İFTİRA
YASAKTIR, HARAMDIR, BÜYÜK BİR VEBAL VE KUL HAKKIDIR...!
Aslını bilmediğiniz bir haberin
peşine düşmeyin. Çünkü bu iftira haberden sorumlusunuz.
17/İSRÂ-36: Ve lâ takfu mâ leyse leke bihî ilm(ilmun), innes sem’a vel
basara vel fuâde kullu ulâike kâne anhu mes’ûlâ(mes’ûlen).
Ve (hakkında) ilmin olmayan bir şeyin ardına düşme (karışma) (açıklamaya
çalışma)! Muhakkak ki işitme, görme ve idrak, onların hepsi, ondan (takfu'dan)
mesul (sorumlu) oldu (mesuldürler).
16/NAHL-56: Ve yec’alûne li mâ lâ ya’lemûne nasîben mimmâ razaknâhum,
tallâhi le tus’elunne ammâ kuntum tefterûn(tefterûne). Onları
rızıklandırdığımız şeylerden, bilmediklerine bir pay (nasip) ayırıyorlar.
Allah'a yemin olsun ki; iftira etmiş olduğunuz şeylerden mutlaka
sorgulanacaksınız.
"Tallâhi" ve
"vallâhi" kelimelerinde başa gelen "ta" veya "ve"
sondaki "i" olunca "yemin" olur.
Vallâhi: Allah'a yemin
olsun.
Tallâhi: Allah'a yemin
olsun.
"Allah'a yemin olsun ki;
iftira etmiş olduğunuz şeylerden mutlaka sorgulanacaksınız." buyuruyor,
Allahütealâ. Bu ayette Kur'an’ı Kerim'in ruhuna giren bir husus yoktur.
Lâfızdan bahsedilmektedir. Kıyâmet günü mizanlar kurulacaktır. Ve Herkes 3
boyutlu olarak her saniye, fiillerine uygun olarak kazandıkları veya
kaybettikleri dereceleri kendi hayat filmlerinde göreceklerdir. Ellerindeki
mizanlardan her saniye kazandıkları ve kaybettikleri derecelerin tam adaletle
oluştuğunu, kendilerine kıl kadar zulmedilmediğini tespit edeceklerdir.
Sorgulanmaktan kasıt bu hayat
filmleridir.
Bir kişi hakkında size kötü bir haber getiren
kişi fasıktır. Onu sözü ile karar verip o iftiraya inanır ve iftirayı
yayarsanız iftira edenlerle birlikte aynı suçu ve kul hakkına girmiş olursunuz.
49/HUCURÂT-6: Yâ eyyuhellezîne âmenû in câekum fâsikun bi nebein fe
tebeyyenû en tusîbû kavmen bi cehâletin fe tusbihû alâ mâ fealtum
nâdimîn(nâdimîne). Ey
âmenû olanlar! Eğer bir fasık size bir haber getirirse, o zaman araştırın.
Yoksa cahillikle bir kavme kötülük edersiniz de sonra yaptığınız şeye pişman
olursunuz.
Bir fasığın ÂMENÛ olanlara (Allah'a ulaşmayı
dileyenlere) bir haber getirmesi halinde onu araştırmak, doğrusunu öğrenmek ve
doğruya göre hareket ederek cahillikle kötülük etmekten pişmanlığa düşmemek
emrolunuyor.
Allahütealâ’nın Kur’an ayetlerinde
söylemediği bir şeyi zanlarınıza uyarak söylemiş gibi söylemek de, insanların
yapmadıkları bir suçu işlemiş gibi yalanla iftira atmak da büyük suçtur.
16/NAHL-116: Ve lâ tekûlû limâ tesıfu elsinetukumul kezibe hâzâ halâlun
ve hâzâ harâmun li tefterû alâllâhil kezib(kezibe), innellezîne yefterûne
alâllâhil kezibe lâ yuflihûn(yuflihûne).
Allah'a yalanla iftira etmek için dillerinizin vasıflandırması ile “bu
helâldir, bu haramdır” diye yalan söylemeyin. Muhakkak ki Allah'a yalanla
iftira edenler, felâha (kurtuluşa) eremezler.
