevvere’de farz kılındı. Hicretten birbuçuk sene kadar sonra,
Şa’ban ayında farz kılındı.
Peygamber SAS Efendimiz Mekke’de oruç
tutmaz mıydı?. . Rivayetlere göre, Hazret-i Aişe-i Sıddîka Vâlidemiz’in
bildirdiğine göre, Mekke’de Kureyş, Aşûre orucunu tutarlardı. Peygamber SAS
Efendimiz de tutardı. Medine-i Münevvere’ye gelindiği zaman da, daha oruç
ayetleri inmeden önce, eyyâm-ı biyz oruçları denilen, Arabî ayların onüç,
ondört ve onbeşinde oruç tutardı.
Arabî aylar, yâni Muharrem, Sefer,
Rebiül-evvel, Rebîül-âhir, Cumâdel-ûlâ, Cumâdel-âhire, Receb, Şa’ban, Ramazan,
Şevval, Zilkàde, Zilhicce. . . Bunlar kamerî aylardır. Ayın hilal olarak ilk
doğuşundan, kayboluşuna kadar geçen süre bir aydır. Tekrar yeni hilâl doğunca,
yeni ay başlamış oluyor. Bir yeni hilalden, ikinci yeni hilale kadar geçen
zamana bir ay deniyor.
Bu ayın süresi yirmidokuzbuçuk gündür.
Küsüratlı olduğundan, bazen bu küsürat yaşanılan aya eklenir, ay bir gün uzar.
Onun için bazen yirmidokuz olur, bazen otuz olur. Ama başlangıç için esas,
hilalin görünmesidir.
Bu ayın ondördü dolunay zamanıdır. Onbeşi
dolunayın biraz eksildiği zamandır. Onüçü de birazcık bu tarafından eksik
olduğu zamandır. Ondördünde tamamlanır. Gece içinde de yavaş yavaş büyümeye ve
değişmeye devam eder. Fakat biz o değişmeyi gözümüzle farkedemeyiz. Belki
fotoğraf makinesiyle tesbit edilse, resimler ince ölçeklerle incelense; bir
gece içindeki değişiklik, gecenin evveliyle sonrası arasındaki iki resimden
anlaşılabilir.
İşte bu onüç, ondört ve onbeşinci geceleri
mehtaplı geceler. Yâni mehtabın en büyük olduğu, ayın en yuvarlak olduğu
zamanlar. Ondördü en yuvarlak, onüçü biraz az, onbeşi biraz az. . . Bunların
gündüzlerine eyyam-ı biyz deniliyor. Biyz kelimesi ebyaz kelimesinin, veya
beyzâ kelimesinin çoğuludur. Ebyaz beyaz demek, erkek varlıklar için kullanılan
sıfat Arapça’da. Beyzâ da yine beyaz demek ama, dişi, müennes olan kelimeler
için kullanılan sıfat.
Beyzâ beyaz demek ama, müennes kelime.
Ebyaz da beyaz demek ama, müzekker kelime. Bu ikisinin çoğulu biyz olur.
Eyyâm-ı biyz; beyaz günler. Gecelerinin mehtaplı olması.
Eyyâm-ı biyzde, gecelerin mehtaplı olduğu
zamanda kalkacak, sahurunu yiyecek; ondan sonra oruca niyetlenecek, ertesi gün
oruç tutacak. Bugünlerde oruç tutulurdu Ramazan orucu gelinceye kadar. Sonra
Ramazan orucu gelince, Ramazan orucu farz oldu. Ötekileri isterse tutar;
tutanlar sevap kazanır “Sevap kazanmak maksadıyla insan bir şey yaparsa,
Allah-u Teàlâ Hazretleri o gayretinden dolayı onu mükâfatlandırır. “ Fazla
yapılan şeylerin, yapılması yasaklanmamış, ifrat olmayan iyi şeyleri fazla
yapanlar, az yapanlara göre daha çok sevap alır.
Ramazan orucu esas alınsa da, Peygamber
Efendimiz ve sahabesi nafile oruçları hiç bırakmamış.
Hatta, Peygamber efendimiz ve Sahabe-i
kiram her hafta perşembe oruç tutmuşlar, ve buna Pazartesi günlerini de
eklemişlerdir. Daha sonra Tabiin, Tebeüttabiin, Etbeüttabiin ve tüm tasavvuf
ehli günümüze kadar Perşembe ve kandillerde nafile oruçları tutmuşlar ve
tutmaktadırlar.
2/BAKARA – 183: Yâ eyyuhellezîne âmenû kutibe aleykumus
sıyâmu kemâ kutibe alellezîne min kablikum leallekum tettekûn (tettekûne).
Ey âmenû olanlar! Oruç, sizden öncekilerin
üzerine yazıldığı (farz kılındığı) gibi sizin üzerinize de yazıldı (farz
kılındı). Umulur ki böylece siz takva sahibi olursunuz.
