Ölüm kokusunu dokuyan Mayıs’ın
Kayıp şeceresi;
Boyutsuzluğunda kıblenin
Raks eyleyen dokunuşu
Bahar sabahını itekleyen o cebbar
serzeniş.
Gel-git aklın meali kadar
Derinlerde titrek sesi,
Aşkın alfabesinden firar eden
Ne çok söylem
Aklar da aklar yüreği.
Perçemi ömrün
Tek tabanca
Kabrin ıslah ettiği
O mezar taşına kazıdığım tarih.
Bir ölüp bir dirildiğim
Rükûa vardığım boşluk
Patavatsız cümleler kadar kayıtsız.
Hicvi şiirin yine gök gözlü
Şehrin her surunda
Vazgeçiş.
Kambersiz düğün misali
Meali acının:
Aşka banıp hüznü
Devrildiğim ana kıtanın
En lal hecesi yine şiirden
Sızan irin misali
Bir susmuşluğum bir susamışlığım.
Karamel rengi beyitlerin
En hulasası aşkın
Belki siper bildiğim yüreğin minvali
Şehit düştüğüm ölülerin kabrinde.
Zamanıdır belki ölmenin
Ölüp asla dirilmeyi temenni
etmediğim:
Ne kirli bir geçmiş
Ne şaşalı bir ölüm
Varsa yoksa arındığım kibrin
Tek dokusunda dahi olmamalı
Ruhum.
Zamandan ırak bir dönemeç
Mecali olmayan hulasası tüm acımın:
Acındırdığım değil
Acıdığım yine bin beterinden
Korusun yeter ki Huda.
Göğün kaynayan mavisi;
Yüreğin pembesi eşlik
Ederken gözlerimin irisinde
Nokta atışı yaptığımın delaleti
aslında
İnkâr ettiğim;
Sevi diline merhem bildiğim
Hücumunda benliğinin
Kol kanat gerdiğin kadar gerçeğim
Oysa.
Üstelik adını koyamadığım
Bayat şerbet tadında
İçimin teyakkuzu
Ötekileşen namert duyguların
isyanından
Irak durduğum kadar da var hani:
Cebelleştiğim nefsin ölümüne şahidim
Bir mayıs gecesi
Dirildiğime kani yine Tanrı
Üstelik bilip bilmeden
Sevdiğim değil
Nefretin dokusundan
Uzak durmalıyım
Huzurun katında
El pençe divan
Bir meczup,
Çalan şarkıların ıslığında
Donup kalan
Kâfir bir nota:
Beyhude olduğunu bilsem de
Yazdığım tüm şiirlerin.