İnsanlar helâl olan birçok şeyi
haram, birçok şeyi de haram olmasına rağmen helâl kılmışlardır. Allahütealâ'nın
söylediği bu haramlar, domuz eti, ölü hayvan, kan ve Allah adına kesilmeyen
hayvandır. Bir insan bunları yerse, haram olan bir şeyi yemiş olur. Kim,
"Bunlar haram değildir, helâldir." derse, o yalan söylemiş, Allah'a
iftira etmiş olur. Allahütealâ: "O zaman Allah'a iftira etmiş
olursunuz." demekte ve onların kurtuluşa eremeyeceklerini ifade
etmektedir.
Eğer bir insan bunları bilerek
yerse, günaha girer. Kişi, işlediği bu günah kadar da derecat kaybeder. Ama
helâl olan şeylere "haram" diyerek insanların onları yemesine mani
olan kişiyle; haram şeyleri helâl gibi gösterip insanların günaha girmesine
sebebiyet veren, bunu usul haline getirenler için Allahütealâ: "Onlar
felâha eremezler." buyurmuştur.
4/NİSÂ-112: Ve men yeksib hatîeten ev ismen summe yermi bihî berîen fe
kadihtemele buhtânen ve ismen mubînâ(mubînen).
Ve kim hata yaparak veya bir suç işleyerek günah kazanır sonra onu bir
suçsuzun üzerine atarsa, o taktirde o, iftirayı ve apaçık bir günahı yüklenmiş
olur.
İftirayı duyanlar hayır o böyle bir
şey yapmaz diyerek hüsnü zanda bulunup derhal bunu reddetmeli ve hayır bu çok
büyük bir iftiradır ve günahtır diyerek iftirayı getirene karşı çıkmalıdır.
Peygamber Efendimiz s.a.v. eşleri Hz.
Ebubekir’in. Kızları Hz. Ayşe validemize bir seriyede geride kalması nedeniyle
adice bir iftira atılmıştı. Allah bunun için ayetlerde bunun çok kötü bir iş ve
günah olduğunu bildirdi. Allahütealâ ayette kim iftira atarsa ve yayarsa ona
bunun karşılığı olarak büyük bir azap vardır diyor.
24/NÛR-11: İnnellezîne câû bil ifki usbetun minkum, lâ tahsebûhu şerren
lekum, bel huve hayrun lekum, li kullimriin minhum mektesebe minel ism(ismi),
vellezî tevellâ kibrehu minhum lehu azâbun azîm(azîmun).
Muhakkak ki (Hz. Ayşe hakkında) ifk (iftira) ile gelenler, sizden bir
gruptur. Sizin için onun bir şer olduğunu zannetmeyin. Hayır, o sizin için
hayırdır. Onlardan her birinin günahtan kazandıkları (cezalar) vardır. Ve onun
büyüğünü yönetene (uydurup, yayana) büyük azap vardır.
Bu konudaki bilgi şöyle:
"Bu ayet, Hz. Ayşe'ye
atılan iftira hakkında inzal olmuştur. Hicretin beşinci yılında Peygamber
Efendimiz'in mustalık oğullarına karşı yaptığı seferde Hz. Ayşe ona refakat
etmiştir. Dönüş yolunda kervanın mola verdiği sırada, özel bir durum için
ayrılmış, gelince de gerdanlığını düşürdüğünü fark edip, onu aramak için geri
dönmüştü. O sırada onu hevdecin (deve üzerine konan, üstü kaplı yuvarlak
kafesin) içinde zannedip hevdeci, devenin üzerine koyup yola çıktılar. Kervan
gidince Hz. Ayşe orada kalmıştı. Ordunun arkasından gelen ve kervanın geçtiği yolları
kontrolle görevli Safvan onu bulunca devesini binmesi için ona vermiş ve kendi
de yaya olarak kafileye yetişmişlerdir. Münafıklar bu olayı iftira vesilesi
yaparak yaymışlardır. Bazı Müslümanlar da buna inanmışlardır. Bu olaydan haberi
olmayan Hz. Ayşe, hastalandığı için babası Hz. Ebubekir'in evinde kalmıştı. Ara
sıra Peygamber Efendimiz (S.A.V), onu ziyarete geliyordu. Daha sonra bu
iftirayı duyan Hz. Ayşe çok üzülmüştü ve Allah'tan başka şahidi yoktu.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in onu ziyareti sırasında, vahiyle gelen bu ayet
ile Allahütealâ Hz. Ayşe'yi aklamıştı."