âmenû: Allah´a (cc) ulaşmayı
dileyen kimse
2/BAKARA – 184: Eyyâmen ma’dûdât (ma’dûdâtin), fe men kâne
minkum marîdan ev alâ seferin fe iddetun min eyyâmin uhar (uhara) ve alellezîne
yutîkûnehu fidyetun taâmu miskîn (miskînin), fe men tatavvaa hayran fe huve
hayrun leh (lehu), ve en tesûmû hayrun lekum in kuntum ta’lemûn (ta’lemûne).
(Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir.
Fakat sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin
sayısı), diğer (başka) günlerden (oruç tutarak) tamamlanır. (İhtiyarlıktan veya
iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) ona (oruç tutmaya) güç
yetiremeyenlerin, bir yoksulu (sabah, akşam) doyuracak (kadar) bir fidye
vermesi (gerekir). Artık kim isteyerek (gönülden) bir hayır yaparsa (orucunu
veya fidyeyi artırırsa), işte o, kendisi için bir hayırdır. Oruç tutmak sizi
için daha hayırlıdır, keşke bilseydiniz.
2/BAKARA – 185: Şehru ramadânellezî unzile fîhil kur’ânu
huden lin nâsi ve beyyinâtin minel hudâ vel furkân (furkâni), fe men şehide
minkumuş şehra fel yesumh (yesumhu), ve men kâne marîdan ev alâ seferin fe
iddetun min eyyâmin uhar (uhara) yurîdullâhu bikumul yusra ve lâ yurîdu bikumul
usra, ve li tukmilûl iddete ve li tukebbirûllâhe alâ mâ hedâkum ve leallekum
teşkurûn (teşkurûne).
Ramazan ayı ki, insanlar için hidayete
erdirici (hidayete erme, Allah'a ulaşma vesilesi) ve beyyineler (açık deliller
ve ispat vasıtaları) ve Furkan (hakkı bâtıldan ayırıcı) olarak Kur'ân, Hüda
tarafından onda (o ayın içinde) indirildi. Artık içinizden kim bu aya (yetişir
de ramazan ayını görüp) şahit olursa o zaman onu, oruç tutarak geçirsin. Ve kim,
hasta veya yolculukta olursa, o taktirde (tutamadığı günlerin sayısı) diğer
günlerde (oruç tutarak) tamamlanır. Allah sizin için kolaylık diler, zorluk
dilemez. (Size bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi hidayet erdirdiği şeye
karşılık (sizin de) Allah'ı tekbir etmeniz (yüceltmeniz) içindir. Umulur ki
böylece siz (bütün bu kolaylıklara) şükredersiniz.
beyyine: ispat
vasıtaları
Furkan: Kutsal kitap, Kur´ân,
Tevrat
hidayet: Ruhumuzun
Allah´a ulaşması
2/BAKARA – 186: Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb
(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni, fel yestecîbû lî vel yu’minû bî
leallehum yerşudûn (yerşudûne).
Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman,
muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına
(davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet
etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece
onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).
2/BAKARA – 187: Uhılle lekum leyletes sıyâmir refesu ilâ
nisâikum hunne libâsun lekum ve entum libâsun lehun (lehunne) alîmallâhu
ennekum kuntum tahtânûne enfusekum fe tâbe aleykum ve afâ ankum, fel âne
bâşirûhunne vebtegû mâ keteballâhu lekum, ve kulû veşrabû hattâ yetebeyyene
lekumul haytul ebyadu minel haytıl esvedi minel fecri, summe etimmus sıyâme
ilel leyli, ve lâ tubâşirûhunne ve entum âkifûne fîl mesâcid (mesâcidi), tilke
hudûdullâhi fe lâ takrabûhâ kezâlike yubeyyinullâhu âyâtihî lin nâsi leallehum
yettekûn (yettekûne).
Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmamanız
size helâl kılındı. Onlar sizin için, siz de onlar için birer elbisesiniz.
Allah, sizin nefslerinize ihanet ettiğinizi bildi. Bunun üzerine tövbelerinizi
kabul etti ve sizi affetti. Şimdi artık onlara (eşlerinize) yaklaşın ve
Allah'ın sizin için yazdığı (takdir ettiği) şeyleri isteyin. Fecr vaktinde
beyaz iplik, siyah iplikten tebeyyün edinceye (size belli oluncaya, gündüzün
aydınlığı, gecenin karanlığından sıyrılıncaya) kadar yeyin ve için. Sonra orucu
geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikâfta iseniz geceleri onlarla
(kadınlarınızla) mübaşeret etmeyin. Bu Allah'ın hudududur (yasaklarıdır). Artık
ona (yasaklara) yaklaşmayın. Allah, âyetlerini insanlara işte böyle açıklıyor.
Umulur ki böylece onlar takva sahibi olurlar.