24/NÛR-12: Lev lâ iz semi’tumûhu zannel mu’minûne vel mu’minâtu bi
enfusihim hayran ve kâlû hâzâ ifkun mubîn(mubînun).
Mü'min
erkekler ve mü'min kadınlar, onu (bu iftirayı) işittikleri zaman kendi
içlerinde hayır zanda bulunsalardı ve “bu apaçık iftiradır” deselerdi olmaz
mıydı (demeleri gerekmez miydi)?
Açık bir şekilde Hz. Ayşe'ye iftira
edilmiş ve bu durum sükûnetle karşılanmıştır. Oysaki herkes buna itiraz
etmeliydi: "Hayır sen burada yanlış yapıyorsun, iftira ediyorsun. Böyle
söylememen lâzım." demeleri gerekirdi.
24/NÛR-13: Lev lâ câû aleyhi bi erbeati şuhedâ(şuhedâe), fe iz lem
ye’tû biş şuhedâi fe ulâike indellâhi humul kâzibûn(kâzibûne).
Ona dört şahit getirmeli değiller miydi? Öyleyse şahitleri
getiremediklerine göre bu takdirde işte onlar, onlar Allah'ın katında
yalancıdırlar.
Bundan evvelki ayetlerde yer alan
"zina" konusundaki şahitsiz isnadın 4 yeminle, sonra da 5'inci
yeminle tamamlanması şart koşulmuştur. Allahütealâ, önce zina yapanların nasıl
cezalandırılacağını anlatmaktadır. Ondan sonra da Hz. Ayşe'nin kervandan geri
kalmasının arkasından kervana yetişmesi olayını kastederek haksız yere Hz.
Ayşe'ye iftira atanların durumundan bahsetmektedir.
İslâm'da zinanın ispatı dört
kişinin şahadetiyle mümkündür. Şahit olmadığı takdirde bir kişi dört defa yemin
eder. Beşincisinde de yalan söyleyenlerdense Allah'ın azabının kendisini
bulmasını Allahütealâ'dan talep eder. Diğer taraf da aynı yemini yapar.
İslâm'da zina müessesesi
Allahütealâ tarafından bu tarzda bir dizayna bağlanmıştır. Orada da şahit
getirmedikleri için onlar Allah'ın katında yalancılardır.
24/NÛR-14: Ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu fîd dunyâ vel
âhırati le messekum fî mâ efadtum fîhi azâbun azîm(azîmun). Eğer
dünya ve ahirette Allah'ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı, içine
daldığınız şeyden (iftiradan, dedikodudan) dolayı size mutlaka büyük azap
dokunurdu.
İftirayı atanlar için iftira
sebebiyle; ötekiler de iftiracıyı yalanlayacakları yerde kendi aralarında
dedikodu yapmaları dolayısıyla Allahütealâ: "Allah'ın rahmeti ve fazlı
dünyada da ahirette de sizin üzerinizedir. Böyle olmasaydı size mutlaka büyük
azap dokunurdu." buyurmaktadır.
Dedikodu, Allahütealâ
tarafından kesinlikle önlenmiştir. Gıybet, başkası hakkında konuşmak ama onu
kötülememektir. Gıybet, duyan kişinin negatif etkilenmeyeceği şeylerdir.
Dedikodu ise başkaları hakkında, duyan kişinin negatif etkileneceği şeyler
söylemektir. Yapılmış olan, olmuş olan ama o kişi duyarsa onun üzülebileceği
şeyler... Daha ötesine geçelim. İnsanlar bir günah işlemedikleri halde
başkalarına günah işlemiş gibi aktarılırsa bunun adı gıybeti de dedikoduyu da
aşar. Bu iftiradır. Allahütealâ dedikodunun dahi Allah katında cezası olduğunu
ifade etmektedir.
49/HUCURÂT-12: Yâ eyyyuhellezîne âmenûctenibû kesîran minez zanni, inne
ba’daz zanni ismun, ve lâ tecessesû ve lâ yagteb ba’dukum ba’dâ(ba’dan), e
yuhıbbu ehadukum en ye’kule lahme ahîhi meyten fe kerihtumûh(kerihtumûhu),
vettekullâh(vettekullâhe), innallâhe tevvâbun rahîm(rahîmun).
Ey âmenû olanlar! Zandan çok sakının. Muhakkak ki bazı zanlar günahtır.
Ve tecessüs etmeyin (merak edip insanların hatalarını araştırmayın). Sizin bir
kısmınız diğerlerinin dedikodusunu yapmasın. Hiç sizden biriniz, ölmüş
kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette ondan tiksinirsiniz. Ve Allah'a
karşı takva sahibi olunuz. Muhakkak ki Allah, tövbeleri kabul eden ve Rahîm
olandır.
Allahütealâ, sahâbenin bu
dedikoduyu yapmalarına rağmen Allah'ın rahmeti ve fazlı sebebiyle, kazandıkları
rakamların fazla olduğunu ve buradan kaybettiklerini telâfi ettiğini ifade
etmektedir.
Sahâbe zikir yapıyordu, günahları örtülmüş
ve sevaba çevrilmişti. Allah'ın fazlı ve rahmeti sebebiyle büyük ecir
kazanmışlardı. Buradaki kayıp büyük olmakla beraber kazandıkları, o kaybın
ötesinde görünüyor.
24/NÛR-15: İz telâkkavnehu bi elsinetikum ve tekûlûne bi efvâhikum mâ
leyse lekum bihî ilmun ve tahsebûnehu heyyinen ve huve indallâhi azîm(azîmun).
Onu (iftirayı) dillerinizle anlatıyordunuz (soruyordunuz) ve hakkında
sizin bilginiz olmayan bir şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz. Ve o, Allah'ın
katında büyük (bir suç) olduğu halde siz, onu önemsiz sandınız.
Allahütealâ birkaç ayettir Hz. Ayşe
hakkında yapılan iftiradan bahsetmektedir. Bu ayet-i kerimeler Hz. Ayşe'nin
aklandığı konusunu kesinleştirmektedir. Allahütealâ: "Bu, Allah'ın katında
çok büyük bir suç olduğu halde siz onu önemsiz sandınız." buyurmaktadır.
Herkes olayı önleyecek yerde,
olayın daha çok dallanıp, budaklanmasına sebep olmuştur.
24/NÛR-16: Ve lev lâ iz semi’tumûhu kultum mâ yekûnu lenâ en
netekelleme bi hâzâ subhâneke hâzâ buhtânun azîm(azîmun).
Ve onu işittiğiniz zaman: “Bizim bunu konuşmamız olmaz (bize yakışmaz),
sen Sübhan'sın (Allah'ım Sana sığınırız). Bu büyük bir bühtan (uydurulmuş bir
iftira)dır.” deseydiniz olmaz mıydı (demeniz gerekmez miydi)?
Allahütealâ'nın burada emrettiği,
böyle bir olay teşekkül ettiğinde yapılması lâzım gelen şeydir. "Bu bir
iftiradır, sen bunu söylemeye utanmıyor musun?" diye daha söylerken o
kişinin ağzını kapatmak söz konusu olmalıydı. Ama öyle yapmamışlar. Konuyu
ağızlarında sakız etmişler. Ve hepsi de ne yazık ki büyük günahlara girmişler.
Ama Nur-14'te buyurduğu gibi Allah'ın fazlı ve rahmeti onları önce öylesine
kaplamış ki bu günah onların kazandıklarını aşamamış.
Bir iyiliğe de bir kötülüğe de
aracılık eden kişilere aracılık ettikleri şeyden günah veya sevap olarak bir
pay vardır.
4/NİSÂ-85: Men yeşfa’ şefâaten haseneten yekun lehû nasîbun minhâ ve
men yeşfa’ şefâaten seyyieten yekun lehu kiflun minh(minhâ) ve kânallâhu alâ
kulli şey’in mukîtâ(mukîten).
Kim güzel bir şefaatle (iyilik yapılmasına) yardım ederse, ondan (o
iyilikten) onun bir nasibi olur. Ve kim kötü bir şefaatle (günah işlenmesine)
yardım ederse onun da ondan (o şerden) bir payı olur. Ve Allah, her şeye
mukayyet olandır (gözetendir).
Kimse kimsenin günahını yüklenmez ama
kim başkalarına hasenat için yardımcı olursa hasenat yapanlar (hayır
işleyenlerle) birlikte o da deracat kazanır. Kim de seyyiat (kötülük işlenmesi)
için yardımcı olursa şer işleyenle birlikte o da derecat kaybeder.
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU